Her insanın bir mesleği vardır ve o sahada en önde bulunmayı arzu etmesinden tabiî de bir şey olamaz. Ancak; fikir adamı olmak farklı bir şeydir. Her iki sahada da önde bulunmak apayrı bir kaabiliyet işidir. Buna rağmen; fikir adamı olmanın, meslekî hayatta önde olmakla çok da ilgisi olduğu kanaatini taşımıyorum. Çünkü, her kişi, fikir adamı olmaya müsait değildir ve ne kadar çabalasa/gayret gösterse/didinse de, bu, mümkün olmaz/olamaz/olmayabilir.
Meslekleriyle tamamen tezat teşkil eden güzel san’at mensubu şâirler, edibler, ressamlar, mûsıkîşinalar, hattatlar da böyledir. Meslek erbabı doktorlar, mühendisler, öğretmenler, hâkimler, avukatlar...da böyledir!
Türk fikir hayatına, meslekî eserleri ve makaleleri hâricinde, çok farklı eserlere de imza atan bir isim olarak Prof. Dr. Kenan Erzurumlu’nun son eserinden söz etmek istiyorum. Prof. Dr. Erzurumlu; bu sahada, Akademik Bakış-1, Akademik Bakış-2, Pontusçuluk-Misyonerlik, Türklüğe Bakış, Sevdâmızın Adı Amasya, Gerçeğe Hû Diyelim, El Neştere Değince, Koca Reis Fahri Uzun, Mustafa Kafalı, Mistisizm ve Tasavvuf, Devlet ve 21. Yüzyılda Türk Cihân Hâkimiyeti adlı kitaplarından sonra, “Aşiretleşmenin Eşiğinde KOÇ MEHMET’İN TORUNLARI” adlı kitabıyla da okurla buluşmuştur.
Prof. Dr. Erzurumlu, eserini “Sunuş” yazısında, maksadını ve hedefini şöyle îzah ediyor:
“Bu kitap, bir arayışın sonucudur. Erzurum'dan gelen soyumuzu araştırmaya başlamamız kişisel meraktan kaynaklanmıştır. Günümüz Türkiye'sinde, mikromilliyetçiliklerin ön plana çıkarıldığı, "Türk'üm" demenin neredeyse suç sayılacağı/ırkçılıkla eş tutulacağı, "hâkim kültür" ve "cevher-i asli" kavramlarının unutturulmaya çalışıldığı anlayışların hâkim olduğu günler yaşıyoruz.
Bu amaçla, soyumuzu bilmek; mümkün olduğunca eskiye giderek, tarihî gerçeklere dayanan bir soy araştırması yapmak ve gelecek nesillerimize bırakmak istedim.
Yakın dönemlere ait tespitlerde, ailenin ihtiyarları tarafından, ağızdan ağıza nakledilen anılar büyük pay sahibi oldu. Daha eskisi ise Osmanlı dönemine ait belgelere dayandırılmak durumunda idi.“ (Bknz. Erzurumlu, Doğu Kütüphanesi Yayınları, İstanbul 2018, Sf. 7)
Bu ifadelerden de anlıyoruz ki, Prof. Dr. Erzurumlu, dîğer birkaç eserinde olduğu gibi, yine “sosyolojik bir araştırma” peşinde yürümüş ve bunu, elde ettiği veriler nispetinde değerlendirmiştir.
Aslında, bu, çok önemli bir faaliyettir. Peygamber Efendimizin: ”Soylarını biliniz.” ve “Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi kavmine hizmet edendir.” Mübârek sözlerinin de yerine getirilmek istenmesinden başka bir şey değildir.
Her kavim mensubu için, “Soyunu bilmek”ten daha tabiî ne olabilir. Soysuzluk, kozmopolitlik mi mûteber olmalıdır yoksa bir kavme mensubiyet mi?
