Türkiye'nin bütün nimetlerinden birinci derecede istifade ettiği hâlde, onun kurucu irâdesi mevzubahis olduğu zaman "Türk" kelimesini telâffuz etmekten ürken, bu kelimeyi söylemekten azılı canavardan kaçar gibi kaçan ne kadar 'kozmopolit' beyinli ve ruhlu varsa, vatanın bölünmezliği mes'elesinde de, onu dilimlemekten asla geri durmamaktadırlar.
Türk denilince çılgına dönen bu zavallılar, bu azîz milletin kendilerine bahşettiği, hürriyet dâhil her nimete nankörlük etmekte ve onu, her türlü kabalıkla suçlamaktadırlar.
Bunlar; şüphesiz ki, umûmî Türk târihinin de düşmanıdırlar. Meselâ; Oğuz Han, Alp Arslan, Osman Gaazi, Fâtih Sultan Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman, Abdülhamit Han, Mustafa Kemal Atatürk... denilince de küplere binerler. Peki...
Anadolu'da Türk hâkimiyetini sağlayan ve IV. Romen Diyojen'i affederek, onu, serbest bırakarak hürriyetini sağlayan büyük Türk Sultanı Alp Arslan değil miydi?
XI. Konstantin Paleologos'un çarpışarak öldüğü iddia edilen İstanbul'un fethi sonrasında, hıristiyan tebaayı serbest bırakan, onların her türlü mal ve can güvenliğini teminat altına alan Cihân Pâdişahı Türk Sultanı Fatih Sultan Mehmed Han değil miydi?
Françe Vilâyeti/F(ı)ransa K(ı)ralı Françesko/Fransuva'nın yardım talebi üzerine onun imdadına koşan Avrupalılar'ın (Muhteşem unvanlı) Türk Sultanı Kanunî Sultan Süleyman değil miydi?
Nihal Atsız ise, "Gök Sultan" diye vasıflandırdığı İkinci Abdülhamid Han hakkındaki makalesinde şöyle der: "Bir gün, saray bahçesinde hademelere iş gördürürken, içlerinden birisinin beceriksizliğine kızarak ona: "Eşek Türk!" diye bağıran ve galiba Arnavut olan saray memuruna: "Ben de Türk'üm!" diye seslenerek o memurun korkudan bayılmasına sebep olmuştur. Millî şuûru kuvvetli olmasaydı, pencereden seyrettiği olayı görmemezlikten gelebilirdi." (Bknz: Tanrıdağ, 10 ve 11. Sayı ve 17 Temmuz 1942)
"Ahsen Batur’un yazdığı, “1200 Yıllık Sürgün-" Türk” Sözünün Hazin Serüveni” adlı kıymetli eserinde ise; 1876 Anayasası’nın hazırlanması sırasında sarfedilen bâzı sözlere karşı Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın tavrı, her cihetten numûne teşkil edici ve ibret vericidir:
“Mithat Paşa ve arkadaşları tarafından hazırlanan anayasada yer alan “Osmanlı tebaası olan halkların her birinin kendi dillerinde konuşması, okuyup yazması, resmî yazışmaların da üç-dört dilde yapılmasını” öngören maddeyi görünce küplere binen Abdülhamîd, şöyle diyordu:
- Paşa! Paşa! Kur’ân-ı Kerîm’i Arapça tilâvet etmekten nasıl vazgeçmezsem, devletin toprakları üzerinde Türkçe konuşulmasından da öyle vazgeçmem! Türk dilinden başkasını da kabul etmem. Böyle bir maddenin yer aldığı anayasayı bana getirmeyiniz!” (Bknz: M. Halistin Kukul, Türk'e Dâir-23)
General Nikolaos Trikupis'i esir aldıktan sonra, onun, vatanına dönmesini sağlayan kişi, târihte, Türk adıyla yeni bir devlet kuran Mustafa Kemal değil miydi?
Meselâ; kozmopolitlerin, marksistlerin, emperyalist sömürgecilerin, bölücü hâinlerin, Mustafa Kemal'den niçin bu kadar nefret ettiklerini hiç düşündünüz mü?
