ENDONEZ KARAKTERİ VE DİN
İnsanları en yumuşak oldukları yerden vururlar. Endonezler de yumuşak huylu veya mülayim olduklarından o zayıf noktadan kaybediyorlar. Ama bir de şöyle tersine bir fikir geliştirebiliriz: Dünya artık bir bilgisayar tıklamasının parmaklara harcattığı zaman kadar ufaldı. Öyleyse ya bu insanlar bir tıklamanın bütün maşeri vicdana girmesini bekleyecek bir kuluçka zamanını yaşayacak ya da aynı zayıf olduğu yerden kazanılmalarını bekleyen liderlere ihtiyacı olacak. Çünkü kafa yapıları yumuşaklıktan kaynaklanan her şeye Polyanna Elması gibi aşırı iyimser bakmaktan kaynaklanan tam bir toplumsal sorumsuzluk ve bencillik ruhlarına işlemiş.
Halbuki İslâm böyle bir ortamda yeşermedi. Televizyonlarda İslâm dinini, anlatan bayan ve bay hoca efendiler ve hoca hanımların ne konuştuğunu anlamıyorum iyi ki anlamıyorum diyorum ve sadece yüzlerindeki ifadelere jest mimiklere ve sözcüklerin iniş ve çıkışına bakarak Allah merkezli insana ve topluma öylesine uzak bir tacir sözcülerinin söylemlerini hissediyorum. Çok katı ve acımasızlar. Hiç mi hiç verici değiller. Ama verici gözüküyorlar.
Nasıl olsa anlayacağım diyorum. Ama insanların fantezi (letaifi kibar) evreni algılamalarından daha fazlasına ihtiyaçları olduğu muhakkak. Ama Türk geleneğinde kuvvetli yer tuttuğu için derinlere dalmaya hazırlanacak dibaceye kadar böyle düşünmeden edemiyorum. Dünya yuvarlak ama dönerken her nedense sert kafa atıyor. Köşeleri bombeli ama sertçe bir dünya budur. Pandora Kutusu’nu arayanlar ile Pandora Kutusu’nu açanlar farklı kişiler ve farklı idoller olmalı. Bizlere ömür boyu Pandora kutusunu aratanlar din adamlarımızdır.
Eğer biz bir alev yakarsak Halklar ve yoksul yığınlar Pandora Kutusunu kendileri açacaklar ve aslında umut denilen şeyin kendi elleri arasındaki irade olduğunu anlayacaklardır. Biz o kutuyu açacak yöntemi öğretebilirsek bu dünyamızı mamur edebileceğiz. Tabiiki öbür dünyamızı da. Hollandalı koloniyalistler, İngiliz, Alman, Japon hepsi bu ülkenin topraklarında, adalarında hep yeni ümit ama sonu berbat bir hayal kırıklığı oldu ve olacaktır. Çünkü insanlığın gidişi böyledir. Fakirler müziği ve paralarını paylaşmayı çok severler. Endonezler de böyle bir izlenim veriyor. 250 ye yakın kabile bir arada bir İslâm düşüncesinin hakimiyeti altında ve Endonezce’nin verebileceği kadar verdiği bir milli kimlik etkisinde gelişmektedir. Ama zenginlerin ve bürokrasinin amacı vermek değil: Aşağılamak ve almak.
Hükmetmeden ve sorumluluk almadan yönetmek olan İslâm ülkelerinin ordu ve bürokrasisi önyargısız saf halk beyninin uyanış sürecini beklemektedir. Türklere düşen nedir? Batılı ve Asyalı yeni sömürücülerin yöntemlerini kullanmak değil sadece ve sadece Pandora Kutusunu açacak yöntem için bir tane çakıl taşı da yola ben koyabilirim tavrını göstermek olmalıydı. Maalesef buradaki etkin Türk çevreleri yani Zaman Gazetesi nurcuları bunu görebilecek yetenekte değiller. Çok güçlüler ve de insaflı yazmak gerekirse güzel işlere de imza attılar ama ufuk zenginlikleri finans noktasında kaybolup gitti. Yola çıktıkları noktadaki haleti ruhiye yok oldu uçtu gitti. Tarihimiz ve atalarımız bize böyle öğretmedi. Yine de Türklerin merhamet duygularının maraza mahal vermeyecek kadar mantıklı olduğu ve yanlıştan dönecek kadar asaletleri olduğunu umut etmekteyim. Doğal gaz, petrol, altın, güneş zenigin bir ülkeni böylesine yoksulluk ve çevre felaketini hiç hak emtediği gün gibi aşikardır.
