Siyâsî rejimlerin adlarına yüklenen mânalar kadar, sahadaki tecrübeleri ve uygulanmaları da önemlidir ki, pek çoğu da şaşırtıcıdır. Buna rağmen, bugüne kadar, en mükemmel sistemin “cumhûriyet” olduğu fikri, kabul görmüştür. Ancak; kılıftan ziyâde, kavramların içinin ne ile dolu olduğu elbette ki, araştırılmaya değerdir.
Önce, bir “cumhuriyet” târîfi nakledeyim: “Millet hâkimiyetine dayanan ve bu hâkimiyetin milletin temsilcisi olarak seçilen milletvekilleri ve başlarındaki cumhurbaşkanı tarafından yürütüldüğü devlet idâresi şekli” (Bkz. İlhan Ayverdi, Misâlli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Lugatı, İstanbul 2011, Sf. 2021)
Yâni, cumhûriyet idâresi: 1. Millet hâkimiyetine dayalı olacak; 2. Bu milletin seçtiği temsilcileri/milletvekilleri ve 3. Başlarında bir de cumhurbaşkanı bulunacak.
Neye göre? Anayasaya göre!..
Peki; “millet hâkimiyetine rağmen”, keyfîlik hâkim olursa ne olacak?
Kanun maddeleri hiçe sayılırsa ne yapılacak? Asla ve kat’a sayılmamalı, denilecek!.. Çok mühim bir noktadır, bu!..
Geçelim!..
Muhakkaktır ki; Devletimiz de bir Cumhûriyettir ve Türkiye Cumhuriyeti Anayası’nın 1. Maddesi’nde de bu durum şu ifadeyle apaçık yazılmıştır:
“Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.”
Bu Cumhûriyet’in “nitelikleri” ise, Madde 2’de şöyle sıralanmıştır: ”Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Bu maddenin içinde çok sayıda bölüm bulunmaktadır ki, sâdece “demokratik hukuk Devleti” ifadesi bile, her şeyi îzaha yeterliydi. Çünkü; “hukuk”tan kastın “adâletli” olması isteniyor idiyse, zâten, “demokratiklik” dâhil, hepsini ihâta ederdi.
Başta ifade ettiğim “cumhûriyet” idâresinin bugüne kadar en mükemmel idâre şekli olduğu görüşüne rağmen, “k(ı)rallıkla”la idâre edildiği hâlde, pek çok demokratik denilen devlete nazaran “demokrasi”sini ‘kendi halkı için’ uygulayan devletler de mevcuttur.
Buna rağmen; adında çeşitli cumhûriyet kelimeleri bulunmasına rağmen, birçok devletin de demokrasiden nasibi mevcut değildir.
İngiltere, k(ı)rallıktır ve 1215’te Kral John tarafından imzalanan ve İngiliz halkı ile kıral arasındaki hukuku kayıt atına alan altmışüç maddelik siyâsî bir vesîka olan, Lâtince, Magna Charta /Büyük Sözleşme veya Magna Charta Libertatum/ Büyük Hürriyetler sözleşmesi ile yönetilir.
Târihî hâdiseler göstermiştir ki, bu ülke, hattâ Avrupalı zihniyet, hukuku, kendi halkına; tahakkümü/baskıyı/sömürüyü başka milletlere uygulamakta mahirdirler.
Aslında; her milletin kendi şartlarına göre ve ‘milletlerarası hukuku da nazarı itibare alacak’ şekilde tanzim edilmiş bir anayasası olması zarûridir.
İngiltere, Magna Charta’yla meşgulken, Yusuf Has Hâcib (1017?-1077?), Kutadgu Bilig adlı eserinde, ondan bir buçuk asır önce Hükümdar’ı şöyle konuşturuyordu:
“Benim bu sertliğim, kaşlarımın bu çatıklığı ve bu asık suratım bana gelen zâlimler içindir.
İster oğlum, ister yakınım veya hısımım olsun; ister yolcu, geçici, ister misâfir olsun;
Kanun karşısında benim için bunların hepsi birdir; huküm verirken, hiç biri beni farklı bulmaz.
