Düşünün... Güneye doğru süzülen bir Anka kuşunun sırtındasınız. Üsküdar’dan başlayan muhayyel yolculuğunuz boyunca altınızdan şehirler akıyor: Şam, Halep, Kerkük, Bağdat, Kahire, İskenderiye, Tunus, Bingazi... Çok değil, üç yılöncesinden cümleler var yedeğinizde. “Tarihe yeniden dönen coğrafyamız...”, “Bu topraklarda şafaklar, artık özgürlüğünüzerine söküyor...”, “Yeryüzünde geleceğin, esaret zincirlerini meydan meydan kıran şehirlerden daha parlakışıldadığıhiç bir yer yok...” Oysa, karşınızdaki sahneler, zihninizde zonklayan kelimelerin vadettiklerinden o denli farklı ki! Ziya Paşa melâlinden fazlasıçörekleniyor ruhunuza. Çünkü şahitlik ettiğiniz şey, yalnızca yüz yıl mahpus kalmış rüyaların yarıda kesilişi değil. Büyük bir kabusa da uyanıyorsunuz. Zümrüt yeşili bahçeler beklerken, gözünüzü açtığınız yer bir buz dağı. Alevden sorular sarıyor dört bir yanınızı. Bu fırtına ne zaman diner? Hangisi geçici, bahar mı kış mı? Endişe bulutları üzerinize hücum ederken efsun da bozuluyor...
Anka’nın kanatları yanıveriyor... DEVAMI
Anka’nın kanatları yanıveriyor... DEVAMI