Alparslan Türkeş'in Vefâtının 20. Yılında...
Türk siyâsî hayatında, isminde "milliyetçi" kelimesi bulunan ve Türk milliyetçiliğini temel görüş olarak ele alarak teşkilâtlanan ilk siyâsî parti, Alparslan Türkeş'in öncülüğünde kurulan Milliyetçi Hareket Partisi'dir.
Partiler, mevcut isimleri hâricinde; meselâ, Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verilmeden Cumhuriyet Halk Partisi kurulduğu hâlde, bu partinin, Mustafa Kemal'in Partisi değil de, Atatürk'ün Partisi olarak değerlendirilmesi hâlâ devam etmektedir. Bu parti, 9 Eylül 1923'te Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından Halk Fırkası olarak kurulmuş, 1924'te Cumhuriyet Halk Fırkası olmuş ve 1935'te de Cumhuriyet Halk Partisi adını almıştır.
Gazi Mustafa Kemal'e ise, 24 Kasım 1934'te "Atatürk" soyadı verilmiştir. Buna rağmen, bu parti, hâlâ "Atatürk'ün Partisi " olarak vasıflandırılır.
Tıpkı bunun gibi, İnönü'nün CHP'si, Menderes'in Demokrat Partisi, Demirel'in Adalet Partisi veya Doğruyol Partisi, Erbakan'ın MSP'si veya RP'si gibi deyişler çoktur. Hâliyle; 30 Temmuz - 01 Ağustos 1965 tarihlerinde yapılan genel kurula kadar Genel Başkan olarak Osman Bölükbaşı'nın partisi diye anılan (araya Ahmet Oğuz girmesine rağmen) Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) , bundan böyle, Alparslan Türkeş'in Genel Başkanlığı'nda, tüzüğünde de '9 Işık'ın yer aldığı bir parti olarak "Türkeş'in Partisi" hüviyetiyle yoluna devam etmiştir.
Tıpkı, Atatürkçülük, İnönücülük, Menderescilik, Demirelcilik, Özalcılık, Ecevitçilik, Erbakancılık - Millî Görüşçülük gibi, Türkeşçilik - Ülkücülük de, bir siyâsî akım olarak tarih içinde yerini almıştır.
Dolayısiyle; bu partinin, Alparslan Türkeş liderliğinde ve "9 Işık" ilkeleri doğrultusunda faaliyete başlama târihi 1 Ağustos 1965'tir ve bugün, 2017 yılı îtibâriyle 52. yaşını sürmektedir.
Siyâsî târihimizde, "milliyetçi" sıfatını alarak kurulan ilk partinin, "Milliyetçi Hareket Partisi" olduğunu söylemiştim. Kuruluş ilkeleri arasında "milliyetçi" kelimesi bulunan bir diğer parti ise, 9 Eylül 1923'te kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası'dır ki, bu parti de 1931 yılına kadar "Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik ve Lâiklik" başlıklı dört ilkesine "Devletçilik ve İnkılâpçılık" ilkelerini de ekleyerek, sayıyı altıya çıkarmıştır.
"9 Işık" ilkeleri ise, birincisi "milliyetçilik" olmak üzere şöyle sıralanır: "Ülkücülük, Ahlâkçılık, İlimcilik, Toplumculuk, Köycülük, Hürriyet ve Şahsiyetçilik, Gelişmecilik ve Halkçılık, Endüstricilik ve Teknikçilik".
Bu milliyetçilik; yakından uzağa yâni kişi'den âile'ye, âile'den millet'e, millet'ten insanlık âlemine ulaşan sevginin, hürmetin, hoşgörünün, nezâketin daha doğrusu bütün üstün insanî vasıfların, başlangıcı, adâlet olmak üzere paylaşılması anlayışıdır.
Bu anlayış; millet/kavim/ırk/ kabîle/soy hususiyetlerinin, mutlak sûrette, Kâinatın Yaratıcı Allahü teâlânın bir takdiri ve emri olarak kabûlü ile, buna îmân eder; "Soylarınızı biliniz" veya "Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir." hadîs-i şerîflerinin ışığında, "bilen, seven, hizmet eden" her kişiyi, buna değer vasıfta bulur ve makbûl görür.
