Türkiye ekonomisi; yarı aksak tekelci rekabet piyasası şartlarının yaşandığı, ithal ikameci ve küresel ekonomi ile entegrasyon içerisinde olan bir yapıya sahiptir.Bu tür ekonomiler, çok kırılgan ve uluslararası siyasi ve sermaye hareketlerinden çabuk etkilenen, genellikle, devletin para piyasalarına borçlandığı bir ekonomik modeldir. Devletin, iktisadi hayattan tamamen çekilmediği ve güçlü sanayi ve sermaye yapılanmasının tam olarak oluşmadığı bir modeldir. Enflasyon, bazen çok şiddetli bazen de düşük seviyede ama sürekli olarak hissedilir. Talep, arzdan daima yüksektir. Mal ve hizmet üretimindeki yetersizlik, daha cok ithalat yapılmasına ve dış ticaret açığının büyümesine neden olur.
Temel ekonomik girdilerde dışa bağımlılık ve yatırımların dış kredi piyasalarından sağlanan kaynak ile gerçekleştiriliyor olması zorunluluğu, para piyasalarının sürekli dış kredi ihtiyacını ortaya çıkarır. Böylece bankalar, dış borçlanmaya giderek finansman sağlarlar. Buda, iç piyasada faiz seviyesinin yüksek seyretmesine neden olur.Devletin; zaruri sosyal hizmetleri ve altyapı yatırımlarını geçekleştirirken, bu piyasalardan borçlanmak zorunda olması,üretilen mal hizmetin maliyetini yükseltir.
Türkiye, uzun yıllar IMF ile dönemsel anlaşmalar yaparak finansman ihtiyacını karşıladı. AKP iktidarı ile birlikte, IMF ile yeni anlaşmalar yapılmadı ve geriye dönük borçlanma kapatıldı. IMF kredisinin faizi % 0,50-075 seviyelerinde seyretti. Diğer para piyasalarına göre daha ucuz bir finans kaynağı idi. AKP hükümetleri, IMF yerine, daha çok yabancı para piyasalarına, özellikle de Arap sermayesine dayalı bir borçlanma politikası izlediler. Bu sıcak paranın maliyeti ise % 3.00- 3.50 düzeyinde idi. Sıcak para girişinin artması, piyasada daimi ama düşük oranda büyüme yaratmasına rağmen, mal ve hizmet arzının artmasında efektif rol oynamadı, fakat devletin daha çok faiz ödemesine neden oldu. Ödenen yüksek tutarlı faiz ise enflasyonist artışlara ve Türk lirasının, yabancı konvertibil paralar karşısında değer kaybetmesine yol açtı. Bu sebepten dolayıdır ki Dolar ve Avro son çeyrekte rekor seviyelere ulaştı.Merkez bankasının, faiz oranını düşük tutması da bir başka faktör olarak Türk lirasının değer kaybını hızlandırdı.Sonuçta Merkez Bankası, Dolar ve Avro yükselişini önlemek için, toplam stokun %10 nuna tekabül eden bir kısmını satmasına rağmen yabancı paranın yükselişini durduramadı ve Merkez Bankası ikici bir hamle ile faiz oranını yükseltmek zorunda kaldı.. AKP zihniyetinin, ‘’Faiz haramdır’’ zihniyetine dayalı devlet ekonomisi yönetme ve maliye politikasının ülkeye zararı, bir gecede öz kaynakların 1/10 oranında eriyip, uçup gitmesine yol açtı.
Fiyatlar genel seviyesindeki artışlar devam ederken ve ekonomi enflasyonist karaktere bürünürken, ithal ikameci ekonominin yumuşak karnı olan, temel dış girdi ve nihai ürünlerde yüksek kurdan dolayı maliyet artışı, dışa bağımlı üretim sektörünü olumsuz etkiledi ve arzın daha da düşmesine ve depresyonist belirtilerin ortaya cıkmasına sebep teşkil etti. Şu an Türkiye ekonomisi, enflasyonun düşmediği gibi, üretimde durgunluk sürecine girmiş bulunmaktadır.Uygulanan yanlış maliye ve para politikalarının asıl etkileri önümüzdeki birkaç ay içerisinde kendini gösterecek ve sektörel firmaların küçülmeye gitmesi, kepenk kapatmalar ve işten çıkarmalar şeklinde görülecektir.Her ne kadar Keynesien teoride bir paradoks olarak nitelendirilse de, ülke ekonomisi stagflasyon ekonomisine doğru yelken açmaktadır.Dileriz ve umut ederiz ki, AKP hükümeti, belli doğmatik fikirlere dayalı devlet ve ekonomik politikaları terk eder ve daha gerçekçi para ve maliye politikaları izleyerek ülkede yeni bir ekonomik krizin doğmasını engeller.Yoksa, kırılgan ve hassas ekonominin hasarları çok büyük olur ve ülke olarak tamiri zor bir süreci yaşamak zorunda kalırız.