Bir dostun, bir arkadaşın, bir ağabeyin, bir şâir ve edibin, bir muhabbet ehlinin, bir söz ustasının ardından yazmayı...bu kadar zor bir vazîfeyi yerine getirebilmenin endîşesini taşıyorum...Ârif Nihat Asyalar’ın, Necip Fâzıllar’ın, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlular’ın, Mehmet Çınarlı, Nevzat Türkten, Abdurrahim Karakoç, Rıza Akdemir, Feyzi Halıcılar’ın...ardından yazdıklarımı düşünüyorum da, elimden duâdan başka bir şey gelmediğini tekrar etmek istiyorum.
Şimdi de, her zaman, sohbetimizde, telefonla konuşmamızda kendisine dâima ‘ağabey’ diye hitâp ettiğim Türk şiirinin bambaşka bir renkli simâsı Bahaettin Karakoç’u kaybetmenin üzüntüsüyle, ardından kalem oynatmanın heyecanını ve tedirginliğini yaşıyorum!..Dil ne kadar dönerse, kalem ne kadar faaliyet ve maharet gösterebilirse o kadar!..
Bahaettin Karakoç...heyecanlı adamdı, güzel adamdı, vatansever adamdı, dindâr adamdı, dobra adamdı, güzel ve hakîkî şiirimizi yazan adamdı...Velhâsıl: Adamdı!..Adam gibi adamdı!..Yetmez mi?
O’nunla ilk fikrî irtibatım, “Sevgi Turnaları” adlı şiir kitabı hakkında, Öncüler Dergisi’nin Mart 1976 tarihli 3. Sayısı’nda yazdığım tahlil yazımla başlar. Az bir zaman mı?
Ancak; yüzyüze görüşmemiz daha sonralarıdır. 01-03 Haziran 2001 tarihlerinde,Tokat Valiliği, Tokat Belediye Başkanlığı, Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesi Rektörlüğü ve Çınar Dergisi’nin müştereken düzenledikleri “Tokat Yeşilırmak Çınar Şiir Şöleni”nde beraberdik.
Çınar Dergisi’nin Temmuz- Ağustos 2001 tarihli sayısında yaptığım değerlendirmede şöyle demişim: “Program mükemmeldi; ve, beş bölümden ibaret olarak planlanmıştı. Bunlar sırayla: Atatürk Kültür Sarayı’nda şiir konulu panel, imza günü, şiir şöleni, Ballıca Mağarası gezisi ve Gazi Osman Paşa Üniversitesi gezisi. Ancak; şölene olan büyük ilgi, şölen tertip heyetinin ciddîyeti, programa “Kanal T Televizyonu”nun harekete geçmesiyle biraz daha önce başladı.
01 Haziran akşamı, Osman Arslan, Salih Akkoç, Bahaettin Karakoç, Mehmet Yardımcı ve ben M. Halistin Kukul, “Kanal T Televizyonu”nda şiirimiz hakkında sohbet ettik ve Tokat halkının bediî zevklerine tercüman olmaya çalışarak şiirlerimizden örnekler sunduk.”
Ertesi gün, öğleden sonra Atatürk Kültür Sarayı’nda yapılan panelde, konuşmacı olarak yine beraberdik.
Burada bir hâtıra nakletmek istiyorum:
O akşam, Şiir Şöleni yapılacaktı ve salonun altı da üstü de tıklım tıklım doluydu. Oturulacak yer yoktu ve çok kişi de ayakta duruyordu.
Biz şâirler ön sıradaydık. Sıraya göre, ilk şiiri, Bahaettin Ağabey okuyacaktı. Fakat, sunucu arkadaş, kendisine bilgi vermeden zarûrî bir değişiklik yaparak sahneye Göktürk Mehmet Uytun’u dâvet etmişti. Bahaettin Ağabeyle yanyana oturuyorduk. “İlk ben okuyacaktım!” diye mırıldanarak ayağa kalkmak isteyip tepki göstermek istedi ammâ, erken davranıp kolundan tuttum ve fazla bir şey demesine de fırsat vermeden O’nu, koltuğuna oturttum.
Sahneye çıkan Göktürk Mehmet Uytun oldukça hâlsizdi. Bir ameliyat geçirdiğini hepimiz biliyorduk, fakat, bundan Bahaettin Ağabeyin haberi olmamış olacaktı ki, bu tepkiyi gösterdi.
Sonradan öğrendik ki, Göktürk Mehmet Uytun oldukça rahatsızdı ve sırf dostlarla buluşmak için şölene katılmıştı. Zaten, çok geçmeden de vefât ettiği haberini almıştık.