Kaldı ki; İslâm'da korunması gereken beş esastan biri de neslin yâni soyun korunması olup, bunlar: Nefsin (canın), aklın, dînin, neslin (soyun) ve malın korunmasıdır.
Bu cümleden olarak, bütün kayıtlarda bulunan ve kabûl edilen şu hatırlatmayı yapabiliriz:
Türk; Nûh aleyhisselâmın oğullarından Yâfes'in oğludur. Ve bu nesil, Türk'ten türemiştir ve bu günlere ulaşmıştır. Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes de, oğlu Türk de inanmış mü'min kişilerdir.
İlk defa, Türk kavimlerini bir araya getirip devlet kuran hükümdar Teoman Yabgu (Han)'dur. Teoman Han, ilk Türk-Hun Devleti'ni M.Ö. 220'de kurmuştur. Yerine gelen oğlu Mete Han (Oğuz Kağan (M. Ö. 234-174), Türk-Hun Devleti'ne en parlak dönemini yaşatarak, M. Ö. 209-174 yılları arasında hüküm sürmüştür.
İlk defa, Türk adlı devlet ise; mîlâdî 7. ve 8. yüzyıllarda (681-745) hüküm süren Gök-Türk Devleti'dir.
Taa o zamanlardan...bugünün zamanlarına kadar...Türk milletindeki ...
Türkiye'deki "milliyetçilik anlayışı" hiçbir zaman, Batı'nın veya başka ülke veya milletlerin anlayışıyla aynîlik taşımaz. Adına Haçlı Seferleri denerek dînî bir hüviyet verilmek istense de, netîce îtibâriyle Avrupaî mânâda milliyetçilik, arkasına hıristiyanlığı alan tamamiyle ırkçı bir tavırla yürütülmüştür ve yürütülmektedir.
Son dönem Avrupa ırkçılığı, yine Haçlı şemsiyesi altında, dört bir yandan bizi kuşatmış ve cihânşümûl Osmanlı Türk Devleti'ni yıkmıştır. Bununla birlikte, Türk milleti, kendi millî - dînî yâni mânevî ve -ne kadar varsa- maddî değerlerine sarılarak yeni bir milliyetçilik şuûru ve karşı koyma tepkisi'yle Mustafa Kemal'in öncülüğünde istiklâlini elde edebilmiştir.
1 Ağustos 1965'te Alparslan Türkeş'le yeni bir istikamette yola koyulan terazi amblemli CKMP, 6-8 Şubat 1969'de yapılan olağanüstü kongrede üç hilâlli MHP adını alarak, 4 Nisan 1997'de Alparslan Türkeş'in vefâtına kadar geçirdiği zaman içersinde çok zor şartlar yaşadı ve büyük bâdireler atlattı.
Buna rağmen, 14 Ekim 1973 seçimlerinde 3 milletvekili çıkardığı hâlde, Süleyman Demirel tarafından kurulan 1. Milliyetçi Partiler Hükûmeti'nde, Alparslan Türkeş Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı, Mustafa Kemal Erkovan ise, Devlet bakanı olmuştur.
5 Haziran 1977'de yapılan milletvekilliği genel seçimlerinde ise 16 milletvekili çıkarmış; bunların 5'i, yine Süleyman Demirel tarafından kurulan 2. Milliyetçi Partiler Hükûmeti'nde bakanlık görevi almıştır. Bunlar: Alparslan Türkeş, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı; Sadi Somuncuoğlu, Devlet Bakanı; Gün Sazak, Gümrük ve Tekel Bakanı; Cengiz Gökçek, Sağlık Bakanı ve Agâh Oktay Güner ise, Sanayi ve Ticaret Bakın olmuşlardır.
Bu sıkıntılı ve zor dönemlere rağmen, gençlik çok okuyor ve çok çalışıyordu. Bunun yanında, çok büyük hedefli ülküler taşıyorlardı.
