Hazreti Muhammed’in İslâmi değerler dizisi içinde İslâm dünyası yaşamı en çok etkileyen buyruklarından birisi akraba ziyareti (sılayı rahim) dediğimiz ilkesidir.
Sılayı rahim ilkesi bir kavimler (suku suku) ve sülaleler (keluarga besar) bileşimi olan Endonezya halkının İslâmi ufuk menzilini de belirler. “Sılayı rahim” “sılayı millet” olarak gereken istikamete girebilseydi “yolsuzluk, adam kayırma, iş sorumluluğunu savsaklama yöntemle yerine getirme” üçlü hastalığının (Kakaen, KKN) eriyikleşip iliklere kadar işleyip kanını emdiği kıta gibi büyük devasa ülkenin coğrafi ufkunun emrettiği evrensel İslâm ülkesi olma şansı yükselecekti.
Hazreti Muhammed ve İslâm’ı anlamak için “ulama” sınıfının ufkunu anlamak bizi karamsarlığa sürükleyecektir. Hazreti Muhammed’i anlamak Nur Dağı’na çıkan yokuşu tırmanırken “aidiyet ve mensubiyet” hissini yeniden yorumlamamıza bağlı olduğunu düşünüyorum. O mübarek insan Kâbe’ye bilemediniz 500 metre mesafedeki evinden Cenneti Mualla, İcabe Mescidi vadisini geçip Maabde eteklerinden dik yokuşu tırmanarak geçirdiği yaklaşık 5 kilometrelik güzergâhtaki haleti ruhiyesi akrabayı taallukat endişesi taşımadığından her müslüman emindi.
Türk yaşama zihniyeti “kıtalleşme ve cedelleşme” ile birbiri ile kavga ve çekişme, Endonez yaşam zihniyeti ise “sılayı rahim" ile “keluarga besar” dayanaklı “sorumsuzluk ve yolsuzluğa gerekçe üretiyorsa, Hazreti Muhammed’i tekrar okumak gerekiyor.
Aidiyetimiz neyi simgelemektedir?
Mensubiyet duygumuz, veya bilincimiz niçin düşman veya tepelenmesi gereken hasım üretmektedir?
Bir örnek arıyoruz. Suya hasret vaha gibiyiz. 12. asırdan beri arıyoruz. Ama bulamıyoruz. İşte bu 9 asırlık sürekli 30 yıllık süreçlerde iflas eden devamlı tekrarlana gelen olgudan hareketle diyoruzki bizim din zihniyetimiz mensubiyet ve aidiyet ülküsünü dumura uğratmış, kanser hastası yapmıştır. Neredeyse ölecek sıtma hastası gibiyiz. Ne ölüyoruz. Ne de onuyoruz.
Eşdeş, yoldaş, davadaş, refik üretemedik. Tepeleme ve yağmalama ben merkezli yaşam ufkumuz Kadiri Mutlak Allah’a kayıtsız şartsız inanan ama herbirisi apayrı bir Kadiri Mutlak Tanrı gibi yeryüzünü fesada uğratan ulama, umara, militer sınıfının dahi kendi içinde de amip gibi bölünerek mutlak itaatsizlik üreten hükümran asilerle uyum ve ahenk üretemiyoruz.
Halbuki Hazreti Muhammed’in arkasında Kadiri Mutlak Allah vardı? Ama o bu tam güvenceye dayanmasına rağmen Hazreti Ali’yi hicret öncesi ölüm yatağına sürmüş, Hazreti Ebubekir’i de ölüm yolculuğuna refik olarak seçmişti. Kadiri Mutlak otorite Allah’ın külli iradesine teslim olmamıştı diyemeyiz elbette.
Aidiyetimiz ve mensubiyetimiz keluarga besar adı altında beş on kişilik bir dar çevreye sılayı rahim adı altında milletçe ve ümmetçe bir ölçeğe dönüşmediği müddetçe hep kavga ve anarşi terör ve çekişme üreteceğiz.
Aidiyet ve mensubiyet hissi sülaleye ait olma aidiyetini millete ait olma mensubiyetine dönüştürmesi muktezasını her siyasi gelişmeden sonra yeniden deneyimleyip duruyoruz. Her deneyimlemede de ülkemizden canımız ve geleceğimiz olan doğal varlıklarımızı kaybede kaybede yaşamaya da alıştık.
Siyasetçilerimiz, gide gide vardıkları nokta ailelelerin hükmettiği devasa vakıflarla ülkelerinin varlıklarını sömürüp kemirmekten öte çalıp yağmalayan düzenekler kuruyorlar. Endonezya’da Suharto’nun meşhur 7 vakfı ile Habibi Center bunun canlı örneğidir. Ülkemiz farklı mıdır?
Aidiyet veya mensubiyet duyguları ülkeye hizmet adı altında sülaleyi karun gibi zengin eden vakıflara dönüşmüştü. Suharto’nun 7 vakfı 1998 de düşmesinden sonra araştırıldı. Ama bir sonuç alınamadı. Ama Endonezya halkının kalbinde onulmaz bir yara olarak kaldı.
Japonya’yı 1945 sonrası kalkındıran Truman doktrini gereği alınan 500 milyon dolar bir sene içinde ödenmişti. Orada aidiyet ve mensubiyet hissi “millet” üretiyordu. Ama aynı parayı alan Türkiye ve Endonezya nerede? Endonezya ve Türkiye’deki aidiyet hissi iflas etmişti.