Hani bir zamanlar memleketin birinde “ayak yazısı (!?!)”ndan bıkıp “el yazısı” yazdırmayı MÜFREDATA almışlardı ilmine tükürülesiciler…
Çocuklar ilme boğulmuşlardı?!?!??...
Sanki müfredata alınca bütün dertler çözülüyor???.
N’oldi?
“Geri dön, marş!” oldiiii…
Lan aklını öptüklerim, öğretmenine yazı yazmayı öğretmeden müfredat dayatırken ULEMA neredeydi?...
Geçmişte müfredat konuları tam olarak işlenebilse, Türk Millî Eğitiminin Temel amaçları doğrultusunda eğitim ve öğretim yapılabilseydi her on senede GENEL CİNNET mi geçirirdi bu ülke?
***
Özallı yıllar…
Davos Toplantıları sırasında Yunan başbakanıyla anlaşmış bizimkiler:
-Tarih kitaplarındaki birbirini küçük düşürücü ifadeler karşılıklı olarak MÜFREDAT efendi (?) den çıkarılacak…mış…
Lise sınıflarının birisinde öğrenciler bu durum hakkındaki düşüncelerimi sordular. Şöyle anlattım:
-Evladım, bu sevimli komşumuz çok temiz bir millettir. Bu temizliklerinden dolayı atalarımız onlara “YUNAN” demişlerdir… (Bunu derken elimle inanmayın işareti yapıyorum). Biz çok hırçın, geçimsiz bir milletiz. Bir grup genç mahalle maçı yapmak için gelmişler bir zamanlar. Dedim ya bizimkiler anlayışsız, kaba insanlar…
Siz gidin, o sevimli gençlerden birisi bir Türk kızına “Tuvalet ne tarafta?” diye sormasını bahane edip hır çıkarın. Adamları ev sahipliğine yakışmayacak şekilde dövmeye başlayın. Eşek sudan gelinceye kadar dövün…
Bu da yetmiyormuş gibi iki mahallenin ortasındaki havuza kadar kovalayın. Bîçareler can havliyle havuza atlasın… (Bu sırada sağ yumruğumu sol yumruğumun üstüne sertçe vurup vurup çevirmeye devam ediyorum…) O gül gibi çocukların bir kısmı telef olsun, olacak gibi değil…
Biz çok kabalık ettik canım bu sevimli komşumuza… Hepsinden özür diliyoruz.
Gelsinler, dostluğumuz devam etsin, yesinler içsinler, misafir ederiz…
Öğrenciler gülerek:
-Hocam çok iyi anlattınız, sayenizde devlet büyüklerimizi üzmemeye çalışacağız…
Birkaç gün gülmüştük.
“Cami ne kadar büyük olursa olsun imam bildiğini okur” sözü boşuna söylenmemiş olsa gerek.
Yıllarca:
“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım… ilkem… yurdumu milletimi özümden çok sevmektir…” diye her sabah ant içirdik çocuklara bağırta bağırta…
Türk’e kinli, yalana yeminli, tembelliğe çok meyilli, yurdundan ve milletinden daha çok şeyhinin, çakallarla işbirliği yapanların emrine giren bu nesil böyle ezberlerle yetişti…
İmam-Hatip’te okuyanlarımız bile yalanına Yemin’i kılıf yaptı, Besmeleyle haksızlık yaptı.
Otuz beş senedir “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersi okuttuk çocuklara. Ezberletip not verdik…
“Atatürkçülük” konusu müfredatta vardı yıllardan beri…
Öğretenlerin ve eğitenlerin eğitimindedir bütün arıza. Ardından hukuk sisteminin arızaları…
Önce öğreteni eğiteceksin. Çok iyi seçerek görev vereceksin.
***
“Cihat” konusu sekiz sayfa imiş yeni müfredatta. Otuz sekiz sayfa olsa ne yazar?...
Sahi “İslam’ın şartı” kaçtır?
Cihat farz değil mi? İslam’ın şartı değil mi? Her bakımdan (dini-milli, toplum yararına) azimle mücadele etmek Allah’ın emri değil mi?
Bu konuyu ezberleyip iyi not alanlar çok mu mücahit olacaklar?
***
“İlim öğrenmek kadın erkek her Müslümana farz” değil mi?
Temizlik, dürüstlük dinimizin emri değil mi?..
Yıllardır okullarımızda Trafik eğitimi verilir ama kimse kurallara uymaz.
Hem dindar hem yalancı hem tembel hem çevreye, insanlara duyarsız hem haram helâl konusunda cıvık bunca adamı kim yetiştirdi?
***
Altı yıllık yurt dışı görevimde bir tane öğrencim bana yalan söylemedi.
Burada onların akrabalarının çocukları niçin yalana meyillidir? Niçin doğruları eğip bükerek anlatmaktadırlar?...
Yıllardır düşünüyorum, cevabını tam olarak bulamadım.
Aslında müfredat değişmeli. Her yıl başka müfredat uygulanmalı… Her yarıyılda bile değişebilir…
Hiç müfredat olmasa da olur…
Nasıl olsa imam bildiğini okur…
Bizde “Değerler Eğitimini” değersizlere anlattırırlar nasıl olsa…