Günümüz sosyolojisindeki Devlet anlayışının, inşâ ve idâre maksat ve hedefi bakımından eskilerinkinden ne farkları vardır? Bu târîf, tasnif ve vasıflandırmaların arkasında saklanan şuûraltı niyetlerini, ancak tatbikatlar çözebilmektedir. Ancak, buna rağmen, bunlar da arzu edilen ilmî ölçülerde dile getirilememektedir.
Dikkatlice bakıldığında, şu eskimez hâl, hepsinde ayân-beyân görülmektedir ki, bunlar da,' para, p(u)ropaganda ve fizikî kuvvet' olarak karşımıza dikilirler.
Beşerî hukuk ve sosyoloji, oluştan sonra müdâhale eder ve idrâklere göre kanaat belirtir.
İster komünizm ve faşizm gibi totaliter yapıda olsun, isterse de bunlara yakın bulunan, oligarşi, monarşi, teokrasi, aristokrasi veya isterse, demokrasiye geçiş anlamında meşrutiyet (parlamenter monarşi ) ve isterse de doğrudan doğruya demokrasi adı altında cumhuriyetler olsun, seçilmiş, yarı seçilmiş (ön seçim) veya seçilmeden (tepeden inme) olsun ve isterse de tâyinle gelsin, hepsindeki müşterek çıkmaz, en tercih edilen demokratik cumhuriyet dâhil, yukarıda ifade ettiğim "para-p(u)ropaganda ve fizikî kuvvet/insan gücü" dür ve bunlar, icrâ'da, en önemli faktörler/âmillerdir.
Gerçi, p(u)ropagandayı da, fizikî gücü de sevk ve idâre eden "para"dır. Kim, bundan, nerelere ne kadar ulaştırabilirse, yüzde yüz olmasa bile, büyük çapta, öndelik/avantaj sağlamaktadır.
Devlet; temeli, kişi hak ve hürriyetlerine dayanan ve 'adâlet'i esas alan sosyolojik bir yapıdır. Öyle olmalıdır. Müşterek bir çatı'dır. Türk töresinde 'baba'dır. Baba, hâmî'dir. Koruyucu, kollayıcı, tehlikelerden uzak tutucudur. Adâlette, herkese aynı mesâfededir. Onda, keyfîliğe yer yoktur. Demokratik cumhuriyeti esas alan sistemde değil, tek kişilik hâkimiyette bile, hiç kimsenin, vatandaşlar nezdinde, hukukun değil, adâletin dışına çıkmaması gerekir.
Dikkat etmişimdir, demokratik denilen cumhuriyetlerde seçime katılanlar, zâten, başlangıçta, eşit olmayan şartlarda yarışa başlarlar. Hukuksuzluk bir yana, ap-açık adâletsizlikle başlayan bir faaliyetin sonu nasıl adâletli çıkabilir?
Devlet; millî irâde ile/müşterek tavırla inşâ edilir. Tabîî ki, bunda, kişi tercihlerinin sosyolojik adâlet, hak ve hürriyetler nezdinde teşekkülü mühimdir. Millî meclis, bu irâdenin fikrî ve ameli yükünü taşır. Bunun seçeceği, yine câri/âdil hukuka göre, riyâsız, hîlesiz, menfaatsiz, korkusuz, şüphesiz, endîşesiz...bir reis/başkan milleti temsil eder.
Şâyet adâlet, asıl unsur olarak tecelli etmezse/ettirilmezse, devlet, henüz daha başlangıç safhasında, asıl varlığını inkâr eder ve yok'a düşer. Zîrâ; para birimi, ordusu, lisanı, başşehri, emniyet teşkilâtı, maarif ve hukuk sistemi gibi müesseselerinin tespiti ve kuruluşu başlamadan, nihâyetlenen bir teşebbüsten başka bir şey olmaz.
Hazır'ın sistemleşmesindeki hârîci unsurları da gözönüne almak şarttır. Millet-bayrak-toprak-para..hazır olsa bile, inşâda, dış ve iç muarızlar engelleyici olabilirler.
Öyleyse; kurulu bir devletin korunması da, bu gerekçelerledir ve çok önemlidir.
Kanuni Sultan Süleyman'ın dediği gibi; nasıl ki, bu "cihânda bir nefes sıhhat gibi devlet" yok ise, " Halk içinde" de, devlet gibi mu'teber bir nesne yok"tur.
Devletsiz bir millet, mahkûm'dur ve en evvel, onun korunması zarûrî'dir.
Son Şeyh'ül Muharrirîn Ahmet Kabaklı, Devlet Gazetesi'nin 7 Nisan 1969 târihli ilk nüshasının 2. sayfasından yazdığı Devlet başlıklı yazısında, devlet kelimesinin mânâları üzerinde bilgi verdikten sonra, o zamanki şartların dünyası hakkındaki kanaatini şu ibret verici cümlelerle paylaşır:
"Rusya, Kızıl Çin, Orta Doğu ve Balkanlarda bugün 120 milyon Türk yaşamaktadır. Onlar, devletsiz oldukları için bugün esirdirler. Devletsiz, bayraksız, bahtsız, talihsizdirler. Yarın biz güçleneceğiz: Onları da devlet yapacağız. Başlarına devlet kuşu konduracağız. 15 yıla kalmadan yalnız bir tek Türkiye Cumhuriyeti değil, kardeş Türk Devletleri de olacak. Kıbrıs'ta bir devletin çekirdeği kuruluyor. Yakında başkaları da hazırlanacak. Türk genci buna inanmalıdır. Büyüme, çoğalma ülküsüne inanmalıdır. Bu dünyada hayat hakkı "iddia sahipleri"nindir. Ya büyüklük peşinde koşarsın, ya batarsın..."