Dikkat ediniz, O'nun bütün hitapları Türk Milleti'nedir. Her hitabında; Türk gençliğine, Türk kadınına, Türk adâletine, Türk kültürüne, Türk askerine, Türk doktoruna, Türk târihine, Türk milletine seslenir.
Cumhuriyetin Onuncu Yıl Nutku'nda: "Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan, Türkiye Cumhuriyetidir. " der. Ve yine, 1935 'te şunları söyler: "Benim Türk Milletine, Türk Cumhuriyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevlerim bitmemiştir."
Bu cümleler, O'nun, bu kişilerce, sevilmemesi için kâfi bir sebeptir.
Türk'ün, kendi kavmini sevmesi niçin bu kadar garip karşılanır? Bu Türk, birçoklarının ecdâdını affederken, onlara yadım elini uzatırken iyi idi de, başka zamanlarda niçin bu kadar düşmanlığa mâruz kalıyor, söyler misiniz?
Asr-ı Saâdet'ten sonra, İslâmiyet'e en çok hizmet eden bu Türk Millet'i değil midir?
Ve yine, bu hizmette en ön safta yürüyen ve yürümeye azimli görünen o değil midir?
Bu ismi 'gizlemeye çalışmakla' kimin ne elde ettiğini/etmek istediğini, her gizli ve âşikâr emelli söylemelidir. Nedir sıkıntınız? Türk'ten niçin bu kadar mustaripsiniz? Türk, size ne yaptı?
Elbette ki, Türk'ün hakkını teslîm eden akl-ı selîm sâhibi yabancılar da bulunmaktadır: Comte de Bonneval, A. Ubicini, Alphons de Lamartine, Claude Farrere, Auguste Comte, Decamps, Târihçi Hammer, Hamilton, Sir Julien Corbet bunlardan bâzılarıdır.
F(ı)ransız romancı ve Akademi Üyesi Claude Farrere bir hâtırasında şöyle der:
"Eğer Fransız olmasaydım, Yunanistan’a karşı, İngiltere’ye karşı, hemen hemen bütün Avrupa’ya karşı Ankaralı dostum Kemal Paşa’nın yanında öyle candan savaşırdım ki!..
Ayıplanan, hücuma uğrayan, tenkid edilen, kendisini koruyacak gazetesi olmayan Türk! Hakarete uğradığı zaman cevap vermeyen Türk!..O Türk, namusludur, vefâkârdır, dürüsttür; katı bir görünüşü vardır belki. Ama zayıflara ve iyilere karşı inanılamayacak kadar yumuşaktır.
(...) Türk kedileri insandan kaçmaz. Çünkü onlar hiçbir zaman hayvanlara kötü muamele etmezler. " ( Bknz: Türklerin Mânevî Gücü, Tercüman 1001 Temel Eser, Çeviren: Orhan Bahaeddin, Sf.21-22)
Kıymetli Şâir ve Yazar Yavuz Bülent Bâkiler "Türk'ten ve İslâm'dan Korkanlar" başlıklı yazısını şöyle bitiriyor. Ben de, O'nun cümleleriyle bitirmek istiyorum:
"Ziya Gökalp, İngilizler tarafından Malta'ya sürülünce, eski İçişleri Bakanlarımızdan Ali Kemal ona,
"Sen Kürtsün!" diye söylendi.
Ali Kemal'in bu seviyesizliğine Ziya Gökalp'in cevabı meşhurdur:
Ben Türk'üm diyorsun, sen Türk değilsin
İslâmım diyorsun, değilsin İslâm
Ben ne ırkım için senden vesika
Ne de dinim için istedim ilâm
Hatta ben olsaydım: Kürt, Arap, Çerkez
İlk gayem olurdu Türk milliyeti
Çünkü Türk kuvvetli olursa mutlak
Kurtarır her İslâm olan milleti
Türklük hem mefkûrem, hem de kanımdır
Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil
Türklük hâdimine, "Türk değil" diyen
Soyca Türk olsa da, "piçtir" Türk değil..."
(Bknz. Yavuz Bülent Bâkiler, Türk'ten ve İslâm'dan Korkanlar, Türkiye Gazetesi, 05 Aralık 2009, Sf. 3)