PKK 2011 seçimlerinde sol-sosyalist olarak tanımlanan, bildiğimiz komünist-Marksist kesimlerle “ortak cephe” oluşturarak entelektüel tabanını genişletmek istedi. Bu her iki tarafın da işine geliyordu. 80’den önce milli demokratik devrim yaparak sosyalist bir idare kurmak için çalışan çeşitli sol fraksiyonlar, Mahir Çayan’ın THKP-C’si, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının THKO’su, Doğu Perinçek’in TİİKP’si vb. bir sürü illegal örgütle, TİP gibi yasal kuruluşlar ihtiyaçları olan proleter tabana, toplum desteğine sahip olmadıklarından yeni gelişmeye başlayan Kürtçülük hareketini aralarına alarak kitle tabanı oluşturmaya çalıştılar. O dönemlerde esas güç, lokomotif unsur sol-komünist akımlar, taşeron kesim yani vagon DDKO (Doğu Devrimci Kültür Ocağı) gibi etnikçi örgüt ve gruplardı.
PKK’nın ortaya çıkıp bölgede etkili bir silahlı unsur haline gelmesi, öte yandan Sovyetler’in dağılmasıyla komünist ideolojilerin iktidar hayallerinin tükenmesi sonucu dengeler ters yüz oldu. 80 öncesinin sol örgütlerdeki aktivist delikanlılar, Hasan Cemaller, Cengiz Çandarlar, Şahin Alpaylar, Oral Çalışlarlar ve benzerleri ideolojik dönüşüm geçirerek post modern, liberal birer kimlik kazandılar. Böylelikle başta medya olmak üzere, birçok alanda etkili yerlere geldiler, şöhret oldular. Artık milli demokratik devrimin geçerliliği kalmadığından, devletle ve kurumlarıyla 80 öncesinde yarım kalan kavgalarını liberal söylemlerle, demokrasi ve insan hakları gibi popüler kavramlar altında yürütmek üzere uğraşmaya koyuldular. Özellikle son dönemde yeni anayasa üzerinden Türkiye’yi bu coğrafyada adı olmayan bir milletin yaşadığı, milleti olmayan bir devletin bulunduğu renksiz, omurgasız bir yapıya dönüştürmek temel amaçları haline geldi.
Komünist-Marksistler dün lokomotif konumundaydı; bugünse vagon kendileri lokomotif PKK-BDP’dir. Bu yüzden Türkiye Devleti’yle hesaplaşmalarını PKK üzerinden sürdürmeyi tercih ediyorlar. Bu kesime mensup Nuray Mert, PKK’nın terör örgütü olmadığını, silah bırakmaması gerektiğini söylerken terör kışkırtıcılığı yapmaktan çekinmiyor. Yıllardan beri siyasi alanda hiçbir başarı sağlayamayan, her seçimde kurdukları sözde partilerin aldıkları oy oranıyla çaresiz duruma düşen sol-sosyalistler BDP’nin “ortak cephe” davetine koşa koşa icabet ettiler, bu sayede bazıları Meclis’e girmeyi başardılar.
Karadeniz’e açılım girişimlerinde yer alan 4 milletvekilinden 3’ü Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder, Levent Tüzel komünist-Marksist kimliklerini, ideolojik yapılarını aynen muhafaza eden isimler. Sebahat Tuncel’in ise PKK ile bağlantısı mahkeme kararıyla sabittir ve aynı zamanda sıkı bir Marksist’tir. Bunların Karadeniz’e açılma planlarının amacı açıktır. PKK’nın Akdeniz ve Ege bölgesinin birçok yerinde sahip olduğu grup desteği, göçlerle oluşan bir nevi diaspora Karadeniz bölgesinde bulunmadığından burada Kürtçülük yapmaları mümkün değildir. Oysa mesela Gültan Kışanak kısa süre önce Antalya’ya gitti, taraftarlarının düzenlediği toplantıda “yolumuz Kürdistan’ın kurulması” diyerek mesajını açıkça verebildi.
Karadeniz bölgesi ırkçı-etnikçi girişim yapmalarına elverişli olmadığından, eksiklerini ideolojik kanaldan tamamlamak istediler. Çünkü Karadeniz bölgesinin bazı yörelerinde 80 öncesinde sempatizanları ve yandaşları bulunuyordu. Bu unsurları yeniden hareketlendirerek bir takım sivil toplum kuruluşları ve sözde sendikalar aracılığıyla, marjinal siyasi örgütleriyle ideolojik bir hareketlilik oluşturmak istediler. Unutulmamalıdır ki 1972’de Mahir Çayan ve arkadaşları (Ertuğrul Kürkçü dahil) hapishaneden kaçtıklarında eylem merkezi olarak Ünye’yi seçmişlerdi. O dönemde yüzlerce milliyetçinin katili olan eli kanlı DEV-YOL örgütü Fatsa’da bir militanını belediye başkanı yapacak kadar etkiliydi.
