Ve bu yüzden devlet bizi dönem dönem sever ancak. Niye mi?... Eeee, “Evde hazır un çuvalı” gibi görür, pek önemsemez.
Külfetli, ağır işçilik gerektiren görevleri verir bize ancak. Çünkü kime güveneceğini iyi bilir devletimiz…
Başı sıkışır, “Özel harekâtçı” olarak sürer cepheye.
Rahata kavuşur, dağıtır çil yavrusu gibi… İsyanımız olmaz.
Durgun zamanlarda rehavetin hazzıyla, hafıza kaybı yaşar ve kışkırtıcıların gazıyla döver, söver, hışır eder, karar, karıştırır, anamızı ağlatır...
Küsmeyiz devlete, bir kenarda bekleriz.
Tarihin her döneminde bu, böyle olmuştur.
Elli yıldan berisini biliriz ki bu süre içerisinde hiç durum değişikliği görmemişiz devletimizden elhamdülillah…
Ne zaman ihtiyacı olsa mayamızın gereğini yapmak için devletimizin can simidi olarak çıkarız ortaya…
Kimseden emir almamız gerekmez.
“İçinde bulunacağımız ahval ve şerait” ne olursa olsun nefes almak, uyumak, yemek, içmek gibi, en gerekli ihtiyaç gibi bir irkilme iradesi ile çıkarız ortaya…
İşte bir örnek:
20 Temmuz 1974 sabahı, radyo ve televizyon Kıbrıs çıkarmasını duyurduğu andan itibaren hiç oy vermediğimiz Erbakan ve Ecevit’in akılları aklımız, kararları kararımız olmuştur.
Bugün, “faşist” kelimesini duyunca, hâlâ Bülent Ecevit’in o kalın bıyıklarının sarıldığı üst dudağının kalkık şekil bozukluğundaki “FAŞİST, FAŞİSTLER” söyleyişinin fotoğrafı canlanır gözümde.
O gün başbakanımız olarak ne emretse sorgusuz sualsiz yerine getirecek bir duruma gelişimi hatırlar, kendimle gurur duyarım hep.
ABD’nin her türlü ambargosu karşısında bir adım gerilemeyen duruşunu içten içe alkışladığımı unutamam.
O günlerde bile seçimlerde oy atar mıydım, atmazdım. Çünkü kendime ve fikirdaşlarıma leke sürmesini af edecek kadar yufka yürekli değildim.
1999’da, Sayın Ecevit’in de içinde bulunduğu Koalisyon Hükümeti, eşi hanım efendinin çok çirkin ağız ishali göz önünde bulundurulsa bile sevimsiz gelememiştir.
ABD’nin çakma ve dışarıdan sokma bakanı Derviş’e rağmen (Sayın Ecevit bunu nasıl kabul etti, hâlâ anlayabilmiş değilim) üç buçuk yıl katlanılmıştır hükümet ortaklığına.
Sayın Ecevit’in hastalığını bahane gösterip ki üstelik başbakanımızı diri diri gömmek üzereyken ABD’nin Irak’a yerleşmesine zemin hazırlayıcı istifalarla DSP ikiye bölününce seçim kararı Türk Milletine duyurulmuştur…
Gelelim günümüze…
Ağıza alınmayacak cümlelerle beni ve dava arkadaşlarımı karalayıp yaralayan yetkililer zümresinin yönettiği devletimize ve dolayısıyla milletimize kurulan tuzak (darbe, kalkışma, düşmanlık, alçaklık, ihanet) karşısında 15 TEMMUZ 2016 GECESİ yine mayamızın gereğini yaptık ve DEVLET MAYAMIZ duygularımızı bastırmaya yetti.
Dedik ki “Kalkışmanın karşısında, hükümetin yanındayız”.
O andan itibaren dengelerin devletimiz lehine değiştiğini akıl sahipleri hemen anladı… Zaten diğerlerinin anlamasına da gerek yoktur…
Devletimiz bir Ergenekon’dan daha geçti böylece.
Yine o güne kadar müttefik/stratejik ortak/v.s/vs bildiğimiz ABD’ye karşı son zamanlarda sergilenen dik duruşu alkışlarken, içeride ihanet çeteleriyle etkin mücadeleyi desteklemeyi görev bildik.
Seçimlerde oy atar mıyım bu acemiler mangasına, asla…
Devlet adamlığı mayası ezelden atılmışlarla devlet mayası dün katılanlar, aşısı dün yapılanlar arasında ezelle ebet boyutu kadar fark vardır.
Devlet-i Ebet müddet dışarıdan ve içeriden tehdit altındayken iktidar/menfaat çekişmesine girmek, sel önünden kütük kapma, ölmüş eşekten nal sökme, fırsatı ganimet görme yazmaz bizim kitabımızda.
Devlet, her devirde camış gibi besler, semirtir kendisine hiç faydası olmayacakları. Korur, kollar, yerine göre emzirir, kuş sütüyle besler.
Biz bu yüzden, “TANRI TÜRK’Ü KORUSUN” deriz. Nasıl olsa ötekileri devlet korur her zaman…
Kimseden alkış, takdir, teşekkür beklemeyiz.
Tarihin derinliklerinden gelip geleceğin ufuklarına yolculuk edenler, aşağılık duygusu taşımaz. Vakarını bozmaz. Bu, beş bin yıldır böyledir, gelecekte de böyle olacaktır.
Asalet satın alınamaz.
Asalet mirastır, nesep yoluyla intikal eder ancak.