Aramızdan ayrılalı yirmi beş yıl bitti...Çeyrek asır geçti demek ki!..
1914 yılında, Çorum’a bağlı Alaca ilçesinin Gerdekkaya Köyü’nde doğdu. Asıl adı Abdullah Odabaş’tır.
Seksen senelik ömrünü, 06 Ocak 1994 tarihinde tamamladıktan sonra, yine Alaca ilçesi kabristanlığına defnedildi.
31 Mart 1990 tarihli Altınova Gazetesi’nde, beyanına dayanarak hakkında yazdığım yazıda, “Babası Tahir Ağa ve akrabalarının Kars’tan Alaca’ya geldiklerini” söylemişti.
Hüviyetini/şeceresini; bana, şu dörtlüğüyle ifade etmişti:
“Şu dünyada yok bir şeyden kederim
Annem Sâliha’ydi, gaazi pederim
Âhirette bulmaz isem niderim
N’olur hidâyet yolunu göster”
Buradan da anlıyoruz ki, Âşık Meftûnî’nin babası Tahir ağa “gaazi”dir. Fakat, nerede gaazi olduğunu bilemiyoruz. Annesinin adının da Sâliha olduğunu ve hem de ‘sâlih” amelli olduğunu îmâ ediyor.
Âşık Meftûnî hakkında arzû edilen seviyede ciddî bir çalışma yapıldığını söylemem mümkün değildir. 1976 yılında, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencilerinden Mehmet Tatlısu’nun hazırladığı “Âşık Meftûnî Hayatı-Sanatı-Şiirleri” adlı lisans tezi hâricinde birçok yazı yazılmasına rağmen, üzerinde, etraflıca durul(a)mamıştır.
Kendisine, Ali Kayıkçı tarafından hazırlanan “Samsunlu Halk Şâirleri ve Âşıklar” (Bknz. Ali Kayıkçı, Samsun Gazeteciler Cemiyeti Yayını, Samsun Kasım 1991, Sf.49-65) adlı kitapta yer verilmiş ve basınla irtibatı sağlanmıştır.
Aynı esere “Samsunlu Halk Şâirleri” başlığıyla yazdığım takrîzde, Âşık Meftûnî hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştım: “Âşık Meftûnî saz ile söylemez. O’nun işi sâdece söz iledir. Bir gün, kendisine nasıl yazdığını sorduğumda, sabaha karşı hatırına gelen, zihninde gezinen bazı düşünceleri ezberlemeye başladığını belirterek bunları şöyle ifade etti:
“Şu fâni dünyayı gezdim de gezdim.
Elimde bir kalem yazdım da yazdım
O sâdık dostu bulmaktı kastım
Buldur da kadrini bildir Allah’ım
Kalbime muhabbet doldur Allah’ım!”
(Bknz. M. Halistin Kukul, Bir Gönül Adamı Âşık Meftûnî, Türkiye Gazetesi, 21 Ekim 1990, Sf. 10)
Bu mısrâları bana söylediği yeri ve zamanı şimdiki gibi hatırlıyorum. Kendisi, OMÜ Ziraat Fakültesi’nde p(u)rofesör olan oğlu Ferhat Bey’de kalıyor ve üniversite lojmanında oturuyordu. Lojman, Eğitim Fakültesi (şimdiki Atakum’da Mimarlık Fakültesi) sahasındaydı ve mesafesi fakülte binasına elli metre bile yoktu.
Benim odam ise, (T) Binası diye adlandırılan deniz tarafındaki eski yatakhâne binasındaydı. Kendisiyle tanışdıktan sonra, benim yanıma gelmek isterdi. Fakat, iki bastonla bile zor yürüdüğü için , buna râzı gelmez, ya kararlaştırdığımız bir saate lojmana yakın bir yerde buluşur veya öğrencilerin biriyle bana haber göndererek fakültenin bahçesindeki ağaçların altında bulunan oturaklara oturarak sohbet ederdik.
Ben, O’na, hep, Meftûnî amca diye hitap eder, elini öperdim. Beni görünce gözlerini içi parlar, vaktimiz ölçüsünde konuşur hâlleşirdik.
Şiirlerinde, daha ziyâde dînî, millî ve kendisine rahatsızlık veren sosyal çıkmazlarımızı dile getiriyordu. En çok nefret ettiği şey yalan konuşmaktı.
Yine, 1990’da, Altınova Gazetesi’nde de ifade ettiğim gibi, kendisine, “Bugünkü gençleri nasıl buluyorsunuz?” dediğimde de bana şöyle cevap vermişti: “Biz, ancak kendi nefsimizle meşgul oluyoruz. Yani büyük cihadla...Cihad-ı ekberle...”
Hep güleryüzlü, hoşsohbet bir insandı...Zâten, yüzüne baktığınız zaman bile, o nûrânî çehre, ister istemez, size, bu kanaati ve güveni veriyordu.
“Bahtı Kara Azerbaycan” başlıklı şiirinde, sâdece Azerbaycan Türklüğü’nün değil, dünyâ Türküğü’nün ve İslâm âleminin de gafletlerini, sıkıntılarını ve dağınıklığını derin bir hüzünle dile getiriyor, duâ ediyor ve şöyle sesleniyordu:
“İlahi kahrolsun şu kızılordu
Azerî terketmesin, o güzel yurdu.
İslâmî âlemin en büyük derdi
Ne olur bizleri güldür yâ Rab!
Çari yâri güzin eylesin gıyam
Abidler zahidler hem ehl-i siyam
Yerle bir olsun, azılı yamyam
Ne olur bizleri güldür yâ Rab!..
Türkistan bu derde oluyor ortak
Azeri yerlerde üzerinde tank
Ey zâlim, ey câni, silâhı bırak
Ne olur bizleri güldür yâ Rab!..
Okundu Türkiye’de hatmi Kur’ânlar
Gözyaşı döktü camide ehl-i imânlar
Kahrolsun Kızılordu, Bulgar-Yunanlar
Ne olur bizleri güldü yâ Rab!..
METÛNÎ bir pîri fâni, açmış elini
Hâlık’a veriyor, arz-ı hâlini
Has eyle Azerbaycan’ın müşkil hâlini
Ne olur bizleri güldür yâ Rab!..”
Âşık Meftûnî’nin şiirleri, vefâtından sonra, oğlu Prof. Dr. Ferhat Odabaş tarafından, Prof. Dr. Recep Toparlı’nın yazdığı kısa bir Takrîz ile, “İç Âlemden Çizgiler” adlı bir kitapta toplanmış fakat her hangi bir tasnif ve tahlil yapılmamıştır.
Vefâtının bu yılında, O’nu, “MEFTÛNÎ’DEN KUKUL KARDEŞE” başlıklı -bana ithâf ettiği- şiirini naklederek rahmetle anıyorum. Rûhu şâd, mekânı cennet olsun!..
“Destanını aldım elde
Dür dökülmüş o dilden
Aldım koku al gülden
Koşuşalım dosta doğru...
MEFTÛNÎ bir pîri fâni
Ne ilmi var, ne irfanı
Severim ben müslümanı
Koşuşalım dosta doğru...
Ne âşıkım, ne ozanım, lâf düzen
Dost bağında ahmak, aylak boş gezen.
Ölçü bilmez, vezin bilmez hep yazan
Koşuşalım dosta doğru...
Meftûnî kurban, kardeş Kukul’a
Dost bağında başgösteren has kula
Gel efendim, tutuşalım el ele
Koşuşalım dosta doğru...”