Mehmet Emin Resulzâde'nin talebi üzerine, Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa ( Killigil) komutasında, Azerbaycan, Kuzey Kafkasya ve Dağıstanlılar'dan meydana gelen yirmi bin kişilik gönüllünün takviye ettiği Kafkas İslâm Ordusu'na bağlı birlikler 15 Eylül 1918 tarihinde, karşılarındaki Rus -Ermeni kuvvetlerini yenerek Bakü'ye girdiler.
Bakü şehri; bin yüz otuz şehit verdiğimiz bu savaşla, Rus-Ermeni ve İngiliz zulmünden kurtuldu. Ammâ...Vladimir Ilyich Lenin'in kanlı eli durmadı...Kızıl vahşet kendini hissettirdi...Ve!..
Çok geçmeden, Azerbaycan, Ruslar tarafından, 1920 yılında, yine işgal edildi.
Şüphesiz ki; bütün bu hâdiselerin " Niçinleri , yeterince düşünülmedi !"
Elbette ki, düşünülmeliydi ve hâlâ da düşünülmelidir!
Önce; iç muhasebe...Ardından,dış cephe... Ve nihâyet, müşterek mukayese! Şarttı! Şimdi de şarttır! Bu " şart", maalesef, istenen seviyede düşünülüp irtibatlandırılmıyor !..Niçin?
En azından şunu diyebilirim ki, bu azîz millet, o günlerde, 1912 Balkan Savaşları'nda itibaren , durmadan -tam on sene-cephelerdedir ve durmadan zayiat vermektedir...Niçin?
Av. Özcan Pehlivanoğlu, 30 Mart 2013 tarihinde, Samsun Türk Ocağı'ndaki " Balkanlar'da Türk Varlığı" konulu konferansında söylemişti. Kaydettim!.
Dedi ki; " Şu ifade , 2. Doğu Ordu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa'ya aittir: Rumeli'nin kaybında tek suçlu: " Türk Milleti'nin kendisidir."
Bu son cümleyi ve buna benzer olanları düşününüz! Ve suçlu arayınız! Suçlu kim? diye ister içinizden , isterseniz haykırarak bağırınız/bağıralım, hep aynı noktaya varacağımızı düşünüyorum!
Evet; nihâyet düşünüyorum(z) ! Ve inşâ-Allah, bu düşünmem(iz)de geç kalmış olmam/olmayız!
Sonra ne oldu? Burada, Attilâ mes'elesinde olduğu gibi, araya "papa " falan girmedi. Ammâ, girmiş olanların da olabileceği düşünülmedi!...
Karadeniz, çırpındı durdu; lâkin,durulmadı ! Ve, bu zamanda bile hâlâ çırpınmasının geçtiğini zannetmiyorum! Zîrâ !..
Çâreyi, kendinde arayacaksın; sonra da, aramayı, arama çârelerini arayacaksın, bulamaz isen, yalpalayıp durursun! Nereye çarpacağın ve nerede duracağına -maalesef- başkaları karar verir!
Bunu da düşünmelisin! Hem de, hiç ara vermeden...Dâimâ düşünmeli..Düşünmeli!..Düşünmelisin!..
Gelelim, Ahmet Cevat Ahundzâde'ye...Bu büyük insana...Fedâkâr ve cesûr insana...Şâir ve fikir adamına! Bu ilim ve san'at âbidesine!..
05 Mayıs 1892 yılında Azerbaycan'ın Gence yakınlarındaki Şamhor bölgesinin Seyfeli köyünde doğan Ahmet Cevat Ahundzâde; Gaspıralı İsmail Bey'in " Dilde, Fikirde, İşde Birlik" ilkesine bağlı ve Türkçe'nin, Türk Dünyâsı'nın müşterek dili olmasını gaye edinen bir yapıya sahip oluşu, O'nun, ilk önce 1923'te tutuklanıp Sibirya'ya ve bilâhâre de, henüz kırkbeş yaşında iken, çok genç bir yaşta, 1937 yılında, kızıl vahşetin en kanlı eli, kırk milyon Müslüman Türk'ün kaatili Josephin Stalin tarafından kurşuna dizilerek şehit edilmesine sebep teşkil etmiştir.
Bu da düşünülmedi!...Düşündürülmedi!..." Beni, Stalin yarattı!" diyerek, ölümünde " gözyaşı dökenlere" alkış bile tutuldu. Katliâmlar unutuldu, unutturuldu!...
O Ahmet Cevat ki ; aynı zamanda, 1912'de, gönüllü olarak, Balkan Harbi'ne katılan mücâhid ruhlu bir kahramandır, O'na ne kadar minnet ve şükranlarımızı sunsak ve duâ etsek azdır!..
Yüce Rabb'im kabrini cennet bahçesi etsin! O'nu nûr içinde yatırsın! Ruhu şâd olsun!
Ve her şeye rağmen; peşinden, milyonlarca Müslüman Türk gencinin, hem ruhuna Fâtihalar okuduğunu ve hem de " Çırpınırdın Karadeniz" diye daha gür ve emin bir sesle haykırdığını söylemek isterim!