Târihini bilmeyenlerin ve gönüllerinde, atalarından bir ses hissetmeyenlerin, geleceğe güvenle bakabilmeleri ve bu yolda azimle gayret göstermeleri beklenemez.
Hasan Umur; 1334/1918 senesinde, Millî Mücâdele’yle birlikte, Samsun’da, kendini bu işe hasreten gönüllülerden, hattâ öncülerden biridir.
Türkiye, istiklâline kavuşmuş, cumhuriyet ilân edilmiş ve bu muhterem insan, yazdığı iki eserle Samsun’un o günlerini anlatmış ve bizlere, yaşananlardan ibret almamız gereken nasihatler vermiştir.
“Samsunda Müdafaa-yı Hukuk (1944)” ve “Samsunda On Beş Sene (1947)” adlarını taşıyan bu kitaplarda, tedkik edilmesi gereken onlarca mes’elemiz vardır.
Bu yazımda, Hasan Umur hocanın “Samsunda On Beş Sene” adlı kitabından, o döneme dâir bir hâtırasını nakledeceğim:
“Samsunda Millî Mücâdele Zamanındaki Hâtıralarımdan” başlığını taşıyan bölümün ilk hâtırası şöyle:
“Millî mücadelenin en hararetli bir zamanında, bir gün Gümrük caddesinde yazıhânemde, işlerimle meşguldüm. Hava kış, sulu sepken bir yağmur yağıyordu. Caddeden cephane yüklü bir kağnı arabası geçiyordu. Bu arabayı süren bir Türk kadını idi. Başını beyaz bir bez parçasiyle sarmış, yalnız gözleriyle yüzünün küçük bir kısmını açık bırakmıştı. Hayvanlarını sürecek çubuğunu koltuğunun altına sıkıştırmış, ellerini koynuna sokmuş gidiyordu. O gün olduğu gibi bugün de o manzarayı hatırlamak beni çok mütehassis etmektedir. İşte Millî Mücâdelenin temeli, Millî Mücâdelenin ruhu ve timsali gibi yüksek hasletlerini bu Türk kadını kendisinde toplamış bulunuyordu. “
(Bknz. Hasan Umur, Güven Basımevi, İstanbul 1947, Sf. 51)
İçi burkulmayıp gözleri dolmayanlara diyecek hiçbir sözüm yoktur!..Millî Mücâdele, öylesine basit bir “mücâdele” değil, böylesine üstün bir millî şuûrla verilmiş bir “mücâdele”dir.
Bu “Türk kadını”nın yaşadıklarını kendi benliğimizde hissetmedikçe, bu dünyada hiçbir yere ulaşmamız mümkün değildir. Kastettiğim ‘ulaşma’, bâzıların düşündüğü ‘at-kat-yat” ulaşması da değildir!..
Peki, Hasan Umur’un sözünü ettiği bu “Türk kadını”nın, Samsun’da ‘adı’ var mıdır?
Samsun’un bir parkına dikilen, adı, yabancı lisânla telaffuz edilen “kadın heykeli” kimi temsil etmektedir? Bu kadın Çanakkale’de mi vardır, Sarıkamış’ta mı, Antep’te mi, Maraş’ta mı?
Türk Kadını’nı temsil etmeyen, hem de binlerce lira harcanarak yapılan bu kadın heykeline, Samsunlular’ın tahammül etmesini de anlayabilmiş değilim!..
Düşünebiliyor musunuz, bundan yüz sene önce, şimdilerde, son model Avrupaî arabalarla tur attığımız sokaklarda, bu mâsûm, bu fazîlet timsâli, bu mübârek Türk kadını, “sulu sepken karlı bir havada, cephâne yüklü bir kağnı arabasıyla, elleri koynunda, hayvanlarıyla gidiyordu.
Başımızı ellerimizin arasına alıp düşünelim: Biz, binlerce lira harcayıp, bizim millî kültürümüzle, dinimizle, an’anelerimizle hiçbir irtibatı bulunmayan “amazon kadın heykelini” mi dikmeliydik, “amazon köyünü, adasını, kanalını, tepesini...Mİ” inşâ etmeliydik, yoksa, böyle bir Türk kadınını mı örnek alarak, onu temsil edebilen faaliyetlerde mi bulunsaydık mûteber bir iş yapmış olurduk?
Bir de, yazardaki, şu üslûp güzelliğine dikkat edebildiniz mi, bilmiyorum, bu ne hârika bir anlatıştır, imrendim!..
Ne diyor son cümlesinde, bir daha tekrar etmek isterim:
“İşte Millî Mücâdelenin temeli, Millî Mücâdelenin ruhu ve timsali gibi yüksek hasletlerini bu Türk kadını kendisinde toplamış bulunuyordu”.