İnsanın sosyal bir varlık oluşu, onu, ilkönce, hayata bağlayan sağlık şartlarının âhengiyle başlar. Elbette ki, âile; elbette ki, çevre, iklîm vesâire ammâ, insanlık şerefine lâyık bir hayat sürdürebilmenin temel şartı da "adâlet"in hâkim olduğu bir cemiyet içersinde ömür sürülebilmesinden geçer.
Adâlet bulunmayan yerde, ne sıhhatli bir ferdî hayat, ne ahlâklı bir cemiyet, ne fazîlet ve ne de nezâket ve zarâfetten söz edilebilir.
Düşününüz ki, bir cemiyet böyledir yâni âhenk mahrûmudur, orada 'demokrasi' yeşerir, sulh ve sükûn hayat bulur, huzur tesis edilebilir mi?
Şüphesiz ki; bu hâl, an'anevî olarak âilede başlar/başlamalıdır. Âile içersinde, karı-koca hukukundan başlayan âhenklilik veya âhenksizlik, kız çocuk-erkek çocuk ayrımlarına kadar ulaşınca, bütün dengeler daha işin başında altüst olabilir.
An'ane, İslâmî terbiyeyle beslenmedikçe de, oradaki fazîlet yürüyüşü akîm kalır.
Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, "Demokrasi Yolunda" adlı eserinde şöyle der: "İyiliği ve adâleti sevecek, kötülükten ve zulümden nefret edeceksin. Yalnız nefret edip durmayacaksın, hem de onunla mücâdele edeceksin; muktedir isen elin, kolunla; değilsen sözlerin ve yazılarınla; buna da muktedir değilsen kötülük ve zulüm yapanlardan yüz çevirip onlara selâm vermemek ve merhaba dememek suretiyle mücâdele edeceksin. Bahtiyar o memlekettir ki, vatandaşları bu terbiye ile bezenmiştir."
"İyilik ve adâlet" sevilip, "kötülük ve zulümden nefret" edilmedikçe, hangi güzellik mertebesinde varılabilir!..
Yüce ve mukaddes kitâbımızda, Allahü teâla şöyle buyurmaktadır: "Kim, zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de, zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür. " (Zilzâl, 7-8)
Demek ki, herkes, yaptığı ile, muamele görecektir. O hâlde, sağlıklı ve huzurlu bir hayat yaşamak için "iyilik ve adâlet"ten kaçmak niyedir?
Peygamber Efendimiz de, bir hadîslerinde: "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" buyurmaktadırlar.
"Güzel ahlâk", her insanın gaayesi ve hedefi olmalıdır. Çünkü; insan, "güzel ahlâk" ile tezyîn edilmemişse, yaşamasının ne mânâsı olabilir, çevresiyle nasıl iyi münâsebetler tesis edebilir!.. Mümkün mü?
Yetişen çocuklarımıza ve gençlerimize, "güzel ahlâk"ın, "doğruluktan" geçtiğini telkînle kalmayıp, tatbikini de fiilî olarak yaşayarak ve yaşatarak gösterebilmeliyiz. Çünkü; "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" (Hûd, 112) âyeti üzerine, Kâinatın Efendisi Şanlı Peygamberimiz: "Beni, Hûd sûresi ihtiyarlattı" buyurmuşlardır.
Bu da, şu demektir ki, "doğru olmak", insan yaratılmış olmanın en birinci şartı ve birinci vazifesidir.
Başta "yalancılık" olmak üzere, her türlü kötülükten, kendimizi ve çevremizi korumakla mes'ulüz. Kendisi, âilesi, akrabası, yakın çevresi, köyü, kasabası, şehri veya yaşadığı memleketi huzursuz olan bir insan, sağlıklı olabilir mi?
Doğrudur; her şeyin başı sağlık ammâ, sağlıklı bir hayatı sürdürebilmenin yegâne şartı da adâletli bir dünyada, âdil bir cemiyet içersinde yaşamaktır.
Kayırmacılığın kol gezdiği, eşkıyâlığın hüküm sürdüğü, cinâyetlerin alabildiğine boy gösterdiği mekânlarda, şâyet, adâlet, hükmünü ve kararını ortaya koyamaz ise, insan olarak yaşayabilmenin maksadı ve hedefi kaybolmuş demektir.
"Geciken adâlet, adâlet değildir" diye bir söz vardır. Peki öyleyse, "Noksan tahakkuk ettirilen veya hiç tahakkuk ettirilmeyen adâlet nedir, söyler misiniz?"
Ülkemizde, bilhassa "kadın cinâyetleri" olarak hususî bir şekilde dillendirilen ve her ân gündemde tutulan hâdiselerin gittikçe artarak devam etmesindeki yegâne menfîlik, adâlet'in tecellî etmemesinden/ettirilmemesinden başka ne olabilir?
Gaspların, hukukî mânâda önleyici tedbirler alınamamasıyla ayyuka çıkması da bunun bir dîğer cephesidir.
P(i)ikolojisi bozulmuş insanları, hangi maddî ölçüler ayağa kaldırabilir ve yaygınlaşan adâletsizlik söylentilerinin hakîkate varması karşısında hangi cemiyet ayakta durabilir?
Medenî hayat, insan haysiyet ve şerefine lâyık bir sisteme kavuşmak ise, bunu sağlayacak zeminlerin hazırlanması gerekmez mi?
Meydanlarda, eller/kollar havada, "Îdâm!..Îdâm!..Îdâm!..." haykırışlarının yerinde, şimdilerde, niçin sus-pusluk hâkimdir ve gündem de değildir?
Katliamlar mı durmuştur, ne dersiniz?
Yâni; şu sıralarda, her yer ve her şey güllük gülistanlık, öyle mi?..
İnsan hayatı korun(a)mayan, yâni, insana hayat hakkı tanınmayan bir yerde, nasıl, "önce sağlık..." diye nâra atabilirim?! Elbette ki, önce sağlık!..Ammâ!..
Şâyet, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'ndaki (veya dünyânın bütün anayasalarındaki): "Herkes, yaşama, maddî ve mânevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir" (Madde-17) hükmü, yeterince işlemiyor/işletilmiyor ise; bu, "adâlet" ile, sağlık arasındaki irtibat kesilmiştir ve sağlıktan da öte, "yaşama hakkı" akamete uğramış/uğratılmıştır, gasp edilmiştir, demek olmuyor mu?
Adâlet ile hayat arasındaki bu bağı kavi tutmadan, insanların idâre edilmesi ve cemiyetlerin düzenli faaliyetlerde bulunarak yaşaması mümkün müdür?