Son dönemde özellikle Suriye’deki kriz ve İtalya’nın Lampedusa adası açıklarında yaşanan can kayıplarıyla ısınan yasa dışı göç konusu, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin yıllardır karşı karşıya olduğu, dört koldan engellemeye çalıştığı ancak bir türlü çözüm bulamadığı bir sorun olmayı sürdürüyor.
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun deyimiyle “yeni olmayan ancak acilen çözülmesi gerekli” bu soruna bakış yıllar içinde büyük değişim geçirdi.
Ekonomilerin büyüme performanslarının iyi olduğu, işgücüne ihtiyaç duyulduğunda memnuniyetle karşılanan göçlere, özellikle 2000’li yılların başından bu yana farklı bir gözle bakılıyor. Bunun en önemli nedenlerini ise demografik alanda yaşanan büyük değişiklikler ve göçmen kaynaklı sosyal sorunların tavan yapmış olması olarak sıralamak mümkün.
-Bakış değişti
Göçmen politikalarının sertleştirilmesi, göç ve iltica yasalarında değişikliğe gidilmesi ve sınır dışı etmeye yönelik kuralların geniş yorumlanır hale gelmesi Avrupa’nın mültecilere bakışındaki değişimi özetleyen bir içeriğe sahip.
Başlangıçta yardım eli uzatılan yasa dışı göçmenlere artık hemen her Avrupa ülkesinde sosyo-politik bir risk olarak bakılıyor. Geçmişte esneklikleri ve AB ülkelerinin vatandaşlarının yapmak istemediği işlere burun kıvırmamaları nedeniyle değer verilen mülteciler artık kamu düzeni için tehdit ve hatta potansiyel suçlu olarak görülebiliyor.
Büyümenin güçlü olduğu ve işgücüne ihtiyaç duyulan dönemlerde “yasal-yasa dışı” ayrımı AB ülkelerini çok da endişelendirmese de gelinen aşamada durum oldukça farklı.
-Sorun sayıdan çok nitelik
AB’nin dış sınırlarından sorumlu birim olan Frontex’in bu yıl yayımladığı veriler 2012’de AB ülkelerinde yasa dışı şekilde kalanların sayısını 350 bin olarak gösteriyor. Frontex verilerine göre 2012’de AB’ye yasa dışı giriş yaparken yakalananların sayısı ise 73 bin. Bu oran, 2011’deki oranın yarısına denk düşmesi ve 2008’den bu yana ilk kez 100 bin sınırının altında kalmasıyla dikkati çekiyor.
Sayılar ve yapılan araştırmalar incelendiğinde AB açısından asıl sorunun sayıdan çok, gelenlerin “arzulanan niteliklere” sahip olmaması ve entegrasyon olduğu anlaşılıyor.
Birleşmiş Milletler (BM), 2025’ten itibaren AB ülkelerinin mevcut sistemi döndürebilmek için on milyonlarca göçmene ihtiyaç duyacağına dikkat çekiyor. Louvain Katolik Üniversitesi’nden Johan Wets’in altını çizdiği gibi, “Batı, özellikle nitelikli eleman talep edecek ama Güney’in arzı, az niteliklilerden ya da hiç niteliğe sahip olmayanlardan oluşmayı sürdürecek”.
-Sömürüye en açık katman
Yasal yollarla giriş yapmak isteyenlere ya da çalışmak için Avrupa’ya gelmek isteyenlere karşı alınan önlemler yasa dışı göçü artırıyor ve kısa süreli vizelerle yasal giriş yapanların yasa dışı kanallara kaymasına neden oluyor.
Mülteciler ve Yabancılar İçin Koordinasyon ve İnisiyatifler’in (CIRE) dikkat çektiği gibi çalışma hakkı verilmeyen, sosyal yardım alamayan “belgesizler”, çoğu zaman hayatlarını sürdürebilmek için kayıt dışı çalışmak durumunda kalıyor ve genelde düzensiz, dayanılması zor işlerle karşı karşıya kalıyorlar. Bu insanlar, kayıt dışı ekonomiye, sömürüye en açık işgücü olarak hizmet ediyorlar. Çalışma saatlerinin aşırı uzunluğu, gece-gündüz ayrımı yapılmaması, saatine 1-2 avro gibi normalin çok çok altında ücret ödenmesi, bazen ödeme bile yapılmaması sıkça karşılaşılan uygulamalar arasında yer alıyor.
Avrupa’ya büyük ölçüde Afrika ülkelerinden, Ortadoğu’dan ya da Afganistan’dan göç edenler genelde daha iyi ve güvenli bir yaşam hayali kursa da sonuç genelde bekledikleri gibi olmuyor. Her ne kadar AB içişleri bakanları her ciddi göç akımı sonrasında yaptıkları değerlendirmelerde, “Yaşamları koruma ve mültecilere seslerini duyurma şansı verilmesinin yasal ve ahlaki bir zorunluluk” olduğu mesajını verseler de pratikte yaşananlar teoriden farklı oluyor.
-Muğlak kriterler
Mültecilerin statüsüyle ilgili 1951 tarihli Cenevre Konvansiyonu’na göre, “hayatı ya da özgürlüğü, ırkı, dini, uyruğu, özel bir sosyal gruba üyeliği ya da siyasi görüşü nedeniyle tehlikeye girecek mülteciler” geri gönderilemiyor. “Bulunduğu ülke ve vatandaşları açısından tehlike oluşturmamak” da “geri gönderilmeme” kriterleri arasında yer alıyor.
Mülteci statüsü verilirken dikkate alınması gereken unsurlar bunlar olsa da çoğu zaman, “hayatta kalmayı başarıp Avrupa kapılarına dayananlara” dertlerini anlatma imkanı verilmiyor ya da kendileri yeterli ölçüde dertlerini anlatamıyor. Bunun yanı sıra resmi makamların ne olduğu tam belli olmayan kriterler uyguladıklarına yönelik şikayetlere ya da ucuz işgücü talebini dikkate alarak hareket ettiklerine yönelik iddialara rastlamak mümkün.
-Zengine "geç", ihtiyacı olana "dur"
AB ülkelerinin göç ve mülteci sorununa bakışının problemli olduğunu gösteren bir başka uygulama da “zengine geç, ihtiyacı olana dur” politikası oluşturuyor. Son yıllarda, ekonomik krizin de etkisiyle üye ülkelerde giderek yaygınlaşan uygulama çerçevesinde emlak sektörüne yatırım yapan yabancılara oturum izni veriliyor.
İspanya ve Portekiz’de 500 bin avroluk gayrimenkul alana oturum verilirken, Yunanistan 250 bin avroluk yatırım yapana beş yıllık oturum hakkı tanıyor. Letonya’da da benzer bir uygulama var ancak bu yöntemle oturum kazanan yabancılar bu ülkede kalmak yerine hemen Fransa, Almanya ya da Avusturya gibi ülkelere geçmeyi tercih ediyor.
Bu uygulama AB açısından ciddi bir kredibilite sorunu yaratıyor ve özellikle göçle ilgilenen sivil toplum kuruluşları tarafından sert şekilde eleştiriliyor.