Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil'in, ilk baskısı 1948'de yapılan "Türkçe Meselesi" adlı kitabından bir bölüm nakletmek istiyorum. Bu; sâdece kendi zamanının ve öncesininkilere değil, günümüzdeki tartışmalara da ışık tutacak mahiyetindedir.
Günümüzde; zaman zaman 'yok kabûl' edilen, zaman zaman "millet-milletimiz-azîz millet-tek millet" gibi ifadelerle geçiştirilen ve zaman zaman da, 'söylenmek mecbûriyetinde' kalınılan 'Türk' kelimesi, Başgil'in yazısında hakîkî değerini bulmakta ve bu tarz düşünenlere de bir cevap teşkil etmektedır.
Şüphesiz ki, bu hususta, Başgil'in yazısı ne ilktir ve ne son olacaktır. Bunu, sâdece bir numûne olarak sunuyorum.
Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Birinci Cihân Harbi yıllarında, savaşa bizzat katılmış, dört buçuk sene Kafkas Cephesi'ne bulunmuş, bir 'cephe' ve 'kürsü' adamıdır.
Hem hayat tecrübesi ve hem de ilmî mertebesi yüksektir. Bu bakımlardan, nezdimde, hem nâdirlerden ve hem de mûteberlerdendir.
Başgil'in, buraya aldığım yazısı, bu kadarıyla bile, millet / Türk ve Türk Dili/Türkçe bahsine hem ilgi duyanlar ve hem de şaşı bakanlar için ibretlik olduğunu düşünüyorum.
İşin aslı; kitabın tamamını okumaktır.Bu mümkün değilse, "Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil Ve Türkçe Meselesi" adlı, Türk Yurdu Dergisi'nin, Ekim 2012 sayısında yayınlanan makalemin okunması bu hususta bilgi edinmeniz için yeterli olacaktır.
Başgil; baştan sona ilgi çekici tespit ve tavsiyelerle dolu bu eserinde, mes'eleyi apaçık bir şekilde yaşadığı tecrübeleri de naklederek ortaya koymakta, maksatlı telkinlerde bulunanları îkaz etmekte ve yol göstermektedir.
Başgil şöyle der:
“Benim nazarımda ve tarihin öğrettiği hakikatler önünde, bu memlekette “ Osmanlıca” ve “ Öz Türkçe”, beyaz Türkçe, Kızıl Türkçe… gibi birkaç dil yoktur. Nitekim bu topraklar üstünde Osmanlılar, Öz Türkler…diye kimi, Bizanslılar gibi, gelip geçmiş; kimi de nereden gelip ne idüğü belli olmayan birçok millet yoktur.
Bu topraklar üstünde tek millet vardır: Muhtelif soy unsurlarının uzun bir tarih vukuatı ve istihaleleri içinde ve bir çok ruhî ve içtimaî faktörlerin yumruğu altında yuğrulup Türk ekseriyetinin kanı, inancı ve kültür ile kaynaşmasından hasıl olan ve ülke hududları Lozan muahedelesiyle çizilen bugünkü Türk milleti. Bu milletin de bir tek dili vardır: Yerli ve yabancı muhtelif dil elemanlarının tarih kazanında kaynaya kaynaya helmelenip( iyice pişip) hamur olmasından meydana gelen ve her büyük milletin dili gibi, iç ve dış mantığının icaplarına göre, yavaş fakat devamlı bir tekâmül süzgecinden geçerek süzüle süzüle bugünkü berraklığını bulan memleket dili Türkçemiz. Sayısız fikir ve kalem sahibi nesillerin asırlar içinde göz nuru dökerek karınca sabrıyla işleyip şimdiki inceliğine eriştirdiği atalar mirası Türkçemiz. Çatısı ve yapısı itibarıyla dünyanın en modern, âhengi ve edâsı itibarıyla en şirin, sadâsı ve telâffuzu itibarıyla dünyanın en hoş ve tatlı dillerinden biri olan güzel Türkçemiz. Millî kütüphânemizi dolduran ve bugünlerimizi dünlerimizin asâletine bağlayan, ilmî ve edebî sayısız kitapların ve kitabelerin sessiz ve mukaddes dili Türkçemiz. Her kelimesinde asil bir milletin en az bin yıllık bir tarihinin biriktirdiği mânâ ve hâtıralar saklı bulunan lisan şekline girmiş millî ruhumuz, hararet ve heyecan ocağımız, ana baba dili canım Türkçemiz. Çocuklarımızın evde ana babalarıyla, mektep koridorlarında hocalarıyla, herkesin sokakta, pazarda, iş üzerinde ve ahbaplık ederken birbiriyle konuşup anlaştığı millet malı ve âmme patrimuvanı( kamu mirası) Türkçemiz. ” (Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Türkçe Meselesi, Yağmur Yayınevi, İstanbul 2006, Sf. 13-14))
İşin özü: "..tarihin öğrettiği hakikatler önünde...Bu topraklar üstünde tek millet vardır....bugünkü Türk milleti..." ve "...her büyük milletin dili gibi...memleket dili Türkçemiz...atalar mirası Türkçemiz...dünyanın en hoş ve tatlı dillerinden biri olan Türkçemiz...ilmî ve edebî sayısız kitapların ve kitabelerin sessiz ve mukaddes dili Türkçemiz.....millî ruhumuz, hararet ve heyecan ocağımız, ana baba dili canım Türkçemiz...millet malı ve âmme patrimuvanı (kamu mirası) Türkçemiz..."