Meselâ; "Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; her şey Türklük için" diyorlardı.
Meselâ, "Kanımız aksa da, zafer İslâm'ın" diyorlardı.
Meselâ; "Türklük Gurur ve Şuûru-İslâm Ahlâk ve Fazîleti" temel ilkeydi.
Erciyes Zafer Kurultayı, başlıbaşına bir ufuktu!..
Meselâ; "Rehberimiz Kur'ân, hedefimiz Turan!" deniliyordu.
Böyleydi!..
Misâl olarak veriyorum: 1965 yılıydı. Sanıyorum CKMP'deki ilk aylardı. Alparslan Türkeş'i, o zaman, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesi (Dr.) olan (Prof. Dr.) Orhan Türkdoğan Hocamız ve birkaç arkadaş ile, Erzurum havaalanında karşıladık . Türkdoğan Hocamızın, söylediğine göre, yedek subaylığını Türkeş'in yanında yapmıştı ve birbirlerini çok severlerdi.
Türkeş'le birlikte, Mumcu Caddesi'nin bir apartman dâiresinin bodrum katında bulunan CKMP İl Başkanlığı'na indik..Evet, indik!.. Çünkü; pencerenin üst hizası, hemen hemen caddeye sıfıra yakındı. Şöyle diyeyim, pencereden, caddede yürüyenlerin sâdece ayakkabıları görünüyordu.
İçerdeki durumu, Ankara'da yayınlanan Çağrı Dergisi'nin Şubat 2014 sayısında yayınlanan "İki Numûne Şahsiyet" başlıklı makalemde yazmıştım. Ancak; bu birkaç tahta sandalyeli, bir iki örtüsüz tahta masalı odadan/başkanlıktan, merdiveninin üst basamağı cadde hizasında bulunan merdivenleri çıkınca, bir arkadaş;
- Albay'ım, dedi, Türkeş'e, il başkanımız yeterli faaliyeti gösteremiyor, çok pasif...
Türkeş, anında, cevaplı bir soru sordu:
- Evlâdım, daha iyisi var mı? Meselâ, bir avukatınız, bir doktorunuz, mühendisiniz?
Sessizlik hâkim oldu...Yürüdük!..
Gerçekten de hiçbir imkân yoktu.
O yıllar, herbiri birbirinden zor yıllardı. Meselâ; 1966 veya 1967 olabilir. Üniversite son sınıftaydık. Hiç unutmam, Eski Harbiyeli arkadaşlarımdan Yılmaz Çetin, İhsan Erdem, Adnan Şenocak...bir gün, bana , CKMP gençlik kollarını kuracaklarını fakat, Erzurumlu arkadaşların, bizim kurmamıza biraz soğuk baktıklarını söylediler.
Dedim ki, bizler, yarın mezun olup herbirimiz başka bir şehre gideceğiz. Onlar burada kalacaklar, haksız mıdırlar?
Cumhuriyet Caddesi'nde, Ulu Câmi'ye yakın bir yerde bulunan, küçük terzi dükkânında, bir dost olarak sevdiğimiz Temel Fescioğlu'nu, Kadir Bulut ve Adnan Vangölü'yle sıksık ziyaret eder, sohbet ederdik. Sevdiğimiz bir esnaftı. Onun yanıbaşında, Yılma Durak'ın babasının Petek Matbaası vardı. Pırıl pırıl insanlardı. Yılma Durak'la da orada tanışmıştık. Bu teklifi yapan, O ve Erzurumlu arkadaşlarıydı. Şu var ki, sözünü ettiğim bu arkadaşlarla istişâremizden Yılma Durak ve diğerlerinin
haberi yoktu. Hiç de olmadı...İşte, böylece, bu gençlik kollarını kurma işini de Yılma Durak'la birlikte, Erzurumlu arkadaşlar üstlenmiş oldular. Ve hem, Yılma'dılar, hem de dur-Durak bilmediler!..
