DAM ÜSTÜNDE SAKSAĞAN VUR BELİNE KAZMAYI
Demokrasi sözüyle, aldılar benden oyu;
Bilmem nerden geliyor, bu değirmenin suyu!
Dost edinip moskofu, ortak görüp kovboyu!
Ağızlar kelepçeli, neyimiş kendi soyu;
Türban dediler, baştan, çıkardılar yazmayı;
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı!
***
Saksağanın kuyruğu, değdiydi değmediydi;
Yedikleri neyidi, yılan-çiyan etiydi.
Bu, bunun feraseti; şunun kerametiydi!
O, bunları söyledi; şu da şunu dediydi:
Sâhilde-pavyonlarda artırdılar gezmeyi;
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı!
***
Atı alan geçmişti Üsküdar’ı ya, çoktan!
Mazlum imdat mı ister, kılıç, paladan, oktan?
Anlamaz, haram yiyen, ne varlıktan ne yoktan:
Çünkü, onun her şeyi besleniyor s(ı)toktan!
Bilir, ancak yalanı; bilir, taşıp-azmayı;
Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!
***
Kıvranır kıvır kıvır; tam bir uşak, yalaka!
Arabası kapıda, en son model p(ı)lâka!
Yatları katları var; beğenir mi hiç, taka?
Şeytanca şeyler yazar elindeki evraka;
Sâdık köpek misâli, biri tutar tasmayı;
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı!
***
Bakarsınız, bahseder, ta Hazret-i Ömer’den;
Tam adâlet timsâli...Örnek: Mumdan, fenerden!
Kıpırdamaz zerrece oturduğu lüks yerden:
Haberi var mı bilmem, sırtındaki semerden;
Yalnız çok fazla sever, yatla gezip tozmayı;
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı!
***
Görenler onu her dem, çok halim-selim sanır;
Çok güvenilir adam, tam bir muallim sanır.
Belki bir güzel adam, bir hekim, hâkim sanır!
Öylesine biri ki, katıksız âlim sanır:
Çok sever insanların arasını bozmayı;
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı!
***
Çok hesap yapıyorum, aslâ tutmuyor sayı;
Kim alacak, ilk defa, ayyüzünde arsayı;
Herhâlde, ilk kapandır, yeryüzünde parsayı!
Belki de, getirecek, tutup dünyâya, ay’ı;
Çok da iyi biliyor, içip içip sızmayı;
Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!
***
Mârifetli diyor ki: “Geçti Bor’un pazarı!”
Peşinde dolanıyor muhabiri yazarı.
Nerededir bilmiyor dedesinin mezarı!
Hep sağlama basıyor, gele atmıyor zarı:
Beceriyor, yanına, vurguncunun, sızmayı;
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı.
****
Gelirken sıra sıra şehit cenâzeleri;
Boy boy câmi önüne çıkar endâzeleri!
Askere gitmemiştir, kendi en-tâzeleri;
Az değildir, gafili, hem de kepâzeleri:
Takar pişkince yine, küpesini, hızmayı;
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı!
***
Söz verir, vaat eder, gün gelince, “Asla!” der;
“Unutalım; geçelim, şimdi başka fasla!”der.
“Bu kabadayılığı, başkasına tasla!”der;
“Kendini, bundan böyle, bir ağaya yasla!”der;
Unutmaz asla, kat’a, suya yazı yazmayı;
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı!
M. HALİSTİN KUKUL