Bu milletin dili, târihin en derin zamanlarından beri ve dünyanın en ücrâ köşelerinde, en geniş coğrafyalarında, milyonlarca insanın konuştuğu Türkçe'dir.
Şimdi; birileri dedi ve istedi diye, bu dil yok mu sayılacaktır?
Şimdi, Oğuzhanlar, Alparslanlar, Ertuğrul Gaaziler, Osman Gaaziler, Fâtih Sultan Mehmedler...yok mu sayılacaktır?
Şimdi; Ashâb-ı Kirâm'dan sonra İslâm'a en çok hizmet eden "Millet" yok mu sayılacak? Böyle bir "Millet"in adını telâffuz etmek bâzılarına niçin zor geliyor?
İtikad'da Müturidi Mezhebi'nin kurucusu Ebû Mansur Maturidi yok mu sayılacaktır?
Kur'ân-ı Kerîm'den sonra en kıymetli eser olan ve Peygamber Efendimiz'in mübârek sözlerini ihtivâ eden Sahih-i Buharî 'yi / Buhârî'yi Şerîf'i hazırlayan Muhammed b. İsmail Buharî yok mu sayılacaktır?
Kur'ân-ı Kerîm ve Buhâri-yi Şerîf'ten sonra en kıymetli eser kabûl edilen 25.618 beyi tlik Mesnevî'nin, kırk küsur bin beyitlik Dîvân-ı Kebîr'in ve daha bir çok eserin yazarı Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî yok mu sayılacaktır?
Son Şâirler Sultanı Necip Fâzıl'ın: "Şiirde varılmaz derece Yunus'tadır" dediği, dünyâ şiirinin bediî zirvesi yok mu sayılacaktır?
Türk adını silme p(i)lânları yapanlar ve Türk yurtlarını talan etmek isteyen müşterek ruhlu hâinler, Türk'ü ve Türkçe'yi tanısalar ne olur, tanımasalar ne olur!..
Ancak şu var ki; nemelâzımcılar, vurdumduymazlar ve gaafiller, bu bahiste, bu hâinlerden daha da hâindirler ve çok daha tehlikelidirler.
Büyük târihçimiz Yılmaz Öztuna, Cumhuriyet ve Osmanlı başlıklı yazısında, önemli bir tespit yapar ve mevzûmuzu aydınlatacak bir görüş beyanında bulunur. Der ki:
"Hiçbir yeni rejim, eskisine rahmet okumaz. Yeni rejimi kuranlar; "Eski rejim ne güzeldi, iyiydi" falan derlerse, "O hâlde sizin iktidarda ne işiniz var? Niçin eskiyi yıkıp yerine geçtiniz?" sorusuna muhatap olabilirler.
Cumhuriyetimizin kuruluş döneminde, aynı tarih ve politika mantığı içinde, Osmanlının küçümsenmesini yadırgamıyorum. Hattâ altımızdan Osmanlı ile birlikte Selçuklu çekilip, doğrudan Orta Asya'ya bağlanmışızdır. Arada kalan 800 yıl önemsiz gösterilmiştir...
Hâlbuki; tarihimiz bir bütündür. Cumhuriyet gibi, Osmanlı da bizimdir. Zâten Türk Tarihi ne Osmanlı, ne Selçuklu ile değil, 2.700 yıl önce Alp Er Tunga ile başlar. Ancak önem bakımından Osmanlı, bütün Türk tarihinin %50'den fazla ağırlıktadır. Cumhuriyet, Osmanlı'nın 200 yıllık yenileşme hareketini daha kararlılıkla devam ettirdi. Ve bu yenileşme, bitmiş falan değildir. Bütün 21. yüzyıl boyuncu sürecektir. Bunun için Osmanlı ile barışmak şarttır." (01.02.1999)
Bu sathî îzah bile, Türk'ün, dünya sahnesindeki mevcudiyetinin önemini takdîm için yeterlidir. Kaldı ki, Türkler kadar, beylikler bir yana, imparatorluklar ve devletler kuran başka bir milletin bulunduğu söylenemez.