Vâlide Câmi diye de anılan Samsun Büyük Câmi hakkında 06 Mart 2010 târihli Halk Gazetesi’nin 11. sayfasında yayınlanan “Târihî Eserlerimiz” başlıklı yazımın mevzûmuzu ilgilendiren bölümünde şöyle demiştim:
“Câminin, ana girişindeki ahşap kapı atılmış ve yerine alüminyum doğrama kapı yapılmış ve kuzey cephesindeki bütün pencereler de PVC kaplama yapılmıştır. Uzaktan veya yakından bakınca, bütün çirkinliğiyle sırıtıyorlar ve ben, bu câminin malı değilim ve asla olamam diyorlar. Bunun nasıl bir târih ve estetik anlayışı olduğunu bizim de anlamamız mümkün değildir. Kaldı ki; câminin kubbesindeki motifler de olduğu gibi bırakılmıştır. Dikkat etmeden bakıldığında bile göz zevkini rencîde edicidir. Boyaları mı tükenmiştir acaba? diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Şimdi, bu câmi, hangi devre âit bir câmidir, söyleyebilir misiniz?
Düşününüz ki, ak sakallı, nûrânî çehreli bir dedeyi, sözümona, bir "sosyete gözlüğü" ile tezyîn etmeye çalışıyorsunuz.Yakışır mı? Ve; yakıştı mı? Elbette ki, hayır!
Câmi girişinde, sağ üst duvara bir künye asılmış. Bu künyenin son cümlelerinde şöyle deniliyor:
"Orijinal kalem işleri temizleme metotları ile açığa çıkarılmıştır. Câmiin restorasyonu (onarımı) 2007-2008 yılları arasında, çevre düzenlemesi ise 2009 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılmıştır."
Yâni üç yıl süren bir çalışmayla, aslından bu kadar uzaklaştırılabilen bir câmi ancak bu hâle getirilebilir mi demek isteniliyor? Bâri, bu esere hiç dokunmasaydınız. Evvelki hâli, aslına daha yakın değil miydi?”
Gazeteci Yazar Ali Kayıkçı’nın 1998 yılında yayınladığı “Samsun’da Kültür Sanat” adlı kitabında ifade ettiğine göre, Selçuklu beylerinden Hızır Bey tarafından 1300’lü yıllarda yaptırılan; 1800’lerin ortalarında Sultan Abdülaziz’in annesi tarafından tâmir ettirilen, bundan dolayı da, ona Vâlide (Sultan) Câmi de denilen Büyük Câmi, Ağustos 1869’da Samsun yangınında büyük hasar görmüş ve Batumlu Hacı Ali Efendi tarafından 1884 yılında yeniden inşâ ettirilmiştir.
2009 yılı îtibâriyle, tâmiratı üç yıl süren bu târihî eser, Başbakan’ın Ankara’dan canlı bağlantısı ve mekânda ise, bütün mülkî erkânın katılımıyla muhteşem bir törenle açılmıştı.
Geçenlerde, öğle namazı kılmak için gittiğim Büyük Câmi’nin “alimünyum doğrama kapısı”nın değiştirilerek, yerine pırıl pırıl cilâlı bir ahşap kapı takıldığını gördüm. Sevindim mi, bilemiyorum!..
Acaba, bu yeni kapının “mâliyeti” (bir kuruş bile olsa) kimin tarafından karşılanmıştır? Bu masrafı, “alimünyum doğrama kapı”yı yapanlar karşılamışlarsa fazla bir diyeceğimiz yoktur fakat “Efendim, biz, bunu, yapılan hibeler ile, câmi cemaatinin yardımlarıyla karşıladık” gibi, hakîkî de olsa sözlerin tatminkâr olmayacağını ifade etmek isterim. Zîra; bu, bir “isrâf” değil midir? “Alimünyum” kapı, eski “ahşap kapı” gibi, hurdacıya mı gitmiştir?
Bir yıl sürdüğü söylenen çevre düzenlenmesinde nelerin yapılıp yapılmadığı da çıplak bir gözle müşahede edilebilmekteydi. Bunca harcamadan sonra, bu “ahşap kapı”nın bedelini kimin ödediğinin bilinmesini isteriz.
Şu da var ki, Olay Gazetesi’nin 18 Haziran 2011 tarihli nüshasında yayınlanan “Büyük Câmi’nin Minâreleri” başlıklı yazımda da, bu tâmirattan önce, bu câminin minârelerinin uçlarının kalem ucu gibi sivri Osmanlı-Türk tarzında olduğunu, tâmirattan sonra ise, uçlarının, yuvarlak, Arap-Emevî tarzına dönüştürüldüğünü beyan etmiştim. Bu durum, hâlâ değiştirilmemiştir. Kubbe motifleri de öyle!..
Ve tabiî, PVC pencereleri de!..
Târihî eserlerimizin bu kadar ihmâli değil, tâmirat adı altında tahribatı görülmüş şey değildir. Türkiye’nin pek çok yerinde, bunun şâhidi de oldum ve dile getirdim. Kayseri Gevher Nesibe Tıp Merkezi, Erzurum Çifte Minâreler su akıtma boruları, Elâzığ Harput Kalesi bunlardan sâdece birkaçıdır.
Meselâ; 1919 yılında, Millî Mücâdele’yi teşvik için Hasan Umur Hoca tarafından vaazlar verilen Samsun Hançerli Câmisi’nin kapısında hâlâ “1943” yazılmış olması da buna bir başka misâldir!..
Son söz olarak diyeceğim şu ki; Büyük Câmi’ye, yeni kapısı, hayırlı olsun!..Güle güle kullanılsın!..