Dünya insanı demek, kozmopolit ruhlu, kendini inkâr eden değil; millî hassasiyetlere sâhip, ahlâklı, adâletli, hoşgörülü, ilmî, İslâmî ve cihânşûmül değerlerle teyzîn edilmiş, yaratılış gaayesini müdrik insan demektir.
İstanbul’da yayınlanan yüksek tirajlı bir gazetede, değerli bir yazarımız şöyle diyor: “Akademisyen okurum, seçimi yorumlamış.
Erdoğan’ın yüzde 52 oy almasının, toplumun eğitim problemi olduğunu söylüyor, endişelerini aktarıyor.
CHP’liler hemen sevinmesin...
‘Normalde daha yüksek oy alması gerekirken, neden alamadığını’ sorguluyor mektubunda.
Kendisinin ricasıyla ismini yazmıyorum.
Çok önemli tespitleri var.
Hocamız tehlike sinyallerine dikkat çekiyor.” (Basın: 05 Temmuz 2018)
Benim mes’elem, kimin hangi hengâme içinde, nasıl oy kazanıp kaybettiği değildir. O iş, siyâset bilimcilerin ve sosyologların işidir.
Benim anlamadığım hususun birincisi, kendisine “Hocamız” diye hitap edilen bu “Akademisyen okur”un kendini gizlemesi’dir. Bir ülkede, “akademisyen” vasıflı biri, şâyet fikrini, bir başka vasıta ile naklediyorsa, o ülkede ne ilim vardır ve ne siyâset hakîkî hür ve demokratik mertebesine ulaşma cehdindedir.
Bir “akademisyen”, bir başkasını vasıta kılarak, hayâtı ehemmiyet arzeden bir “seçimi” nasıl “yorumla” yabilir? İşin garibi, doğrudan doğruya, “tehlike sinyallerine” nasıl “ dikkat” çekemez!..
İkinci husus, “toplumun eğitim problemi” ne demektir? Yirmibirinci asrın şu gününde, sen, ortaöğretim PİSA seviyesinde en geri ülkeler arasında bulunacaksın ve senin, üniversiteler seviyesinde ilk dört yüze giren bir üniversiten bile bulunmayacak, ondan sonra da kalkıp “eğitim ve kültürde istenen seviyeye ulaşamadık” itirafında bulunacaksın, ardından da, kendisinden fikir üretimi beklediğin “akadamisyen”, bunu, “toplumun eğitim problemi” olarak yorumlayacak!..
Peki, toplumu, eğitimsizliğe sevkeden(ler) kimlerdir?
Sözü edilen son onbeş-onaltı senede, (yazının yayınlandığı tarih îtibâriyle) üç cumhurbaşkanı (Sezer-Gül-Erdoğan), dört başbakan (Gül-Erdoğan-Davutoğlu-Yıldırım), altı millî eğitim bakanı ve sanıyorum dört de kültür bakanı değiştiren Türkiye’de, niçin, “toplumun eğitim problemi” bu derecede yüksektedir ve bunu, niçin bir başka siyâsî teşekkül ile mukayeseyle ifade söz konusudur?
Burada, “problem” kelimesi öyle alelusûl kullanılması gereken bir kelime değildir. Birkaç cümle sonrasında “tehlike sinyalleri” ifadesi yer alıyor.
Türkiye’nin fikrî mertebesini seyredebiliyor musunuz? “Tehlike sinyalleri” başladığı zamanlarda bile ne kadar rahatız? Hem de bir “akademisyen'in ifadesiyle!..
Dünya insanı yetiştirebilmek için, ilk önce, Türkçe’ye sâdık kalmamız ve temel kültür değerlerimizin inşâ unsuru olarak onu görmemiz lâzımdır.
Dikkat buyurulsun; son on beş senede, “Eurovison” şarkı yarışmalarına bir başka milletin lisânıyla katıldık. 2003, 2009, 2011 ve 2012 yıllarında yapılan yarışmalara İngilizce müzikle iştirak ettik.
Halbuki, 2008’de Cumhurbaşkanı olan Gül, “Türkler, bir milyon Ermeni, 30.000 kürt kesti” diyerek, Türk milletine acımasızca iftirada bulunan bir zatın aldığı Nobel ödülünü, Türkçe yazmasına bağlayarak şöyle diyordu: “Orhan Pamuk, Türkçe yazdığı için Nobel ödülüne lâyık görüldü. Bir bakıma Türkçe’ye verildi ödül”. (Bknz: Zaman Gazetesi, 27 Mayıs 2008, Sf. 20)
Halbuki, Türkçe’yi, Türk kültürünü ve ilmî faaliyetleriyle Türkiye’yi dünyaya tanıtan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’dan fazla bir bahis yoktu... Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun “Türkçe’nin Sultanı” dediği son şâirler sultanı Necip Fâzıl’dan bahis yoktu!..Prof. Dr. Fuat Sezgin’i tanıyanlar bir elin parmakları sayısıncaydı. Prof. Dr. Aziz Sancar ismi, mensubiyetiyle iftihar ettiği millet tarafından Nobel ödülü alıncaya kadar duyulan biri değildi.
Herkesin değil ammâ, bunların, ilim ve üst siyâset çevrelerince bilinip tanınıp teşviki gerekirdi.
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu diyor ki: “Türkiye’deki safdiller diyor ki: “Dünya küreselleşti, dünya İngilizce konuşuyor.” Cezayir, Tunus, Afrika kabileleri ise diyor ki:”Dünya küreselleşti, dünya dili Fransızca oldu.” Eski Sovyetlerdeki sözüm ona bizim akrabalarımız olanlar da diyor ki:”Hayır efendim, dünya dili Rusça oldu, eğitim dili Rusça olsun.”Herbiri böyle bir şey diyor, hangisi doğru? Hepsi birden doğru olamaz, demek ki birilerine bir şeyler yutturulmuş.” (Bknz. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, Hedef Türkiye, Otopsi Yayınları, 6. Basım, Sf. 26)
Çok yeni bir haber okudum: Elif İnce adında, genç bir Doç. Dr. Öğretim üyemiz, radyasyon yaymayan tomografi cihazı icât etmiş...İşte, Türk milletinin “Dünya insanı” bu ve bunlardır. Hedef, böyle insanların yetiştirilmesidir. Her sahada!..
Prof. Dr. Aziz Sancar, bir konuşmasında, büyük bir tevâzû ile şöyle diyor: “Onuncu sınıfta mükemmel bir Kimya öğretmenim vardı. Kimyager olmamı ve NOBEL’i almamı o öğretmenime borçluyum.”
Aziz Sancanlar’ı keşfedecek böyle öğretmeniniz/öğretmenleriniz var mı?
Sorup araştırıldı mı, bu öğretmen kimmiş? Hayatta mı yoksa vefât mı etmiştir? Böyle bir ilim adamının yetişmesine ön-ayak olduğu için, yaşıyorsa onun gönlünü almak, vefât etmiş ise kabri başında bir Fâtiha okumak gerekmez mi?
Peki; Türkiye’nin bir öğretmen yetiştirme hedefi var mıdır? Elbette ki, yoktur!.. Ammâ, var diye ısrar edilir ise, bu “öğretmen okulları” ne oldu dersiniz? Hiç arayıp soranınız oldu mu? Türkiye’deki bütün öğretmen okullarının kapısına ne zaman kilit vuruldu? Ve niçin?
“Tehlike sinyallleri” veren “akademisyen”den ricâmızdır, bir de bu hususta, birilerine yazıverse de biz de neyin ne olduğunu anlayabilsek!