Kaldı ki, Yazar’ın işâret ettiği, “Günümüz Türkiye’sinde, mikromilliyetçiliklerin ön plana çıkarıldığı” ve “Türk’üm demenin neredeyse suç sayılacağı/ırkçılıkla eş tutulacağı, hâkim kültür” ve cevher-i aslî” kavramlarının unutturulmaya çalışıldığı anlayışların yaygın olduğu günler yaşıyoruz.” Tespiti, bu araştırmanın ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Elbette ki, böyle bir araştırmanın netîcesi kadar, buna dâir verilerin tespiti ve temini için tâkîp edilen yol da (usûl de), bir ‘numûne’ teşkil etmektedir. Arzu edenler, bu yolla kendi hüviyetlerini araştırmaya girişebilirler. Bunda; bir takım art niyetlilerin, cibilletten mahrûmlar soysuzların ‘ırkçılık iftirâları’ asla geçerli olmamalıdır.
Şüphesiz ki, Prof. Dr. Erzurumlu’nun bu ‘soy araştırma gayreti’nin, eserin aslından okunması tek dileğimdir. Ancak; “Sunuş”tan birkaç hususu daha nakletmekte fayda görüyorum. Yazar, sözlerine şöyle devam ediyor:
“(...) Soy-sop araştırmaları ile ilgili, son olarak değinmek istediğimiz konu, İçişleri Bakanlığı, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün elektronik ortamda açtığı "Alt Üst Soy Belgesi" araştırmasıdır. Maalesef bu konuda, "dağ fare doğurmuştur."
Osmanlıca belgelerin yeterince değerlendirilememesi/okunamaması nedeniyle, söz konusu hizmet, Latin alfabesine geçene kadar olan kısmı hatalı tercümelere sahne olmuştur. Sözgelimi dedem "Ahmet Erzurumlu", çocukluk çağımızda iken, 77-78 yaşında vefat etmiş olmasına rağmen, kayıtlarda doğum- ölüm tarihleri 1836 -1960 olarak gözükmektedir. Soy kaydımızda, Keza, dedemin, 1915'te Erzurum'dan göç etmiş olmasına ve orada kalan akrabalarımızı bilmemize karşılık; nüfus kayıtlarında bilgi bulunmamaktadır.
Öte yandan, 95 milyon civarındaki Osmanlı belgesinden henüz ancak % 10'unun okunmuş olması da, yaşadığımız belge-bilgi açlığını izah etmektedir.
Bu kitap arayışın sonucudur, demiştim.
Arayış devam etmektedir.
(...) Bir başka gençle yaptığımız görüşmede ise, bana sormuştu: "Hocam, biz Türk'müşüz; öyle mi?"
Tedbirli bir cevap vermiştim. "Biraz, var."
Tekrar sormuştu: "Ne kadar?"
"Karakeçiliyiz. Öz be öz Oğuz'un Kayı Boyu."
"Bıyıklı Mehmet Paşa'nın soyundan olduğumuz söyleniyor."
"O'nun olduğunu sanmıyorum. Belge-bilgi yok. Ama dip dedemizin Karakeçililerden Koç Mehmet Bey olduğu kesin."
Prof. Dr. Kenan Erzurumlu, 203 sayalık eserini, “SONSÖZ” ile şu cümlelerle bitiriyor:
“Beşyüz yıllık bir süreçte bir aşiretin yaşadıklarını, parçalanmasını, kimlik değiştirmelerini incelediğimiz bu çalışma sonunda; aynı soydan (Türk), aynı boydan (Kayı), aynı oymaktan-aşirettin (Karakeçili) gelen bir ailenin tarih içersinde sosyal gelişmelerden nasıl etkilendiğini araştırmaya çalıştık. Aynı kökten gelen bir ailenin farklı kulvarlara ayrışmasının arkasında yatan sebepleri tartışmayı amaçladık.
Hiçbir kimseyi-kurumu suçlamak arzusunda değiliz. Yaşananlar yaşanmıştır. Değiştirmek mümkün değildir.
Karakeçili-Kayı-Türk kimliği aslımızdır.
Bir olmak, iri olmak, diri olmak temel arzumuzdur.
Görelim mevlâm neyler; neylerse güzel eyler!..”