Sıra geldi ders sürelerineeee… Azaltacaklarmış.
Acınacak bir akıl tutulması.
Gülmekten karnım acıdı duyunca. Güldüm ama acı acı güldüm.
Şimdi bu karmaşık gündemin arasına TORBA YASA GİBİ, ekmeğin arasına salça-peynir sokuşturur gibi “ders sürelerinin azaltılması” konusunun sıkıştırılması ayrı bir acınacak beyin ifrazatı.
Bunu, bir de öğretim yılı devam ederken yapabilecekleri endişemi ekleyin, feryadımı anlarsınız….
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, uzun olan ders sürelerinin öğrencinin dikkatini dağıttığını belirterek kısaltılması gerektiğini savunuyor ve diyor ki “Beni 40 dakika dinler misiniz?”
Hayır bakanım, bu ve benzer konularda hiç kimseyi bir saniye bile dinleyemem.
“40 dakikalık dersin tamamı verimli bir şekilde kullanılıyor” zanneden, ahmaktır.
Öğretmenin merdiven başı, sınıf kapısının önü sohbetleri, yoklama, öğrencileri derse ısındırma egzersizleri ve bu arada geç kalan bir öğrencinin zamanın içine etmesi yok mu?
Dersin kıyafet değiştirme gerektiren beden eğitimi, fizik, kimya, fen bilgisi gibi laboratuvar çalışması gerektiren bir ders olduğunu geçirin aklınızdan.
Bitmemiş bir deney, yarıda kalmış bir proje çalışmasının durumunu, terlemiş ve çıkıp öteki derse girecek bir öğrenciyi düşünün…
Geriye kaç dakika kalacak, öbür derse hazırlanmak için...
Bitmemiş bir deneyi gelecek derse taşımak, yeniden hatırlatmalar yapmak ne kadar akıllıca olur sizce?
Ders saati süresini kısıtlarsak verimli ders süresi ne kadara düşer acaba?
Haaa, hiç ders yapmayalım, derseniz ona gönülden katılırım. Şu gerekçeyle:
Hiç olmazsa “…muş gibi” görüntüsü olmaz. Evlatlarımız iş savsatma alışkanlığı kazanmamış olur.
Pek çok ülkede blok dersler var.
Yıllar önce derse 3 dakika geç kalan öğretmenin sınıf yoklama kâğıdını Nöb Öğr. Yazıp imzalıyorum diye bana hep bahçe nöbeti vermişlerdi bir okulda...
Yurt dışı görevim bitince baktım ki aradan altı yıl geçmesine rağmen bahçe nöbetim kaldığı yerden devam ediyor.
Sabah toplanmasında mikrofonu aldım elime, öğrencilere:
-Lütfen beni iyi dinleyin. Salı günleri bu bahçenin nöbetçi öğretmeni benim. Teneffüste çıkın dışarıya, gezin, eğlenip dinlenin…
Oyun oynayacak kimse bulamazsanız “birdirbir” deyip atlayın üstümden, yakalamaca oynayalım, boğuşup güreşelim ama zil çalınca çok çabuk bahçeyi boşaltın. Böyle yaparsanız sizi ne kadar sevdiğimi görürsünüz.
Ayak sürüyenleri zorla sınıfa ışınlarım. İyi dersler, dedim.
Sonraki haftalarda ben arkada onlar önümde merdivenlerden hızla koridorlara çıktığımızda ders süresinden çalan hangi öğretmenin hangi sınıfa gireceğini önceden belirlediğim için o sınıfa girer öğrencilerle sohbete başlardım.
Ve “Oğul, vazife namus, yapmayan namussuzdur. Ben de derse geç girsem, bunu yüzüme söylemezseniz sorumlu olursunuz” der, çıkardım.
Bilirdim ki ben sınıftayım diye öğretmen dışarıda bekliyor, zaten özellikle açık bırakılmış kapıdan beni duyuyor.
“İyi dersler hocam” der çıkardım.
Çözüm için ne çok çare var. İşte birkaç örnek:
Öğretmenini, öğrencinin ağzı açık dinleyebilecekler arasından seç veya öyle yetiştir.
Sözleşmeli, mülâkatlı öğretmen olur ama onlar asla eğitimci değildir. İstisnalar hariç.
Tayin, nakil ve terfileri iktidarın aşçı yamağı gibi davranan bir-sen hanımın elinden kurtar.
Eğitim programlarında, müfredatta yapılacak değişikliklerin uzman eğitimciler tarafından bir hazırlık dönemi, dar bir alanda deneme süresi, tekrar noksanları tamir etme ve daha geniş bir alanda uygulama, tekrar gözden geçirilmesi süreçlerinin yaşanması gerekir.
Boyacı fırçasıyla yapılacak değişiklikler akıllıca değildir.
Patates ekicisi bile böyle bir uygulama yapmaz.
Sayın Bakan, biz senin eğitim bilimindeki ferasetini TEOG zamanında gördük.
Ders süresini kısaltmayın efendim, dersleri kaldırın lütfen. “Okullar olmasa bu milli eğitimi ne güzel yönetirdim” diye bir gülmecemiz var…
Zaten, eliniz değmeden de sistemin içine etmeyi beceririz nasıl olsa…
Bırakın dağınık kalsın be bakanım.