Rabb'im rahmetine, Peygamber Efendimiz de şefaatine, seni muhatap eylesin Hocam!..
Ve "Eyyy Türk Milleti!.." Ve "Eyy Türk Gençliği!..." Ne diyorsunuz bu sözlere?..
Bu sözlerin, 1969 yılının Nisan ayında yazıldığını, hep beraberce fakat ciddî ciddî, çok iyi bir şekilde, zihnimize ve gönlümüze sindire sindire kaydetmemiz ve düşünmemiz gerekmez mi?..Düşünme vaktinin hangi safhasında, neresindeyiz, onu da bilmemiz gerekmez mi?
Karşımıza çıkan 'fırsat'ları değerlendirebildik mi? Ne dersiniz!..
Dede Korkut Kitabı'nda şöyle deniliyor: "Oğul babanın yerine yetişenidir, iki gözünün biridir. Devletli oğul olsa ocağının korudur. Oğul da neylesin baba ölüp mal kalmasa. Baba malından ne fayda başta devlet olmasa. Devletsiz şerrinden Allah saklasın hanım sizi!" (Bknz: Prof. Dr. Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971, Sf. 2)
Kutadgu Bilig'de ise, "Hükümdar Kün-Toğdı Ay-Toldı'ya Adâlet Vasfının Nasıl Olduğunu Söyler" bahsinde, Hükümdar, mes'eleyi şu şekilde netîcelendirir:
"İster oğlum, ister yakınım veya hısımım olsun; ister yolcu, geçici, ister misâfir olsun;
Kanun karşısında benim için bunların hepsi birdir; hüküm verirken, hiç biri beni farklı bulmaz.
Bu beyliğin temeli doğruluktur; beyler doğru olursa, dünya, huzura kavuşur.
Akıllı insan buna benzer bir söz söylemiştir; kim akıllı insanın sözünü tutarsa, iş yoluna girer.
Beyliğin temeli doğruluk üzerine kurulmuştur; doğruluk yolu beyliğin esasıdır.
Bey doğru olur ve ülkeye böyle hüküm ederse, bütün dileklerine kavuşur." (Bknz: Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hâcib, Çeviri: Reşid Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1974, Sf. 70)
Türk'ün, Devlet'e verdiği ehemmiyeti îzah bakımından, destan şâirimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun nefis mısrâlarından da mevzûmuza güzellik unsuru katmak istiyorum. Gençosmanoğlu'nun bu mısrâlarının, aynı zamanda, Yusuf Has Hâcib'deki anlayışın devamı olduğu ve onunla ne kadar aynîlik taşıdığı da apaçık görülmektedir.
Son sözü,Alp-Erenler Destanı'nın o hârika mısrâlarıyla söyleyelim:
"Osman Gazi'nin, Kayı Boyu'nun Beğliğine seçildiği gün, Söğüt'ün Köslük meydanında, bir ozanın kopuz çalıp söylediğidir...
Duysun İklim-i Rûm, diyâr-ı küfür,
Cihan içre büyük umûr olacak.
Yoğrulup İslâm'ın ruh teknesinde,
Türk milleti hallü hamur olacak...
Allah'ın Osman'a verdiği devlet,
Sayesinde, dünya mamur olacak.
Devlet ki, ilk işi harabelerle,
Kırık gönülleri tamir olacak.
Devlet ki, elleri mazlûma ipek,
Yumruğu, zâlime demir olacak.
Devlet ki, arsızın sırtında kırbaç,
Haklının omzunda samur olacak.
Mülke sahip olan Allah adına
Ve...Allah adına âmir olacak...
Firavun gururu hâk ile yeksan,
Nemrut ateşleri kömür olacak..
Devlet ki, sancağı altında yıllar,
Saadetle dolu ömür olacak..
Onda dikenlikler lâle bahçesi,
Onda çirkinlikler dumur olacak!..
Devlet ki, bânisi Osman Beğ Gazi...
Onu cümle cihan tanır olacak..
Osman'ın gönlüne düşen kıvılcım,
Asırlar boyunca münir olacak.
Onun devletinin hadsizliğine,
Allah'ın takdiri sınır olacak..
Emek ekmeğinin helâl lokması,
Onun sofrasında yenir olacak..
Onun devletinde, insan kendini,
Asr-ı Saadet'de sanır olacak..
Yakındır yakındır yakındır..Kayı,
Şeyh Ede Balı'ya dünür olacak!.."
(Bknz: Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Alp-Erenler Destanı, Kültü Bakanlığı Yayını, Ankara1990, Sf.53-55)
EDEBİCE DERGİSİ, SAYI.15, EYLÜL-EKİM 2018, SF..31-33