Sıcak kuşak insanları ile dönence kuşağı insanları arasındaki anatomik fark; tıpkı bitkisel örtü ve fauna arasında fark gibi benzerlikler gösterir.
Neden Endonezlerin burun delikleri ve ağzı büyük ölçekli Eskimolarınki ise küçücük veya dönence kuşağındaki milletlerin burunları ikisi arasında büyüklükte oluyor?
Çöl ayısı ile kutup ayısı da aynı şekilde burunlarıyla kıyaslandıklarında aynı sonucu veriyor. Niçin böyle olduğuna anatomik olarak bakınca izahımız iklimsel gereksinimlerle birlikte geliyor.
İnsanın yaşaması için oksijene ama normal sıcaklıkta ve gerekli hacimde oksijene ihtiyacı vardır.
Sorumuzun cevabı da bu noktada belirmektedir. Eğer kutuptaki insanın burnu büyük olursa oksijen dolu ama içi buz kesecikleriyle dopdolu hava içeri girip ciğerleri çürütecektir. İşte küçücük burun deliğinden oksijen dolu hava içeri girip hem ısınmakta hem de insana hayat vermektedir. O nedenle de Tanrı o insanların burnunu küçücük yaratmıştır. Peki sıcak kuşaktakiler yani Endonezler, Araplar vesaire nasıl oluyor? Oksijen ekvator sıcağında azalmaktadır. Burun ne kadar büyük olursa o kadar çok oksijen çekecektir. Ciğerlerin çürümesi tehlikesi yoktur. O zaman da ekvator insanının burnu çok büyük yaratılmıştır.
Peki sıcak kuşak insanların derileri neden çok yumuşak ve hassas oluyor? Sıcakta son derece gevşiyor ve son derece duyguya ve hisse, hissiyata ve haleti ruhiye etkinliklerine duyarlı duyarlı hassasiyeti hem iklimsel hem de hem de anatomik nedenlere yüksek bir kişilik oluşuyor. Örneğin Türkiye’de 60-70 derece bir hamamda bir Endonez kolay kolay banyo edemez. Kendi ülkesinde iklim 23-36 derece arasında gezen bir havada büyüyen bir beden; suyun sıcaklığı 38 derecede banyo edebilir kaplıcada. Ama Sivas Sıcak Çermikte iklim 5 derece su sıcaklığı 60-70 derecede banyo etmeye zor cesaret eder. Banyo edip de derisi su toplayan Endonez bilirim ben. Böyle koşulda banyo eden ama derisi su çiçeği gibi iri iri su tomurcukları toplayan Endonezler vardır.
Aynı şekilde kutuplarda yaşayan eskimoların burun delikleri de çok küçüktür. Buz parçacıklarıyla dolu eksi 60 dereceye kadar havadan içeriye oksijen yani buz gibi havanın girmesi engellenecektir. İşte bu nedenle burun delikleri küçüktür.
Kutup ayısı ile çöl kurdu burunları da böyledir. Hayvanlar dünyası da aynı şekilde iklimle uyuşmuştur.
Hal böyle olunca yaşam tarzları din ve günlük yaşam zihniyetleri de iklimin izin verdiği doğrultuda gelişiyor. Orta Cavalı özellikle Yogyakarta’lı Endonezlerin konuşma stilleri o derece de düşük frekanslı ve o derecede yumuşak seslidirki ses adeta rüyada şırıl şırıl akan bir şelaleden dökülür gibidir. Son derecede alçak frekanslı ses ile hissiyatı anlatmak karşısındakini de etkiliyor. Ama Cakarta çevresindeki Betawiler için Japonlara benzediklerini Japon bir papazdan dinlemiştim. Ama Orta Cava insanı ise farklıdır.
Bana Endonezlerin “neden bağırarak konuşuyorsun?” diye sormalarınının nedenini Orta Cavalı bir hanımla tanışmanın ardından internet ortamında Orta Cavalı kökenli yutupları defalarca izlediktan sonra daha iyi anladım. Ses tonumu indirdiğimhalde yine de bu sözü söylüyorlardı. Türkler Endonezlere göre konuşmuyorlar, bağarıyorlar.
