Cemiyet nizâmını sağlamanın yegâne yolu ‘adâlet’in temini ile, beşerî vicdânı tatmindir.
Eylül Yağlıkara adlı 8 yaşındaki bir kız çocuğumuzun 22 Haziran’da Polatlı’da mârûz kaldığı tecâvüz ve öldürülme hâdisesi üzerine, bir takım beyânatlar verilmeye başlanmıştır. Bu hususta, -şu ân îtibâriyle- verilen üç beyândan bölümler naklederek söze başlayacağım.
Birinci beyân: “Meğer Eylül’e acımadan kıymışlar. Korkak katiller bir kere daha milli gönülleri heder etti...(...)Ağrı’da ailesiyle birlikte dedesinin köyüne bayramlaşmaya giden 3,5 yaşındaki Leylâ da tam 16 gündür bulunamadı. Kaybolan yalnızca Leylâ değil, hepimiziz. İnanınız, bu gidişle başımıza taş yağmazsa yatıp kalkıp şükretmemiz gerekir....İdam bile katiller için kurtuluştur! Bu rezillere öyle bir bedel ödetmeliyiz ki, yankısı yedi cetlerinden hissedilmelidir. Çocuk katilleriyle mücadele değil, savaşmak lazımdır...” (Basın: 01 Temmuz 2018, M.H.P. Genel Başkanı D. Bahçeli)
İkinci beyân: “Cinsel kastrasyon (kimyasal hadımlık) dediğimiz tedbirleri bütün yönleriyle yeni dönemde devreye sokacağız.”(Basın: 01 Temmuz 2018, Başbakan Yardımcısı B. Bozdağ)
Üçüncü beyân: “Birkaç yıl önce paramparça edilen Özgecan Arslan, Münevver Karabulut, Hande Kader cinayetleri sonrasında caydırıcı kararların alınamaması, cinayetlerin devamlılığı hususunda bir caydırıcılık taşımıyor. Tecavüz eden bir caniye, hâkim iyi hâl indirimi verebiliyor. Artık, Türkiye’de bunların konuşulmamasını istiyorsak, caydırıcı derecede cezaların getirilmesinin şart olduğunu düşünüyoruz.” (Basın: Türkiye Diyanet-Sen Genel Başkanı Mehmet Bayraktutar)
Sıcağı sıcağına verilmiş bu üç beyâna bakalım: Birincisi, edebiyât; ikincisi, oyalama; üçüncüsü, hakîkat, fakat, çâre tek olmalıydı!.. Hele de Diyânet-Sen’den gelmişse!..
Bir de, nedir şu “kastrasyon” kelimesi denebilir! Millete, anlaşılmaz kelimeyle söyleyeceksiniz ki, kafası iyice karışsın!..Kastrasyon, F(ı)ransızca “castration” kelimesinin okunuşudur ve Türkçe’mizde “hadım etme, iğdiş etme, eneme, kısırlaştırma’ mânâlarına gelir.
Şimdi arzedeceğim kısa bilgilerden sonra, niçin, birinciye ‘edebiyat’, ikinciye ‘oyalama ve üçüncüye de ‘hakîkat, fakat, çâre tek olmalıydı’ dedim, îzah edeyim:
Bu satırların yazarı olarak, Özgecan Arslan’ın ve birçok kadının katledilişinden sonra, bu hususla ilgili tam dört yazı yazmış ve durumun vahametini dile getirmiştim. Önce, onların başlıklarını ve ardından da onlardan bölümler nakledeyim:
1. “Kadına Değer Vermek ve Kadın Cinâyetleri” (Denge Gazetesi 14 Aralık 2015, Sf. 9; Canik Belediyesi Geçmişten Günümüze Kadın Sempozyumu Bildirileri, Cilt: 1, Samsun 2016, Sf. 285-287); İLESAM Dergisi, Ekim-Kasım-Aralık 2016, Sf. 42-45
2. Kadın Cinâyetlerinin Arka P(i)lânı, wwwkapsamhaber.com-08 Mart 2016-18.14; Denge Gazetesi, 08-09-10 Mart 2016, Sf.11; Aydın Efesi Dergisi Mart-Nisan 2016, Sf. 3-6
3. Îdâm Geri Gelsin Mi?, Denge Gazetesi, 19 Şubat 2015, Sf. 11
4. İşte Îdâmlık Suç, wwkapsamhaber.com-08 Temmuz 2017-15.10; Denge Gazetesi, 09 Temmuz 2017, Sf. 8
Bu makalelerimden birer ikişer numûne cümleyle mes’eleye bakışımı/görüşümü de ifade edeyim:
* “Kadına değer vermek; insanın, kendi özüne/cevherine saygı göstermesi demektir. Umûmî ifade ile, insana saygı gösteremeyen birinin, kadına saygı göstermesi mümkün müdür?” (Bknz. M. Halistin Kukul, Kadına Değer Vermek ve Kadın Cinâyetleri)
* “Özgecan, 11 Şubat 2015’te öldürüldü. O’nun öldürüldüğü yıl (2015) 235 kadın daha öldürülmüş ve bu sayı, o yılın kasım ayında 24’müş.” (Bknz. M. Halistin Kukul, Kadın Cinâyetlerinin Arka P(i)lânı)
* “1 Ağustos 2002 târihinde îdâmın kaldırılması için kalkan kollar, kol değil de ağaç dalı mıydı?” (Bknz: M. Halistin Kukul, Îdâm Geri gelsin mi?)