Bu ideolojik kampanyayı yürüten ekip önce Sinop’ta ardından Samsun’da halkın tepkisiyle karşılaştı. Sinop’ta kaldıkları öğretmen evinin karşısında PKK’nın üç ay önce şehit ettiği ve Sinop’ta çok sevilen bir Mehmetçiğin ailesi yaşıyordu. 35 bin nüfusa sahip Sinop’ta bu şehidin cenazesini üç ay önce 50 bin kişi uğurlamıştı. Acıları yüreklerinde kanayıp duran aile BDP’lilerin karşılarına gelip yerleşmesi üzerine evlerine Türk bayrağını asıyorlar. Bu adeta bir işaret oluyor ve Sinop’ta evler, dükkânlar Türk bayrağıyla donatılıyor. Bundan sonra biriken topluluğun gösterdiği tepkinin nedenini anlamaya çalışmak yerine bunu kontrgerillanın, Ergenekon’un yahut iki siyasi partinin organizesi şeklinde göstermek gerçekleri inkâr anlamına gelir. Emniyetin aldığı tedbirlerle olayların büyümemesi, fiziki bir şiddete dönmemesi son derece hayırlı olmuştur. Çünkü böylece medyayı kontrollerinde bulunduran malum çevreler daha büyük bir propaganda yapmaya fırsat bulamamışlardır.
Ertesi gün Samsun’da da benzer tepkilerle karşılaşan ekip ortamın sandıklarından farklı olduğunu görünce geri dönmeye karar verdi. Şimdi bu tablo üzerine kimse farklı senaryolar üretmeye kalkışmasın. Sayın Başbakan o kişilerin seçilmiş milletvekilleri olduklarını söyleyerek herkesin saygı göstermesi gerektiğini ifade etti. Kısa süre öncesine kadar BDP’nin PKK’nın uzantısı ve Kandil’in emrindeki örgüt olduğunu söyleyen, dağdaki PKK’lılarla kucaklaşmalarını haklı olarak kınayan, bu tutumları devam ettiği müddetçe görüşme yapmayacağını açıklayıp randevu vermeyen sayın Başbakan kusura bakmasın; amaçlarını, hedeflerini saklama gereği duymayan, binlerce Mehmet’in, polisin katillerini gerilla olarak tanımlayıp kutsayan bu kişiler sıfatları ne olursa olsun saygıya müstahak değillerdir. Meclis kürsüsünden ettikleri yemini fütursuzca çiğneyen, Meclis’i PKK’nın propaganda alanı haline dönüştürmeye çalışan, bölgede ve Türkiye’nin her tarafında fitneyi kışkırtan, teröristlere kol kanat geren bu militanlara saygı göstermek isteyen buyurup göstersin. Ancak unutulmasın ki saygıya müstahak olan milletvekili sıfatına maalesef sahip olan terör örgütünün temsilcileri ve ortakları değil Türk milliyetçileridir. Onlardan esirgenen tavrın PKK’lılara sunulmak istenmesinin mantıklı bir gerekçesi olamaz.
Nuri GÜRGÜR
PKK’nın ortaya çıkıp bölgede etkili bir silahlı unsur haline gelmesi, öte yandan Sovyetler’in dağılmasıyla komünist ideolojilerin iktidar hayallerinin tükenmesi sonucu dengeler ters yüz oldu. 80 öncesinin sol örgütlerdeki aktivist delikanlılar, Hasan Cemaller, Cengiz Çandarlar, Şahin Alpaylar, Oral Çalışlarlar ve benzerleri ideolojik dönüşüm geçirerek post modern, liberal birer kimlik kazandılar. Böylelikle başta medya olmak üzere, birçok alanda etkili yerlere geldiler, şöhret oldular. Artık milli demokratik devrimin geçerliliği kalmadığından, devletle ve kurumlarıyla 80 öncesinde yarım kalan kavgalarını liberal söylemlerle, demokrasi ve insan hakları gibi popüler kavramlar altında yürütmek üzere uğraşmaya koyuldular. Özellikle son dönemde yeni anayasa üzerinden Türkiye’yi bu coğrafyada adı olmayan bir milletin yaşadığı, milleti olmayan bir devletin bulunduğu renksiz, omurgasız bir yapıya dönüştürmek temel amaçları haline geldi.
Komünist-Marksistler dün lokomotif konumundaydı; bugünse vagon kendileri lokomotif PKK-BDP’dir. Bu yüzden Türkiye Devleti’yle hesaplaşmalarını PKK üzerinden sürdürmeyi tercih ediyorlar. Bu kesime mensup Nuray Mert, PKK’nın terör örgütü olmadığını, silah bırakmaması gerektiğini söylerken terör kışkırtıcılığı yapmaktan çekinmiyor. Yıllardan beri siyasi alanda hiçbir başarı sağlayamayan, her seçimde kurdukları sözde partilerin aldıkları oy oranıyla çaresiz duruma düşen sol-sosyalistler BDP’nin “ortak cephe” davetine koşa koşa icabet ettiler, bu sayede bazıları Meclis’e girmeyi başardılar.
