İlkokul 4.sınıftayım. Öğretmenim, sınıf kitaplığından kalınca bir kitap verdi “Bunu okuyabilecek misin bakalım,” dedi.
Kitabı, ders kitaplarımla eve götürürken zorlandım, öyle kalın bir kitap:
Dağlar Kralı Balçıklı Ethem.
Sonradan yazılarını okuduğum Refii Cevat Ulunay yazmış…
Roman türünde ve tadında okuduğum ilk kitap. Gel de elinden bırak…
Ethem, namlı bir eşkıya. Haksızlıklara karşı çıkmış bir kahraman…
Sevdiği var mı bilemiyorum. O yaşlarda zihnime kazınmamış demek ki…
Hayvanları otlatırken onun gezdiği yerleri arıyorum etrafımda…
Bir baskından dönüyor Ethem. Arkasında takipçileri var ama o çabuk ve çevik… Avucunun içi gibi biliyor buraları. Yemyeşil dalların hışırtısı içerisinden süzülerek geçtiği çalılıklardan indiği derede elini yüzünü yıkıyor, sonra, taşlardan seke seke karşıya geçiyor ve bir türkü tutturuyor:
Hem okudum, hemi yazdım, Yalan dünya senden bezdim...of Dağlar koyağını gezdim, Yiten yavru bulunur mu...of El yazıya, el yazıya Duman çökmüş Gölyazı’ya...of Kurban olam, kurban olam Beşikte yatan kuzuya vay. El veriyor el veriyor Orta direk bel veriyor...of Döndüm baktım sağ yanıma, Mehemmedim can veriyor vay.
“Taşlardan seke seke karşıya geçiyor ve bir türkü tutturuyor”’dan sonrasını defalarca okuduğumu hatırlıyorum.
Sonra… Sonrası çok önemli…
Sen, nerede bir haksızlık görsen dilini tut bakalım…
Sen, her gördüğün dereden taşlardan seke seke geçme de göreyim!...
Ve sen, o günün şartlarında türkü diye bildirilen mısralara kendince beste yapma bakayım…
Bu türküyü fırsat buldukça söyleme, Ethem gibi çalılıklar arasında kaybolup gitme türküyü söylerken de göreyim…
Yıllar sonra eve alınan radyodan bu türküyü dinleyince kurşun yemiş gibi çakılıp kalma bakalım. Epeyce zamandır sizin bildiğiniz bir şeyin elinizden alındığını düşünün… Yıkılırsınız, yıkılma da göreyim...
Olsun, bir gün, size ait mısralara beste yapmanın ilk adımlarını atmış olmanız kötü bir şey değildir…
Aradan yıllar geçiyor. Fransa’da birkaç araçlık konvoyla bir konsere gidiyoruz. İsviçre sınırına yaklaştıkça arazi bizim oralara özenmiş gibi…
Bir yamacı tırmandık çalılıklar içerisinde, gözüm Balçıklı Ethem’i aramaz mı?...
Aradı Vallaha…
Kıvrım kıvrım bir yolda inişteyiz ve birden bir dere çıkıyor önümüze. Sular köpüre köpüre akıyor.
-İsmail Abi, dur, dur, diyorum…
Duruyoruz, telâşla soruyorlar:
-N’oldu Hocam?
-Bizim oraların dereleri gibi bir dere görmüşüz, sanki memleket havası alıyormuş gibi yapalım, dedim.
Önce “Hocam ya, çocuk musun” diyenler oldu.
Az sonra onlar da benim gibi taşlardan seke seke karşıya geçtiler…
Ben, Balçıklı Ethem gibi geçtim karşıya ve tutturdum şu türküyü:
“Hem okudum, hemi yazdım, Yalan dünya senden bezdim...of Dağlar koyağını gezdim, Yiten yavru bulunur mu...of”
Dinlediler, hüzünlendiler… Gittiler taaaa bizim oralara doğru.
“İyi oldu be…” ortak kararımızdı.
Eğer çocuklarınıza kitap, özellikle roman, hikâye, şiir okutursanız benim gibi kargacık burgacık bir uşak olur. Yaşlanacak yaşa gelir, çocuklaşır. Gönlü şen olur, kolay eskimez.
Aman çocuklarınızı kitaptan uzak tutun…