Her 26 Eylül, Türk Dili Bayramı olarak kutlanıyor. Bu münâsebetle, bu sene de beyanatlar verildi, az da olsa görüşler ileri sürüldü.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de bizzat hazır bulunduğu ve 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan ilk Türk Dili Kurultayı esas alınarak “Türk Dili Bayramı” kutlanmaya başlanmıştır.
Tabiî ki; 13 Mayıs 1277’de Karamanoğlu Mehmet Bey (?-1280)’in: “Bundan sonra, hiç kimse dîvânda, dergâhta, bârgâhta ve her yerde Türk dilinden başka söz söylemeyecektir” olarak ifade edilen talimatı da bu hususta çok önemlidir.
Belki de, Âşık Paşa (1272-3 Kasım 1333), 12.000 beyitlik Garip-nâme adlı mesnevîsinde, tıpkı Karamanoğlu Mehmet Bey gibi, ilk uyarıcılardan, Türkçe’yi ilk savunanlardan ve hattâ bu hususta, Yûnus Emre’ye ilhâm verenlerden olmuştur. Diyor ki:
“Türk Dili’ne kimse bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
İnce yolu ulu menzilleri...”
Bilinmelidir ki, bu hareketlerin herbiri, belli toparlanış hamleleridir. Aslında, daha da gerilere gidip, Türk dilinin şanlı ve asîl numûnelerini Orhun Âbideleri (732-735)’nde aramalıyız.
Bu kısa îzahtan sonra gelelim şimdiye...
Senelerdir, okul kitaplarındaki, üniversiteye giriş imtihanlarındaki ve sokaklardaki bozuk Türkçe ile yabancı kelime istlâsını nefesim tükenircesine defalarca yazdığım hâlde, ne ilgili bakanlıklardan, ne üniversitelerin ilgili bölümünün öğretim üyelerinden, ne Türk Dil Kurumu mensuplarından müspet bir tavır göremedim.
İdârî ve siyâsî selâhiyet sahiplerinin, zaman zaman ortaya attıkları ‘tabelâ’ mes’elesi de, sâdece göstermelik ve işi savsaklamadan öteye gitmemiş oyalamadan başka bir hüviyet taşımamıştır.
Meselâ; bana, önce, yıllardan beri, okul kitaplarını dolduran ve bâzıları, Orhun Kitâbeleri’nde, Kâşgarlı’da, Yûsuf Has Hâcib’de ve Yûnus Emre’de de bulunan ve bütün Türk dünyasına mal olmuş şu kelimeler hakkında ne düşündüğünüzü söylen misiniz?
Fert-şahıs-kişi-zat mı diyelim yoksa uydurukça birey mi?
Hayat/hayatî mı diyelim yoksa uydurukça yaşam/yaşamsal mı?
Hür/hürriyet mi diyelim yoksa uydurukça özgür/özgürlük mü?
Medenî/medeniyet mi diyelim yoksa uygar/uygarlık mı?
Millet/millî/milliyetçi mi diyelim uydurukca ulus/ulusal/ulusalcı mu?
Eser mi diyelim yoksa yapıt mı?
Tabiat/tabiî mi diyelim uydurukça doğa/doğal mı? Hattâ, F(ı)ransızca natürel mi?..
Pazaryerlerinde, pazarcılar bile, organik domates, doğal maydanoz demeye başladılar, niçin? Hiç kimse, bu neyin nesidir deme ihtiyacını duymuyor, niçin?
Tecrübe mi diyelim, deneyim mi?
Şart mı diyelim, koşul mu?
Teşkilât mı diyelim, örgüt mü?
Kelime mi diyelim, sözcük mü?
Meselâ; “Er kişi veya hâtun kişi niyetine” cenâze namazı kılarken, “Er birey veya hâtun birey niyetine” mi tekbîr getirilecektir?
Meselâ; “Kelime-i şehâdet” yerine “Sözcük-ü şehâdet” mi uygun düşer, ne dersiniz?
Atatürk’ün söylediği:
“Türk milleti asırlardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklâli, yaşamak için şart saymıştır”
“Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir.”
“Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir.”
“Biz Türkler bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle sembol olmuş bir milletiz”
“Türkler bütün medenî milletlerin dostudur.”
Vecîzelerini, Türkçe’nin hangi kefesine koyacağız?
Önce ve her şeyden evvel, Türkçe’nin bozulmaması için çâre üreten arıyorum...Var mı? Yok!
Mevcut bozulmayı durdurma gayreti arıyorum...Var mı? Yok!..
Türkçe’nin, Türk Dünyâsı Türkçesi hâline gelmesi için ilmî usûllerle incelenmesinin ardından, sür’atle imlâ mes’elesinin de hâlledilmesini arzu ediyorum...Var mıböyle gayret? Yok!..
Tekrar edeyim: Trabzon yazıp, nasıl Tırabzon okuyoruz?..Türkçe’nin hangi kaidesinde var?
Peki; profesör yazıp nasıl purofesör okuyoruz, program yazıp purogram, proje yazıp puroje okuyoruz...bana îzah eden biri çıksın da iknâ olayım!..
O hâlde; mersi demeye, kuzen demeye, market, antre, gardırob, robdöşambr, kostüm...demeye devam ediniz!..
Hadi, onu da tekrar söyleyeyim; istisnâsız bütün hastahânelerimizde her köşe başındaki şu “exit” kelimesi neyin nesidir?
Türk Dili Bayramı’nız mübârek olsun, efendim!..Nice bayramlara!..