Kızılağaç mıydı çınar ağacı mıydı tam hatırlamıyorum. Tema Vakfının erozyon konulu bir haftalık seminerinde bir emekli ziraat profesörü şunları söylemişti: Tüfeğin yiv seti gibi yaprakların milimetrik çıkıntılar oluşturur. Daha az yıllık yağış olan Trakya bölgesinde büyüyen yaprak; gövdesinde nemi toplar bir gramını dahi zayi etmez hepsini emer. İhtiyacını giderir. Ama daha çok yağış alan topraklarda Karadeniz Bölgesinde büyüyen aynı ağacın yaprağının geniş oyuklar halinde bulunduğunu, çünkü eğer yağmur oyuklar arasından akıp gitmezse çok yağış nedeniyle çok nem toplayacak ve çürüyecek olmasına karşı ilâhi bir önlem olduğunu söylemişti.
Tabiattaki ilâhi uyum kuralı evrene hükmeden insanın anatomik yapısında ve buna bağlı olarak yaşam düşüncesinde de ana belirleyici oluyor.
İnsan farkında olarak veya olmayarak kendi anladığı yerel din inancını (syncretist religion) geliştiriyor. Esas din istikametine oturtuyor.
Özellikle din zihniyetinin iklim koşulları ile sağladığı uyum, ana topraklarından 8 bin kilometre uzaktaki İslâm inancının farklı şekillere bürünmesine neden oluyor.
Örneğin meleğin ışık olan yerde bulunduğunu ışık olmayan yerde bulunmadığını o nedenle de karanlık odaların ışıklarını ısrarla yakan dini bütün namazında niyazında bir sürü Endonez tanıdım. Bu güneşe (matahari) saygı temelli atalarının dini Hindu inancının İslâm olunca reddedemediği iklim temelli karakterinin dini uyumlaştırma ile sonuçlandırdığı bir karar mekanizması olarak 11 yıllık deneyim sonunda karar verdim.
Sizin anlayacağınız topoğrafya ve iklim din zihniyetimizin istikametini belirleyen ana etmenlerden birisidir. Siz bakmayın ulama sınıfının şu İslâmidir bu bu İslâmi değildir demelerine.
şte bir örnek; yılda 2500 kg. ortalama yağış bulunan Endonezya adalar insanı abdest alırken sudan adeta korkar gibi çarçabuk abdest alır ve suyu çok az kullanır. Organları da üç kere yıkamaz. Sadece farzları yerine getirir. Bize çocukluğumuzda öğretilen abdest ise; suyu bol bol, derilere kıl diplerine kadar kullanacaksınız diye anlatan hocaefendileri hatırladım durdum Endonezya’da. Bu farklı zihniyetin sebebini yılda 650 kilogram yağış alan ülkemizde oluşan alışkanlık ve zihniyet ile ister istemez karşılaştırdım. Endonezya’nın üçte biri kadar az yağmasına rağmen suyun bol bol kullanılarak sünnetleriyle beraber eda edilmesini sadece mezhep farklılığı ile izah etmek yerine doğru dürüst baraj üretmeyen ve terkos suyu bile bulunmayan Endonez yaşam zihniyetindeki suya ve yağmura bakış ile izah etttim. Çok yağmur yağınca ” Ini musibah” bu musibet diyen Endonez ile Türkiye’de yağmura “rahmet” diyen ve çocuklara Yağmur adını bile takan Türk arasında din zihniyeti açısından dağlar kadar fark var. İklim koşullarının kazandırdığı alışkanlık yaşam zihniyetini doğrudan etkiliyor. Yılda 350 kg. yağış alan Konya’da “Nisan Tası” geleneğini hatırlayınız. Bir gram su bir gram altın gibi değerli ve o derecee mübarek kabul ediliyor.
Endonez din kardeşlerimizi ne kadar iyi tanırsak İslâm dini ufkumuz da o kadar genişleyecektir. Bu açıdan Endonezlere minnettarım. Ömür boyu sürecek bir Endonezya hastalığına yakalandım. Yazarak ve inceleyerek iyileşmeye çalışıyorum.