Bu beyliğin temeli doğruluktur; beyler doğru olursa, dünya, huzura kavuşur” (Bknz. Kutadgu Bilig, Reşit Rahmeti Arat Çevirisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1974, Sf.70)
“Doğruluk”; ‘adâlet’in tâ kendisidir. Çünkü; Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîmde, Şanlı Peygamberimize şöyle hitap etmektedir: “Emrolunduğun üzre dosdoğru ol” (Hûd, 112)
Bu “dosdoğruluk”ta, şucunun-bucunun korunması yoktur!.. Sâdece, en pürüssüz ve en saf hâliyle ‘adâlet’ vardır!..
Bu “emir”; Türk milleti olarak bizim benliğimize işlemiştir ve bizim ana kültür damarlarımızdan biri de olmuştur/olmalıdır.
Sosyal dayanışmanın bir kültür olarak tahakkuku önemlidir. Kâğıt üzerine neyi ne kadar yazarsanız yazınız, bu, bir nezâket, hoşgörü veya hürmet kültürüyle buluşturulmadıktan sonra hepsi nafiledir.
Bir gün, biri çıkar ve der ki: “Filânca kişi, bu anayasaya uymuyor; bu anayasayı, o kişiye uyduralım”. O zaman, bütün işler karışır. Târîflerdeki güzel sözler kaybolur!..
Zîra; anayasalarda yazılı bu hükümlerin ekserisi, çok kısa bir zaman sonra ‘keyfî’ olarak değiştirilir ki, bununla da kalmayarak büyük tartışmalar hattâ çatışmalar da beraberinde gelir.
Halk oyuyla yapılsa bile, zorlamalar kaçınılmaz olur.
Çin Halk Cumhuriyeti veya İran İslâm Cumhuriyeti, Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti de birer cumhuriyet’tir. Peki öyleyse, Cumhûriyet kelimesini hangi sistemin uygulanmasına göre açıklayacağız?
Adının ne olduğu değil; içinin ne ile doldurulduğu ve bunun da ötesinde, bu süslü târîfli kelimenin tatbikatının nasıl olduğu dikkate alınmalıdır.
Esas olan, demokrasi kültürüne sâhip bir cemiyet olabilmektir. Sevinçler kadar acıları ve sıkıntıları da paylaşabilen insanlardan mürekkep, karşılıklı hak anlayışını idrâk eden bir cemiyete ulaşmak hedef olmalıdır.
Tabiî ki, bu, kendiliğinden olabilmelidir!..
Demokrasi kültürü; önce kendine güveni, nezâketi, karşılıklı saygı ve sevgiyi, misâfirperverliği, yardımseverliği, komşu hakkını, vatana bağlılığı ve bununla da, gerektiğinde her türlü fedâkârlığa katlanmayı icap ettirir.
Sosyolog S. Ahmet Arvâsî, “Millî Demokrasi Kavramı” başlıklı yazısında şöyle der:
“Millî demokrasi kavramından habersiz kişi ve zümreler, bu sorular karşısında, gerçekten sarsılırlar. Onlar, bu sorularla “demokrasinin” mücerred bir kavram olmadığını, savunduğu ilkelerin, her cemiyette ayrı ve o cemiyetin çok yönlü yapısına göre biçim ve mahiyet kazandığını sezmeye başlarlar. Böylece, zamanla, demokrasinin, her cemiyette, farklı bir görünüm içinde boyverdiğini idrak ederler. Demokrasinin “teori”den çok, yaşanılan ve yaşanması gereken “pratik” bir değerler manzumesi olduğunu görürler ve “millî demokrasi” kavramına doğru bir mesafe kaydederler.
Böylelerine ısrarla ve yorulmadan anlatmalıyız ki, “millî demokrasi”lerde, üstünlüğü savunulan “hukuk”, asırlar boyunca millî vicdana hâkim olan, tarih boyunca millî tecrübelerin süzgecinden geçen, böylece gücü ve değeri milletçe anlaşılan, fert fert, grup grup, zümre zümre bütün cemiyeti içten ve dıştan kuşatan, milî kültür ve medeniyete renk ve ruh kazandıran “ulvî bir nizam”dır. Bu nizam, “millî” olduğu kadar “beşerî”, mahallî” olduğu kadar da “âlemşümûl”dür. İşte “millî demokrasi”, böyle bir hukukun üstünlüğüne inanır.” (Bknz. S. Ahmet Arvâsî, Size Sesleniyorum-2, Model Yayınları, İstanbul, 1989, Sf.109-110)
İşte; ben de, ‘Cumhûriyet, böyle bir demokrasiyle taçlanırsa güzeldir’ diyorum!..
Demokrasisiz cumhuriyet sâdece târîfte kalır!..