Bana, “En büyük âfet nedir?” diye sorarsanız, hiç tereddüt etmeden “millî târih şuûrsuzluğudur’ derim. Bundan daha büyük bir âfet yoktur ki, insana, dilini, dînini, en üst an’anevî kıymetlerini, asırlardan süzülüp gelen asîl tavırlarını silip süpürtmesin!..
2019 yılı 17 Aralık îtibâriyle, eş-dost ziyâreti için, şanlı T(ı)rabzon’umuzun güzîde ilçelerinden biri olan Vakfıkebir’deydim. Herkes bilir ki, Vakfıkebir, tereyağı ve ekmeğiyle meşhûrdur. 1874 yılında, Osmanlı döneminde, Trabzon vilâyetimize bağlı olarak ilçe olmuştur. 20 Temmuz 1916’da Rus Çarlığı zamanında ise Rus işgaline uğramış, tahribat görmüş ve 14 Şubat 1918’de de kahraman Türk ordumuz tarafından kurtarılarak hürriyetine kavuşmuştur.
Muhakkak ki, her gittiğim yerdeki dostlarımla, memleket mes’eleleri birinci mevzûmuz olur. 2003 yılında, yine böyle bir ziyâret esnâsında karşılaştığım bir durum hakkında, Samsun’da yayınlanan Gürses Gazetesi’nin 03-04 Kasım 2003 târihli nüshasının 2. sayfasında ve yine Kayseri’de yayınlanan Erciyes Dergisi’nin de Nisan 2005 tarihli 328. sayısının 1. ve 2. sayfalarında yayınlanan “Millî Târih Şuûrsuzluğu” başlıklı makalemde şöyle demiştim:
“Yavuz Sultan Selim Han’ın Trabzon vâliliği döneminde, annesi Gülbahar Hatun’un, kendisini deniz yolu ile ziyâreti esnâsında, Büyük Liman açıklarında fırtınaya yakalanışı, şâyet sağı sâlim karaya ayak basarsam burasını “vakıf yapacağım” dediği ve yaptığı; 2003 yılı îtibârı ile de 109 yıllık belediyeye sahip bir ilçedir de, alnındaki Moskof yarasından haberdar değildir.
Vakfıkebir’in Kemâliye Mahallesi’nde “Kemâliye İlköğretim Okulu Ek Binası” adlı bir binâ vardır. Mayıs 2003’te orayı ziyâretimde (yanımda eşim, kayınvâlidem, eşimin dayısının hanımı ve kızı da vardı), kayınvâlidem: “Ben, ilkokulu bu binâda okudum. Duvarlarında Rus bombalarının izleri vardı” dedi. Hayretten donakalmıştım, şaşkındım. Zîrâ, ben de bu binânin önünden defalarca geçmiştim. Şimdi Beşikdüzü İlçesi nüfusuna kayıtlı olmama rağmen, ilk nüfusumuz hep Vakfıkebir’e kayıtlıdır. Eşim de, annem de buralıdır. Kaldı ki, bu izleri görmesi gereken, Vakfıkebirli çok sayıda târihçi, edebiyatçı, ilâhiyatçı ve siyâset bilinci arkadaşlarım da var.
Birinci Cihân Harbi’nde, Rusların Trabzon’u işgâlini bunca zamandır bilirim de, onlardan kalan izlerin ne olduğunu bir türlü aklım havsalam almazdı; düşünmezdim.
Sâhiden, ne oldu bunca tahribat, bunca iz, bunca yara ve vurguna?
Uzatmayayım! Bana, Rus bombalarının izlerini gösterdiler. Ammâ..
Ammâ, dehşet ki dehşet bir hâdise var ki, şuûrsuzluk numûnesi!: Moskof bombalarının açtığı çukurları birileri harçla kapatmış!..
Kim kapatmış? Niçin kapatmış? Nasıl kapatmış? Bunu yapan Rus muymuş? Hayır! Buna kim karar vermiş ve kimin kusurunu örtmek için bu muamele buna revâ görülmüş? Öyle bir gaflet ki, ihânete bedel!..Bombalarla vurulan binâ, ikinci darbeyi dost elinden yemiş!..”
İşin esâsı, özü bu!..Hattâ, bu makalemi, eşimin dayısı ve ilçenin ileri gelenlerinden Mete Gürdal (merhûm) ile, gençlik arkadaşım Ecz. Osman Bahadır’a da göndererek, başta Kaymakam olmak üzere ilçenin selâhiyetlileriyle irtibat sağlamış; ve aldığı yaralardan ötürü de, bu okula “Gazi” unvanı da verilerek adının “Gazi İlköğretim Okulu” olarak değiştirilmesini teklif etmiştim.
