Duanın genel anlamı, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak, ona gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek, yakarış demektir.
Kısaca dua, ruhun gıdası, kalbin nuru, ibadetlerin özüdür.
Anlamını bilmeden tekerleme gibi şarkı/türkü söylemenin, dua söylemenin amaca yönelik bir davranış olmadığına inanırım.
Fransa’da bir kelime Türkçe bilmeyen Fransız çocuğuna şiir ezberlettim ama okuduğu şiirin anlamını bilmediği gibi Türkçe konuşup anlaşamadık hiç.
Dua daha çok genel değil, özeldir.
Başka dilde ve başkalarının düzenlemesi bir duayı okumak yaratana saygısızlıktır bana göre. Kulluğunun farkına varamamak, yaratanla arasına vasıta (torpil) koymaktır.
İçinden geldiği gibi, samimiyetle ve kendi duyacağı bir sesle, sadece kendisi için değil diğer insanların, yaratılmışların cümlesinin huzuru için yaratandan dilekte bulunan bir kişi hangi dilde duygularını daha rahat, daha içten anlatır sizce?
Cenabı Hak,
“Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.”
(A’raf Suresi, 55 ) diye buyuruyor.
Bu, “Rabbinize alçak gönülle, yüreğinizin ta derinliklerinden yalvarıp gizlice, sessizce dua edin. Doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez” demek değil midir?...
Yine, A’raf Suresi, 205-206. Ayetlerde şöyle buyurulur:
“Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için (gizlice) zikret. Gaflete kapılanlardan olma. Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler…”
Ezan okunduğunda sesli sesli edilen dua, Arapçası yerine oradaki herkesin anlayacağı dilden yapılsa makbul dualardan sayılmaz mı?
Ben, “Allah’ım, ezanlarımızı daim, bizi bu topraklarda kaim kıl. İzansız olanlarımız yüzünden bizi cezalandırma, ibadetleri kabul olanlardan eyle bizi, peygamberimize komşu et, âmin” diye ezan duamı kendi kendime yapsam mı daha samimi olur yoksa anlamını bilmeden, namazın olmazsa olmazı gibi cemaatten birinin veya cami görevlisinin sesli sesli okuttuğu dua mı?
Hacca gidenlere Arapça dualar ezberlettirilir. Mutlaka faydası vardır ama bir emekli müftüden dinlediğim şu olay bu konuda en güzel örnektir:
Anadolu’nun bir köyünden gelmiş vatandaşımız şöyle sesleniyor Rabbine, “Ey Allah’ım, beni benden daha iyi sen bilirsin. İçimden geçenleri sen bilirsin. Beni nasıl bilirsen öyle mükâfatlandır Allah’ım…”
Diyor ki anlatan müftümüz “Donup kaldık bu samimiyete de yanımdakilere şöyle söyledim: İşte size içtenlik kokan bir dua… Bir âlim, müftü, hoca bu kadar içten dua edebilir mi dedim”.
Ulu Peygamberimiz,
“İbadetlerin en hayırlısı duadır.
Dua müminin silâhı, dinin direğidir.
Dua en güzel ibadettir. Dua belâyı önler” hadisleriyle konunun önemini belirtmemiş mi zaten?
Ayrıca şu hadis ne kadar düşündürücüdür.
“Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram kimse, ellerini açmış dua ediyor. Hiç onun duası kabul edilir mi?”
Bir de bunu göze ve kulağa soka soka yapıyorsa, Allah korusun.
Ezberlenmiş özlü duaların topluca yapılmasını gerektiren zaman ve durumlar olabilir. İşte onlardan biri:
“Bize güç ver, cihat meydanını
Pehlivansız bırakma Allah’ım!
Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız
Ve vatansız bırakma Allah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma Allah’ım!” diyen Arif Nihat Asya’nın bu duasında bir kusur mu vardır?...
Bu, en has Türkçeyle söylenmiş duaya “Âmin” demeyen, bahane üreten bizden değildir.
Yaratana en içten hislerimizi doğrudan anlatma/aktarma hakkımızı kısıtlayarak bilmediğimiz dille duygularımıza gem vurulması gayretleri ne kadar düşündürücü ve acıdır.