Diyeceğim o ki, Bahaettin Karakoç, yerinde duramayan, haksızlığa dayanamayan, zaptedilmesi güç bir mizaca da sahipti.
Kitaplarındaki “İthâfları” itinâyla yazardı. Bu, karşısındakine verdiği değerin de bir ispatı gibiydi. Ayrıca, el yazısı da çok güzeldi.
Bahaettin Karakoç’un millî ve dînî değerlerimizde hassas bir insan olduğunu ifade etmiştim. Şu var ki, sosyal mes’elelere asla kayıtsız değildi. Türkçe hassasiyetini, bütün şiirlerindeki titiz inşâda bulabiliriz.
Zâten, “Türkçem” adlı şiirinde de bu zarâfeti ve Türkçe aşkını görebiliriz:
“Türkçem kıpır kıpır, Türkçem renk-ışık
Sanki imbiklerden süzülüp gelir.
Beyaz gül, mor sümbül, mavi sarmaşık
Gönül bahçemizden çözülüp gelir.
Annem damağıma sağmış süt diye
Vakte nokta nokta kazılıp gelir.
Dolamış diline babam kut diye
Her söz mısrâ mısrâ dizilip gelir.
Bugünüm, yarınım, ülkemdir Türkçem
Türkçem gök katında yazılıp gelir.”
Bahaettin Karakoç’la birçok şiir şöleninde daha buluştuk. Telefonla görüştük. Ancak son görüşmemiz, 2012’de oldu. 12-14 Ekim 2012 tarihinde Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığı Kültür ve Sosyal İşler Dâiresi Başkanlığı tarafından düzenlenen “Samsun Şiir Günleri”de buluşma fırsatımız olmuştu.
Yalnız bir şey var ki, küçük kardeşi Abdurrahim Karakoç’u kaybedeli daha bir kaç ay geçmişti. Onun üzüntüsü hâlâ üzerindeydi ve Hayrullah Eraslan tarafından hazırlanan “Abdurrahim Karakoç” özel sayısı olarak bir kitap neşredilmişti.
Sohbetimiz esnâsında, “Kitap çıktı. Bana da geldi. “deyince, Bahaettin Ağabey, “Nasıl?” dedi, sana geldi de, bana, niçin hâlâ gelmedi?” diye tepkili oldu.
Heyecanı, haddinden fazlaydı. Şimdilerde yıkılmış olan Samsun Büyük Oteli’nin salonundaydık. “Ağabey, dedim, isterseniz hemen gidip getireyim.”
Yüzüme baktı. “Evin yakınsa, ricam olacak!” dedi. Hemen kalktım. Evim, gerçekten yakındı. Fakat, takriben yarım saatlik gidip gelme süresini Bahaettin Ağabey nasıl geçirecekti, bilemem!..
Kitabı getirdiğimde, “Teşekkür” edip, hasretle ve hararetle kitabı alıp sayfalarını çevirdi. Sanki, sayfalarında, kardeşinden koku alıyor, onunla soluklanıyordu. Bir süre sonra bana döndü ve: “Bu, bende kalsın, sana, bunun yerine, Ankara’ya gidince iki kitap gönderirim, birini de bir arkadaşa verirsin” dedi.
Hüznü, sevinci karmakarışıktı.
624 sayfalık kitapta, Abdurrahim Karakoç hakkında benim de iki yazım vardı. İlk yazı, Bahaettin Ağabeyindi ve yazısı şöyle başlıyordu:
“Bağban göçtü bu âlemden bağ yerinde duruyor.
Irmak yatak değiştirdi, dağ yerinde duruyor.
Benim iki yaş küçüğüm, ailemizin medâr-ı iftiharı, şiir severlerin Demirkazık yıldızı, insanlığın yüz akı, onurlu kavgaların uç beyi, kutsal barışların beyaz güvercini, şiir ve fikir dünyamızın nefes borusu, anavatan Türkiye’nin ve Müslüman Türk dünyasının ünlü ama garip şairi Abdurrahim Karakoç’u 7 Haziran 2012 tarihinde kaybettik; onu kaybettiğimiz tarihten beri hassas bir yanım daima yarım ve sızılı...”
Eh!..Bir insan, bu kadar zarîf ve duygulu yazar, değil mi?
İşte, vefât edenlerin ardından yazmak böyle bir şey!..İnsanoğlu, bu dünyaya, nerede, ne zaman ve nasıl vedâ edecek, Allahü teâlâdan başka kim bilebilir!..
Hepsinin rûhları şâd, kabirleri nûr, mekânları cennet olsun!..