Bu ülkede benim gibi ilâhiyatçı olmak bir ayrıcalığa doğmak gibi bir şeydir. Bu açıdan da sorumluluk ve akıl ön plânda olması gereken kişilerdir.
Suudi Arabistan topraklarında vergi ve maliye hariç Vehhabi sülalesinin yani o toprakların şlâhiyatçılarının idare ettiği dinsel ve ve günlük yaşam var. Endonezya topraklarında ise ilk ve son merci gibi sorgulanamayan, dokunulamayan ve ağızlarından çıkan sorumsuzluklardan bile eleştirilmeyen ulama sınıfı var. Bizimkiler bu kadar ayrıcalıklı değil ama yine de ayrıcalıklılar. Lâik Türkiye rejimi ile bağımsız devlet terbiyesinin mazideki birikimi din adamlarımızın yerini ana mecrasına sokmuştur. Bu açıdan Mustafa Kemâl Paşa’ya minnet borçluyum. Ancak bunun da Osmanlı dönemi birikiminin doğal bir sonucu olduğunu kabul etmeliyiz.
İlâhiyatçıların sorunu nedir? Artık alana çıkmak gereğini (field research) kabul etmelerine rağmen işi kurnazlığa dökenlerin masa başı çalışmaları yaparak Londra, Berlin, Pariskökenli salon adamları üretmeye devam etmekte ısrarlı olanların çoğunlukta olması; önderlik niteliklerine zarar vermektedir.
Artık gerçeği görmeleri gerekiyor. Bu dünyada İslâm vardır. Ama bir de halk İslâmı vardır. Kısacası siyah-beyaz bir dünya yoktur. .
Bir de arafat diye birşey vardır. Mekke’de bile ortodoks İslâm kalmadı Orası da senkretik İslâm’dır vesselam. İşte Endonezya. İşte Malezya. İşte Pakistan. İşte Afganistan ve diğerleri.
Herkes kendi mezhep ve tarikatı veya cemaatinin doğrultusunda adamyetiştirmeye gayret edince ortaya ilâhiyatçı çıkmıyor. Olsa olsa “derin hoca” çıkıyor. Böyle olunca 30 sene önce İlâhiyat Fakültelerinde yazılan “Hadis Tarihi” kitapları devşirmeye devam edeceğiz. Sadece titri profesör olan ama adı değişik kişiler göreceğiz. Doğal olarak kitapların içeriği her zaman aynı kalacak. Şu anda öyle olmaktadır.Böyle bir ülkede, ilâhiyat ilimleri gelişmez. Artık uluslararası alanda ilâhiyatçılarımızın sözü geçmelidir.
Tandığım diğer ülkelerdeki uluslararası ilâhiyatçılar bizden akıllı değiller. Sadece doğru tercih yapıyorlar, hepsi o kadar. Hemen hemen hepsi de İslâm derdi ile değil vatan ve millet derdi ile hareket eder.Ülkeleri vardır. Bayrakları vardır.
Alanda çalışmak 1950 lerden sonra Avrupa ve Amerika’da çok gelişti. Adamlar artık köylere gidip profesörlük tezleri yazıyorlar. Su ve elektrik olmayan yaşam tehlikesi olan ortamlarda. Paris’te Şanzeli’ kahve içerek uzak doğu müslümanlığı hakkında yazanlara duyurulur.
Kurnazlık yapmayın ilâhiyatçılar. Artık yuytup diye bir şey var bir köyün dar sokağı kadar küçük şu dünyamızda.Böyle giderse artık dinleyecek kişi de bulamayacaksınız. Bir an önce alana çıkmalısınız. Yerel lisanlara ve yerel olan İslâm’a yönelmelisiniz.
İlâhiyatçıların bir sorunu daha var. O da ülkemizin genel sorunudur. Adam kayırmak. (Nepotisme) Bana bir tane ilâhiyatçı gösteriniz tarikat reisi ve profesör titirli. İlâhiyat tahsili yapmamış Amerikalarda şöyle bir görünmüş sulbunden gelen oğlunu tarikata “reis“ atıyor. Bu tarikatın nesine inanayım ben? Bu işlem din ve iman adına yapılınca soğuyoruz hepsinden.
Eğer adalet arıyorsakHazreti Muhammet diye bir mübarek peygamber vardı eskiden. O ne yaptıysa onu yapalım. Sipsiyah yüzlü bembeyaz dişli Bilâl Habeşi’yi Arap prenslerin başına komutan atamıştı. 21. Asırda değil yanlış hatırlamıyorsam 7. Asırda idi. Hocaefendilere hatırlatırız. Tabi bu Hazreti Muhammet,bizim Hazreti Muhammedimiz.
Evet ilâhiyatçılar olarak bizler kafaları Arap Defne sabunu ile yıkayıp da adam olmaya niyetlenmeliyiz. Yoksa işimiz zor. Artık dünya bir köycük ve o köycük sanal ortamdan idare ediliyor. Tabi bu sözlerimiz önce kendimize. Aklını kullanan Maturidi gibi akıl mı vahiy mi deyip de aklı tercih eden ilâhiyatçılara değil.Allah’ım sayılarını artırsın.
İlâhiyatçılar önce kendilerini güncelleştirmeli sonra da toplumu. Artık inandırıcı değiller.
15 Temmuz 2016 ihanet vakası eğer kendini eleştirmeyi hala öğretmediyse; ilâhiyatçılar bunun bedelini ağır bir şekilde gelecekte ödeyecektir.