Nereden nereye gelindi, demeyiniz!..Her gelinen yerdeki durumun muhasebesini yapınız...Alparslan Türkeş'in vefâtından sonraki imkânları düşününüz: Başbakanlık (hani?), Cumhurbaşkanlığı adaylığı (nerede?), koalisyon ortağı olma imkânları, Erciyes Zafer Kurultayı'nın iptali, Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı gibi kültür ve fikir teşkilatlarından uzaklaşma/irtibat kopukluğu, Türk Dünyâsı'nın mes'elelerini dile getirememek bir yana, üniversitelerimizle kucaklaşamama, Türk milletinin anladığını "milliyetçilik" görüşüyle, vatanın her köşesindeki vatandaşa gidememe, onların sıkıntılarıyla birebir yaşayamama; gençlik, millî eğitim, Türk dili, millî kültür mes'elelerimize çâre olamama; millî iktisat ve Türkiye'nin dış işlerinde komşularıyla münâsebetleri hakkında görüş beyanındaki kısırlık ve en vahimi, "iç çekişme"yle geçen yirmi sene, arzulanan tavrın gösteril(e)mediğinin delildir...Dahası...
Tabiî ki, bu kadar da değil, dahası var!..Ertuğrul Dursun Önkuzular'dan, Süleyman Özmenler'den, Mustafa Pehlivanoğlular'a kadar binlerce îmânlı gencin - yaşlının emeği, teri, işkencesi, hapishânelerde çürümesi, sürgünü, acısı, canı vardır bunda!.. Başka?..
İlim, san'at ve kültür adamlarıyla müthiş derecede bir irtibatsızlık yaşanmıştır/yaşanmaktadır.
Bunlar; bir milletin, bir devletin şahdamarlarıdır!..
Yazık değil mi bu millete? Günâh değil mi memlekete?..
Ve tabiî ki; hiç kimsenin, kendi başına buyruk, tavır alma, ahkâm kesme, diklenme, başkasına hakarete varan âdîce sözler söyleme, dediğim dedik deme, baba ocağını terkedip bir yerlerde arz-ı endâm ederek bu tarafa bakarak sırıtma, millete içi boş hayâl nutukları atma ve bu kadar hak sahibinin hakkını korumaya çalışanları ihrâç etmeye kalkışma, köşe kapmaca hakkı yoktur!..
Keşke, bütün bu ucu açık masraflar yerine fakîrlerin karnını doyuracak faaliyetlere imza atılıp, yüzde yirmi ikileri aşan genç işsizlere iş bulabilecek fabrikaların temelleri atılabilseydi.
Keşke, bu kabadayılanmalar, tafralar, hörelenmeler...birbirimize değil de, Türk milletine çukur kazanlar için, Türk milletinin kökünü kazımaya uğraşanlarla mücâdele için, Türk'e soykırım yapanlara dur demek için yapılabilseydi!..Keşke!..Keşke!..Keşke!..
Türkiye'nin, Türk Dünyâsı'nın, İslâm Dünyası'nın ve dünyanın mes'elelerini, birlik şuûru içinde, şahsî menfaat ve makam ihtiraslarını bir kenara bırakarak, bu gibi şeylere îtibâr ve iltifat etmeyerek , akl-ı selîmle düşünmek, Türk milletini, önce içerde, sonra dünyada söz sahibi yapmak için kucaklaşmak ve çalışmak zorundayız.
Fakat; bilinmelidir ki, Türk Dünyâsı, Kırım'dan Kerkük'e, Kıbrıs'tan Karabağ'a, Doğu Türkistan'dan Bayır-Bucak'a, Batı Trakya'ya...kadar, zulme mârûz kalırken, senin veya onun 'icraatsız makamlarda' bulunmasının işgalden başka ne kıymeti vardır?
Ve bilinmelidir ki; bugün, meydanları ve salonları tıklım tıklım doldurup birbirlerine lâf yetiştirenler, hakîkî mânâda birlik şuûruyla tezyîn edilmiş bir
idrâkle, Kerkük için, Kıbrıs için, Doğu Türkistan için, Bayır-Bucak için... tek yürek olarak bir değil, onlarca 'm i t i n g' yapmalıydılar!..
Yazık!..Hem de ne kadar!!!