Sözlük mânâsıyla, “ Soy : “ 1. Aynı ırktan, aynı kandan gelen geçmiş ve yaşayan nesiller topluluğu, kuşaklar ; 2. Nesil, zürriyet; 3. Âile, sülâle, ecdât, hânedan, nesep; 4. Cins, tür, nevi; 5. Soylu, asil .” olarak târif edilir.
( Bknz: İlhan Ayverdi, Misâlli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Lugatı, İstanbul 2011, Sy. 1123)
İslâm’da, korunması gereken beş esas vardır. Bunlar: Nefsin yâni canın korunması, aklın korunması, dinin korunması, neslin korunması ve malın korunmasıdır.
Neslin korunması; bir milleti teşkil eden fertlerin sağlıklı olmaları yanında, ruhî yönden sağlam mizaçlı ve fikrî bakımdan da, vatanını, milletini, bayrağını, dinini seven insanların yetişmesidir. “ Nesil “ korunacaktır ki, millet de varlığını devam ettirebilsin.
Bu hususta, Peygamber Efendimiz’in birkaç hadîs-i şerîfini nakletmek istiyorum. Buyuruyorlar ki:
“ Soylarınızı biliniz, sıla-i rahim (ziyâret) yapınız.”
( Bknz: 1001 Hadîs, Mehmet Ârif, Tercüman Gazetesi, 1001 Temel Eser, Cilt: 1, Sy. 83).
“ Câhiliyye devrinden ümmetime kalmış dört haslet vardır ki, onu terk edemezler: ( Bunların biri) “ Başkalarının soyuna dil uzatırlar. Yani makbûl bir insanın oğlu olmadığı yahut tanınmış bir hânedâna mensup olmadığı iddiası ile halkı hafife alırlar.” ( Bknz: a.,g.,e., Sy. 71)
“ Şu üç hâl ümmetimden ayrılmaz: (Bunlardan biri),” Soy-sopla övünmek”tir. (Bknz: a.,g.,e., Sy.161)
Demek ki; kibire dalıp, başkalarını hakîr görüp dalâlete düşmemek gerekir. Türk milletinin mayasında, böyle bir hâl yoktur ve olmamalıdır. “ Övünmek” de, kibir faslındandır ve bütün sevgileri körelten bir sıfattır. Ancak; sevmek, kibire eş tutulmamalıdır.
Peygamber Efendimiz. “ Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennet’e giremeyecektir.” Buyuruyor.
Biz, Türk milleti olarak, nereden nereye geldiğimizi ve bulunduğumuz yerden de nereyi hedef seçmemiz gerektiğini düşünmek zorundayız.
Bu hususta, S. Ahmet Arvasî’nın önemli tespitlerinden başlıklar sunmak istiyorum. “ Türklük Ve İslâmiyet” başlıklı yazısında şunları söylüyor:
“ Türk, dünyanın ve tarihin en eski kavimlerinden biridir. Çeşitli tarihî belgelerden öğreniyoruz ki , bu kavim, aynı zamanda tarihin kaydettiği en medenî ve dinamik “ içtimâî ırklarından” biridir. Öte yandan, bu kavmin dikkati çeken bir yönü de diğer kavimler gibi “ putperest” olmayışıdır. Yâni Türklerin yontulmuş ve müşahhas tanrıları yoktur.
Türkler, bütün tarihleri boyunca, hep “ dosdoğru” olan dini aramışlardır. Musevîlik, İsevîlik başta olmak üzere çeşitli dinlere girip çıkmışlardır.Türklerin eski dinleri olan “ Gök-Tanrı” dininde de “ Tanrı Tek”tir ve asla müşahhas bir varlık değildir, fezâları ve semâları istilâ eden bir yüce varlıktır. Kaldı ki, bu dinde, Cennet (Uçmak), cehennem (tamu), İblis ( Yalbız), Melek( Erçin), Âhiret (Öte dünya), Peygamber (Yalvaç), …inançları vardır.
(...) Şanlı Peygamberimiz’in tebliğleri ile şereflenmeden önce, bütün Türkler, kâfir değildi. Kimi Musevî, kimi İsevî, kimi de yukarıda belirttiğimiz tarzda “ muvahhid” idi. Tıpkı, pustperest Araplar’ın arasında bulunan “ Hanif”ler gibi Türkler’in içinde de doğru inanan insanlar çoktu.
(...) 11. Asırda ise Türklük, artık İslâm’ın hizmetinde ve “ İlâ-yı Kelimetullah” için canla başla çalışacak, birçok İslâm büyüğünün de belirttiği üzere, Eshâb-ı Kiram’dan sonra, İslâm’ı yücelten en büyük millet olacaktır.
(...) Türkler, yalnız askerî sahada değil, içtimâî, iktisâdî, ahlâkî, bediî ve fennî konularda da büyük eser ve hamlelerle İslâm Dünyası’nın şanını ve şerefini yüksek tutmasını bilmiştir.”
( Bknz: S. Ahmet Arvasî, Size Sesleniyorum-1, Model Yayınları, İstanbul 1989, Sy. 101-102)