Haklı olarak; “Peki, ne oldu diyeceksiniz? Netîce ne?”
Bugünün târihi (2020) îtibâriyle, esefle söylemeliyim ki, hiçbir şey olmadı! Olmadığı gibi, olur gibi bir şey de sezilmemektedir!..
Demek ki, Kaymakam Bey, -bundan ötesi bana karanlıktır, bilemem-kendine takdîm edilen sayfaları yırtıp çöp kutusuna indirmiş, maaşını alıp zamanını doldurup oradan tâyin olup başka makamlara yol almış; belki, terfi bile etmiştir!..
Bu kadar mı? Meğer değilmiş!..Aradan, koskoca bir “on yedi sene” geçmiştir ki, vaziyetin vahametine başka cephelerden de şâhit oluyorum. Nasıl mı? Söyleyeyim:
Bu defa, iki ibret verici durumla karşılaştım. Birincisi şöyle: Aynı zamanda akrabam olan, ilçe esnafından züccâciyeci Coşkun Hindistan, sohbetimiz esnâsında, bana, mağazasının yirmişbeş-otuz metre ilerisinde bulunan ve gençlik yıllarımdan beri içersinde birçok defa da namaz kıldığım, muhitinin en eski câmilerinden biri olan “ Merkez Eski Camii”nin tâmiratı sonrasındaki perîşânlığından, güzelliğinin altüst olduğundan bahsedince, hemen gidip, câmiye ait birkaç fotoğraf çektim ve câminin önceki durumunu tahlile koyuldum.
Teknolojinin bu nimeti, beni çok da mes’ut etmektedir ki, cep telefonu dediğimiz şu âleti icât edenlerin ne büyük bir hizmette bulunduklarına da, burada, -üzülerek- bir daha minnet duydum.
Biz ise, hâlâ şu veya bu ile, vakit öldürüp gidiyoruz. Sâdece, af buyurun, zevzeklik’le meşgulüz!..Ne diyeyim, târihî bir câmimizi bile -hakkıyla/lâyıkıyla-tâmirden âciziz!..
Rusların, öz vatanımızı bombalamasının üzerinden bir asırdan fazla zaman geçmiş, biz, hâlâ ne ile uğraşıyoruz!? Bir de adamlara bakınız!..
Çok bilmişlikte, kasılmakta, büyük görünümlü boş lâf etmekte, benden başka kimse yok tarzında havalı havalı yürümekte, çok okuyor görünmekte...birebiriz!..
Önce; “T. C. Vakfıkebir Müftülüğü Merkez Eski Camii”nin künyesini takdîm ediyorum:
“Yapılış Tarihi: 03. 06. 1794; Büyütülme Tarihi (İç Kubbeler İlâve Edilerek): 1927; Son Onarım Tarihi (Vakıflar Genel Müd. Tarafından): 2007; Toplam Arsa: 291 M2; İç Alanı: 180 M2; Kapasitesi: 600 Kişi; Yapı Şekli ve Özelliği: Ahşap ve Karataş; Mülkiyeti: Vakıflar Genel Müd.”
Tekrar ediyorum: “Yapı Şekli ve Özelliği: Ahşap ve Karataş: 2007”.
Bu da gösteriyor ki, câmi, 2007’de ‘şöyle bir’ gözden geçirilmiştir!..’Gözden geçirilmiştir’ diyorum, çünkü, târihî eser hüviyetinin bozulduğu târih, bu zamandır. Deniz cephesine yapılan ‘beyaz boyalı’ ilâve, bütün çirkinliğiyle kendini ortaya koyuyor; “karataş” zarâfeti, minâreyle birleşen noktada tükeniyor. Üstelik, hem ilâve kısma ve hem de minâreye yazılan yazılar ve asılan afişlerle, bu târihî câmi, “Beni niçin, nasıl ve ne maksatla bu hâle getirdiniz, mahvettiniz?” diye de çırpınıyor.
Böyle bir târih anlayışı, herhâlde, sâdece bize mahsustur!!! Estetikten mahrûmluk budur!..
Sözünü edeceğim ikinci husus, yine aynı günlerde, gençlik arkadaşım ve Vakfıkebir Özel Beşli Motorlu Taşıt Sürücüleri Kursu sâhibi Yusuf Beşli’yle görüşmemizde sözkonusu oldu. Bir ara, eskiye yâni târihe daldık. Ben; 1916’daki Rus işgali sırasında, Kemâliye İlköğretim Okulu’ndaki bomba izlerinden bahsedince, dostum Beşli: “Senin, eski Hükûmet binâsından haberin yok öyleyse” dedi. “Orada da aynı izler mevcut!..”