Endonez karakterindeki asaleti insandaki sönmeye yüz tutan asalet duygusunada ve erdeminin verimliliğinde ve insan merkezli bir İslam inancını uyanışının geleceğinde kendini göstereceğiini ummaktayız. Endonezya iki şeyden ya kaybedecek ya kazanacaktır: İslam; ama Arap tacirlerinin yönettiği Arabistan Yarımadasındaki cinselliğe hizmet eden değil daha serbest ve bağımsız kişilikli hanımların evrene bakışı ile, yumuşak ve mülayim huylu olmanın verdiği sorumsuzluk iyimserliğinin terkedilip yaşamı ciddiye alan bir bakışın gerekliliği.
Bu iki nokta Endonezya geleceğini belirleyecektir. Yumuşak atın öfkesi pek olur Türk atasözünün gösterdiği yolda demir yavaş yavaş ısınmakta ama soğuması pek güç olacağa benzemektedir. 250 milyon insan arasında sadece bir kişinin arabasının arkasında gördüğüm Awas korupsi: Dikkat yolsuzluk uyarı tabelası bile bir kıvılcımın yandığını ve ümitlerin geleceğe doğru taşındığını göstermektedir. Haydi Endonezya! senin dağınık ve bölük pörçük kişiliğin bile senin özündeki mülayim olma, easy going dediğiniz (kandaina 寛大な) geniş hoşgörülü mülayim ve yumuşak huylu sesiz ve sakinliğiniz altında; mutlaka birikmiş bir sırtlarınızdaki yükün ağırlığını atacak yüreklerin sıcaklığını görüyorum. Türklerde züppece düşünüş ve letaifi kibardan öteye gitmeyen bir uyuşturucu İslam bakışı ile, Endonezlerde hiç bulunmayan bom boş bir davul gibi görünen kafa yapısının hastalıkları yenmesi için temel ihtiyaçların nasıl karşılanacağı istikametindeki İslam menşeli bir düşünce tarzının kıvılcımlarını beklemekteyiz.
Sokak kenarlarında o kadar çok çorbacı ve benzeri gıda maddeleri satıcıları var ki. Her yer ama her yer satıcı ve çorbacı, dondurmacı, sigara satıcıları, tek tek parça sigara satıcıları, sadaka toplayıcıları, gitarla şarkı söyleyip para toplayanlar kaynıyor. Endonez halkının kendi başına buyruk, hep önüne bakan ve hep önüne bakarak sadece kendi istikametine bakarak yürüyen ve öylece karşısındakine mülayim, geniş huylu, hoşgörülü izlenimi veren yapısının altında aslında bir saplantı ve bireyselliğin, katı bir inadın içgörüsünü sergilediğini düşünüyorum. Bu insanlar neden din söz konusu olduğunda sadaka toplamak, namaz kılmak, Kur’an okumaktan başka bir şey anlamıyorlar? Türkiye’de de durum böyledir. Sadece biraz daha dikkatli örgütlenmişlerdir o kadar fark var.
Gerçi benim gibi İlahiyatçılar; sermaye sözcüleri, tacir İslamlığı hoca efendileri tarafından zındık, dinsiz, fasık gibi suçlamalarla nitelendirileceklerdir. Samimi konuşmak gerekirse bu tavır yoksul hiristiyan ülkelerde de benzeri suçlamalara maruz kaldı. 1968 yılında Kolombiya Medellin toplantısında Katolik Piskoposlar yoksul ülkelerin sırtından zengin ülkelerin nemalandığını ve Tanrının ise yoksullar aracılığı le konuştuğunu söylediler. Hareketi bizzat Vatikan engelledi. Biz Müslüman olarak buna daha fazla muhtacız. Kurtuluş ilâhiyatı Hristiyanlarda akamete uğradı. Ama İslâm ülkelerinde akamete uğraması olasılığı azdır. Nedensel olarak akameti başarısızlıkla değil de yönlendirme ile dumura uğratılabilecek bir ayaklanma olabilecektir. Ancak genç dimağlar, genç yoksul yığınların fazlalığı, Hazreti Muhammed’e her gün hakaret eden seks düşkünü Suudi arazi şeyhinden tutun da Pakistan’daki khan hakimiyeti yıkılıp def olmak için gelecekte bir günü beklemektedir kanısındayım. Bizim gibi zındık ilahiyatçılara düşen ise gelecek günü çabuklaştırmak olacaktır.