* “Sakarya’nın Kaynarca ilçesinde Suriyeli 9 aylık hâmile kadın, 10 aylık çocuğu ile kaçırıldı. Ormanlık alana götürülen genç kadın tecâvüze uğradıktan sonra oğlu ile birlikte öldürüldü.” (Bknz. M. Haistin Kukul, İşte Îdâmlık Suç)
Buradan hareketle şimdi de başka haritalara (!) bakalım!..Harita dediysem, elbette o değil..
Târih 27 Ekim 2016... Yâni bu işlerin en hareketli zamanları...Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle diyor: “Benim vatandaşım haklı olarak ‘idam’ diyor. Bunun kararını parlamento verir. Ha böyle bir karar gelirse ben onaylarım.”
Bu ifadelere, benim hiçbir sözüm olamaz elbette!..1 Ağustos 2002’de idamın kaldırılması için kalkan kollar elbette ki ‘ağaç dalı’ değildi!..
Kaldı ki; T.C. Anayasası’nın 17. Maddesi’ndeki: “Herkes yaşama, maddî ve mânevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” hükmünü de, herhalde benim uygulamam gerekmiyor!..
Hattâ; yine T.C. Anayasası’nın 19. Maddesi’nde ifade edilen: “Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir” hükmünü de yine benim gibiler tatbik tatbik ettirmemelidirler, değil mi?
Lütfen; yukarıda sözünü ettiğim makalelerimin tamamını okuyunuz ve ister o günlerin selâhiyetlileri, ister bugünkülerinkine bakınız ve değerlendirmenizi öyle yapınız.
Bir defa, şuna inanmalıyız ki, mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’deki şu hükme riâyet etmemiz şarttır. Başörtüsünü veya başka şeyleri, inançla/îmânla değerlendirenler, cinâyetler mes’elesinde Kur’ân-ı Kerîmin hükümlerinin niçin uzağında dururlar ve sözü evirip çevirmeden cevap verilmezler, bunu, Allahü teâlânın huzurunda öğrenmek isterim.
Haksız yere ‘insan öldürmenin cezâsı”, Bakara Sûresi’nin 178. ve 179. Âyet-i kerîmelerinde şöyle buyurulmaktadır:
“Ey îmân edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı...Hem kısasta size bir hayat vardır; ey temiz aklı temiz özü olanlar!”
(Bknz. Kur’ân-ı Kerîm ve Îzahlı Meâli, Elmalılı M. Hamdi Yazır, Îzah ve Sadeleştiren: Yard. Doç. Dr. Nedim Yılmaz, Hisar Yayınevi, İstanbul, Sf. 26)
Edebiyat yapmanın, lâfı öteye beriye dolaştırmanın ne âlemi vardır!..
Peygamber Efendimiz ise, bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmaktadırlar: “Kim kasten öldürürse, bunun hükmü kısastır”
O hâlde, daha ne bekliyorsunuz? Yok şöyle yaparız, böyle yaparız, hadım ederiz, en ağır cezayı veririz, ceza indirimi yapmayız...lâfları, oyala(n)maktan ve zaman kaybetmekten başka ne maksat taşır?!!
İşte “reçete”, işte rehber, işte kılavuz!..
Verin kararınızı, elinizi tutan ne var???