Karadeniz’e açılım girişimlerinde yer alan 4 milletvekilinden 3’ü Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder, Levent Tüzel komünist-Marksist kimliklerini, ideolojik yapılarını aynen muhafaza eden isimler. Sebahat Tuncel’in ise PKK ile bağlantısı mahkeme kararıyla sabittir ve aynı zamanda sıkı bir Marksist’tir. Bunların Karadeniz’e açılma planlarının amacı açıktır. PKK’nın Akdeniz ve Ege bölgesinin birçok yerinde sahip olduğu grup desteği, göçlerle oluşan bir nevi diaspora Karadeniz bölgesinde bulunmadığından burada Kürtçülük yapmaları mümkün değildir. Oysa mesela Gültan Kışanak kısa süre önce Antalya’ya gitti, taraftarlarının düzenlediği toplantıda “yolumuz Kürdistan’ın kurulması” diyerek mesajını açıkça verebildi.
Karadeniz bölgesi ırkçı-etnikçi girişim yapmalarına elverişli olmadığından, eksiklerini ideolojik kanaldan tamamlamak istediler. Çünkü Karadeniz bölgesinin bazı yörelerinde 80 öncesinde sempatizanları ve yandaşları bulunuyordu. Bu unsurları yeniden hareketlendirerek bir takım sivil toplum kuruluşları ve sözde sendikalar aracılığıyla, marjinal siyasi örgütleriyle ideolojik bir hareketlilik oluşturmak istediler. Unutulmamalıdır ki 1972’de Mahir Çayan ve arkadaşları (Ertuğrul Kürkçü dahil) hapishaneden kaçtıklarında eylem merkezi olarak Ünye’yi seçmişlerdi. O dönemde yüzlerce milliyetçinin katili olan eli kanlı DEV-YOL örgütü Fatsa’da bir militanını belediye başkanı yapacak kadar etkiliydi.
Bu ideolojik kampanyayı yürüten ekip önce Sinop’ta ardından Samsun’da halkın tepkisiyle karşılaştı. Sinop’ta kaldıkları öğretmen evinin karşısında PKK’nın üç ay önce şehit ettiği ve Sinop’ta çok sevilen bir Mehmetçiğin ailesi yaşıyordu. 35 bin nüfusa sahip Sinop’ta bu şehidin cenazesini üç ay önce 50 bin kişi uğurlamıştı. Acıları yüreklerinde kanayıp duran aile BDP’lilerin karşılarına gelip yerleşmesi üzerine evlerine Türk bayrağını asıyorlar. Bu adeta bir işaret oluyor ve Sinop’ta evler, dükkânlar Türk bayrağıyla donatılıyor. Bundan sonra biriken topluluğun gösterdiği tepkinin nedenini anlamaya çalışmak yerine bunu kontrgerillanın, Ergenekon’un yahut iki siyasi partinin organizesi şeklinde göstermek gerçekleri inkâr anlamına gelir. Emniyetin aldığı tedbirlerle olayların büyümemesi, fiziki bir şiddete dönmemesi son derece hayırlı olmuştur. Çünkü böylece medyayı kontrollerinde bulunduran malum çevreler daha büyük bir propaganda yapmaya fırsat bulamamışlardır.
Ertesi gün Samsun’da da benzer tepkilerle karşılaşan ekip ortamın sandıklarından farklı olduğunu görünce geri dönmeye karar verdi. Şimdi bu tablo üzerine kimse farklı senaryolar üretmeye kalkışmasın. Sayın Başbakan o kişilerin seçilmiş milletvekilleri olduklarını söyleyerek herkesin saygı göstermesi gerektiğini ifade etti. Kısa süre öncesine kadar BDP’nin PKK’nın uzantısı ve Kandil’in emrindeki örgüt olduğunu söyleyen, dağdaki PKK’lılarla kucaklaşmalarını haklı olarak kınayan, bu tutumları devam ettiği müddetçe görüşme yapmayacağını açıklayıp randevu vermeyen sayın Başbakan kusura bakmasın; amaçlarını, hedeflerini saklama gereği duymayan, binlerce Mehmet’in, polisin katillerini gerilla olarak tanımlayıp kutsayan bu kişiler sıfatları ne olursa olsun saygıya müstahak değillerdir. Meclis kürsüsünden ettikleri yemini fütursuzca çiğneyen, Meclis’i PKK’nın propaganda alanı haline dönüştürmeye çalışan, bölgede ve Türkiye’nin her tarafında fitneyi kışkırtan, teröristlere kol kanat geren bu militanlara saygı göstermek isteyen buyurup göstersin. Ancak unutulmasın ki saygıya müstahak olan milletvekili sıfatına maalesef sahip olan terör örgütünün temsilcileri ve ortakları değil Türk milliyetçileridir. Onlardan esirgenen tavrın PKK’lılara sunulmak istenmesinin mantıklı bir gerekçesi olamaz.
Nuri GÜRGÜR