Eğer İslâm dinine bağlı nedenlerden dolayı bizim kişiliğimiz zedeleniyor ise, Hazreti Muhammed’in söyleminde böylesine bencil bir yorumun olduğunu hiç kimse kabul etmeyecek ise şu savı net bir şekilde kendi ülkelerinde dillendirecek; açık, mert, samimi müslümanlara ihtiyaç vardır: Artık İslam söylemi Çoğunluğu Ekvator kuşağındaki zengin tüccarların arazilerinde karın tokluğuna çalışan kölelerin toprakları değil de insanlığa, medeniyete bir şeyler katan en azından insani gereksinimlerini karşılayan bir İslâm dini yorumu için ıslaha, reforma gerek vardır.
Endonezya ve Türkiye’de aynı dini kavramlar çok farklı anlamlar üslenmektedir. Örneğin üstad kelimesi biz de bir işi iyi yapan o işin piri olan anlamında kullanılırken Endonezler İslâm dinini anlatan vaaz veren kişi olarak algılarlar. Arapça’ça ortak kaynak dilimiz ama biz dönence kuşağı ikliminden Türkçe gözlüğü ile erittik. Onlar da sıcak kuşak iklimi ve Güney Doğu Asya mantalitesi ile erittiler kavramları. Bazen aynı din ama benzerlik bunun neresinde deyecek kadar faklılıklar var.
Endonezya insanı televizyonlarda bu kadar dini program var iken, üstadz ve üztadze (dini vaaz veren hoca efendiler ve hoca hanımlar) neden bu ülkede her adımda bir görülen rüşvet ve yolsuzluk üzerinde durmamaktalar? Sessizlik bir bencillik ifadesi olabilir. İnsanların ülkelerinde bir şeylerin kötü gittiğini göremeyecek kadar da düşüncesiz ve aptal olduklarını sanmak da bir aptallığın ve ahmaklığın göstergesi olacaktır. Tarih hep böyle gelişmiştir. Endonezya da böyle olacaktır. Kendilerine hiçbir şekilde itiraz edilmeyen adeta tabulaşmış kişiler olan üstadlar işlevlerinin ve sorumluluklarını yerine ikballerinin peşindeler izlenimi veriyorlar. Zaman gazetesinin kanaat önderleri diye yuttturduğu benciller de bunlardır.
Din adına yazan gazeteleri Endonezya’da tam çözdüm kendi dini zihniyetlerine uydurup uydurup haber ve yorum yazıyorlar. En büyük yalancı bunlardır.
Çaresiz ve yoksul Endonez halkı geleceğini aramakta ve beyin altında kuluçka dönemini yaşamaktadır. Olgunlaştığında yumuşak atın tepkisi pek olur atasözünü kanıtlayacak yetenekte olduklarını gözlemledik. Sarahaten söylesem acaba darılmaz mı endişesi olmayan sabırlı, sessiz ve uysal bir karakterden bahsediyoruz. Nihavent şarkıdaki gibi sarahaten (dobra dobra söyleme) endişesi olmazsa bodoslaması da süzgeçten geçmeyecektir. O zaman da bizim din yobazları buna uygun saptırıcı bir sözcük bulmaya çalışacaklardır. Onların gözlüğü iki merceklidir. Kurbağanın kuyu dibinden gördüğü dünyayı görmemizi isterler. Bize at gözlüğü üstelik de iki mercekli verirler ki kendileri daha iyi ufku gözetlesinler.