Tabiî ki, şaşırmadım, ammâ durgunlaştım!..Belki, olması muhtemel başka binalar da vardır, diye düşündüm... Niçin olmasın? Bu tembellik ve gaflet bizde olduktan sonra niçin başka binalarda da olmasın?!..
“Bu binayı bilmemen imkânsızdır” dedi, arkadaşım. “Bilmez olur muyum!? Elbette ki, bilmediğim bir binâ değil!..Fakat...Bu izleri görmemek apayrı bir ‘görmemezlik’tir, körlük’tür; bana dokunan da budur!..”dedim.
Müsaâde isteyip, hemen, bulunduğumuz yerden kısa bir yokuş çıktıktan sonra, zemin hâriç, iki katlı eski Hükûmet binasının yanına ulaştım. Evet!..Târihî binanın, girişte sağ tarafında alt alta sıralanmış fakat harçla kapatılmış üç iz mevcuttu..Bir süre, duvardaki bu izleri seyrettim!...ve hemen, vakit geçirmeden, şu mâlûm âletle birkaç poz fotoğrafını kayda aldım.
Giriş kapısının üzerinde şu yazı bulunuyordu: “T. C. Gelirler İdaresi Başkanlığı Trabzon Vergi Dairesi Başkanlığı Vakfıkebir Vergi Dairesi Müdürlüğü”.
Yapılış târihini ve ne maksatla yapıldığını bilmiyorum.
Kemâliye İlköğretim Okulu Ek Bina’daki izler de, girişte sağ taraftaydı ammâ onlar biraz daha büyüktü. Uyarmamıza rağmen, kimsecikler ilgi duyup da onlara dokunmamıştı. Burası da aynı!..
Dokunmamıştı dedimse, benim söylediklerime uygun bir dokunuş yoktu. Elbette ki dokunmuşlar ve Rus bombalarının açtığı çukurları harçla doldurmuşlardı. Allah’tan, bu târihî eserlerde, harç, bütün acaipliğiyle sırıtıyor, kendini gösteriyordu. Âdeta; “Beni, burdan söküp atın” diyordu.
Sözünü ettiğim yazımda ifade ettiğim gibi, Rus bombalarının açtığı çukurları kapatmak hangi aklın eseriydi, onu da bilmem mümkün değildi. Ancak...
Ancak...Yaşanan ve görünen bir hâdise vardı ki, o da, birilerinin, Türk vatanına tecâvüzüydü...Peki...Bu tecâvüzleri, bu hâin emelli saldırıları örtbas etmek, hücûma mâruz kalanların torunlarına mı düşmeliydi, üzerinde düşünülmesi gereken husus budur?!..
Bu yıllar, T(ı)rabzon’da ve hâliyle bütün ilçelerinde, “muhâcirlik” yılları olarak, ninelerimizin ve dedelerimizin bizlere söylediği yokluk yılları, çok zor ve çetin yıllardır. O yılların acılarını hissetmez isek, bizim mirasçılığımızdan, ecdât sevgimizden, târihimize sâdakatimizden... ne olur?
T(ı)rabzonlu, Rus işgali ve zulmünden kaçarak Harşit’e kadar gitmiş; gidebilenler, İstanbul’a bile ulaşmıştır. Evini barkını terketmek bir yana, kurtuluşu buradan uzaklaşmakta görüp yollarda hastalanıp ölenler olmuştur.
Böyle bir vaziyet karşısında, düşmanın açtığı yaraları, yaptığı tahribatı kapatmanın gafletini anlamakta hâlâ zorluk çekmekteyim.
2003’te yayınladığım “Millî Târih Şuûrsuzluğu” başlıklı yazımda da ifade ettiğim gibi, sâdece “Kemâliye İlköğretim Okulu”na değil, Vakfıkebir ilçemize de “GAZİ” unvanı verilmelidir.
Rus gemilerinin bombaladığı zamanlarda, Vakfıkebir’in, zâten iki önemli târihî binası vardı. Çok şükür ki, bu binalar, her şeye rağmen sağ-salim ayaktadırlar. Ancak...
Bombaların açtığı bu izler, bir kafes içine alınarak, binaların kısa bir târihçesi ile, bu izlerin mâhiyeti yâni 1916’da Rus işgali sırasındaki bomba yaraları olduğu kayıt altına alınmalı, harçla kapatılan çukurlar temizlenmeli ve böylece, gelecek nesillere yazılı olarak intikal ettirilmelidir.
Temenni ederim ki; yüz sene sonra da olsa, kendini mes’ul veya selâhiyetli hisseden biri çıkar da târîhin bize yüklediği vazîfenin icâbını yerine getirir.
Bu vesîleyle; Coşkun Hindistan ve Yusuf Beşli dostlarıma kalbî teşekkürlerimi sunuyorum. Sağolsunlar!..Varolsunlar!..