Ashâb–ı kirâm, İslâm dinini, Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in şahsı ve onun sözlü veya fiilî tebliğ ve tâlimâtı demek olan sünnetinden meydana gelen bir bütün olarak tanıdı.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm dini, Kitap ve Sünnet’in ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde anlaşıldı ve yaşanmaya çalışıldı.
Sünnet yol demektir. Terim olarak sünnet, söz, fiil ve takrirleri ile Hz. Peygamber’in İslâm’ı yaşayarak yorumlaması demektir. Bu anlamda sünnet, hadisten daha kapsamlıdır.
Nitekim “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün sünneti..”(Mâlik, Muvatta’, Kader 3) hadisinde bu anlam açıkça görülmektedir.
Peygamberlere iman ve Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu kabullenmek imanın şartlarındandır. Fakat tek başına Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu bilmek Müslüman olmak için yeterli midir? Ben Avrupa’da bulunduğum sırada şunu gördüm ki Hıristiyanların çoğu Hz. Peygamberimizin peygamber olduğunu biliyorlar ve kabul ediyorlar. Sorun O’na ve O’nun getirdiği dine tabi olmak konusundadır. O’na ve O’nun sünnetine tabi olmak/teslim olmak sadece gayrimüslimlerin değil biz Müslümanların da en önemli sorunudur.
Hz. Peygamber ve O’nun sünnetine teslimiyet konusunda Kur’an-ı kerim’de şöyle buyrulur:
“Hayır! Öyle (dedikleri gibi) değil. Rabbine andolsun ki (onlar) aralarında ihtilaf
ettikleri meselelerde seni hakem yapmadıkça, sonra da verdiğin hükümden içlerinde bir sıkıntı (ve şüphe) duymadan, (sana) tam teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş
olmazlar.” (Nisa: 65)
Nisa suresi 65. Ayetin tefsirinde Mahmut Ustaosmanoğlu Efendi Ruhu’l Furkan’da şu açıklamaları yapar:
Alusî tefsirinde zikredildiğine göre, bu ayet-i celilenin (Nisa 65’in) hükmü, Efendimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem) in asrında bulunanlara mahsus olmayıp, kıyamete kadar bakidir.
Zira Efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) in şeraitinin hükmü, aynen kendisinin verdiği
hüküm gibidir.
Müşrik Olurlardı
Nitekin Caferi Sadık (Radıyallahu anh): “Eğer bir toplum Allah-u Teâlâ’ya ibadet
etseler, namaz kılıp zekât verseler, ramazan orucu tutup Beytullahı haccetseler sonra
da Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in yaptığı bir şey hakkında: “Böyle
yapmasaydı daha iyi olmazmıydı?” Deseler veya içlerinde onun yaptığı her hangi bir
şeyden dolayı şüphe bulsalar elbette müşrik olurlardı.” Buyurmuş, sonra bu ayet-i celileyi
delil olarak okumuştur.
Tefsiri Kebir’de zikredildiğine göre Mevlâ Teâlâ bu ayeti celilesinde, bir takım şartları
bulundurmadan kulların iman sıfatıyla sıfatlanmış olmayacaklarına dair yemin etmiştir. Bu
şartlar da üç tanedir.
1 – Karışık davalarda Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) i hakem tayin
etmek: Bu şart Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmüne razı olmayanın mümin
olmayacağına delâlet etmektedir.
2 – İçlerinde Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmüne karşı bir darlık
bulmamalarıdır.
Şu bilinsin ki, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmüne razı olan kişi bazen
dışı ile razı görünüp, kalbiyle razı olmayabilir. Bundan dolayı Mevlâ Teâlâ, bu ayeti
celilesinde kalbin rızasının da şart olduğunu açıklamıştır. Fakat kalbin bir şeye meyli veya bir şeyden nefreti insanın elinde olmadığından ayeti celileden maksat bu değildir. Ancak bundan maksat Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in verdiği hükmün hak ve gerçek olduğuna dair kalpte kesin ve şüphesiz bir inanç olmasıdır.
3 – Tam manasıyla teslim olmaları.
Bilinmelidir ki, bir kişi Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmünün doğru
olduğunu bilse de, bazı kere inadına onu kabul etmekten çekinebilir veya duraklayabilir. İşte Mevlâ Teâlâ bu ayeti celilede, bir kişinin mümin olabilmesi için Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmünün doğruluğuna dair kalbinde şüphesiz bir inanç bulunması gerektiği gibi, zahirde de o hükme teslim olması gerektiğini beyan etmiştir.
Dolayısıyla ayeti celilede geçen (Sümme lâ yecidû fî enfüsihim haracen mimmâ
gadeyte) “Sonra senin hükmünden içlerinde bir darlık bulmayacaklar”, kavli şerifi, bâtının
inkiyâdı (kalbin teslimiyeti) demek olduğu gibi (ve yüsellimû teslîmen) “Tam manasıyla
teslim olacaklar” kevli şerifi de zahirin inkiyadı (dışın boyun eğmesi) demektir.
Ruhul Beyan tefsirinde zikredildiğine göre, bu ayeti celilelerde, Allah ve
Rasulünün emirlerinden bir şeyi reddedenin islâmdan hariç olduğuna dair bir takım
deliller bulunmaktadır. O halde farz-ı ayn olan işlerde Rasulullah (Sallallahu aleyhi
vesellem) e uymak farz-ı ayn, kifâye yoluyla farz olanlarda, farz-ı kifâye, vacip olan şeylerde, vacip, sünnetlerde ise sünnettir. Ona muhalefet ise, islâm nimetini sahibinden giderir. Çünkü Efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) hak yolda delildir. Delile muhalefet ise dalâlettir.(Sapıklıktır.) Nitekim:
“An abdillâhibni amrın (r.a.) gâle: Rasulullahi (Sallallahu aleyhi vesellem): “Lâ yü’minu
ehadüküm hattâ yekûne hevâhû müttebian limâ ci’tü bihî”
“Abdullah ibni Amr (r.a.) dan rivayet edildiğine göre, Efendimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem) şöyle buyurdu: “Sizin birinizin hevâsı (arzu ve isteği) benim getirdiğim yola uymadıkça iman etmiş olamaz.” (Hakim, Ebû Nasr, Hatib, Ali el Müttakî, Kenzül Ummal:
Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm dini, Kitap ve Sünnet’in ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde anlaşıldı ve yaşanmaya çalışıldı.
Sünnet yol demektir. Terim olarak sünnet, söz, fiil ve takrirleri ile Hz. Peygamber’in İslâm’ı yaşayarak yorumlaması demektir. Bu anlamda sünnet, hadisten daha kapsamlıdır.
Nitekim “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün sünneti..”(Mâlik, Muvatta’, Kader 3) hadisinde bu anlam açıkça görülmektedir.
Peygamberlere iman ve Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu kabullenmek imanın şartlarındandır. Fakat tek başına Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu bilmek Müslüman olmak için yeterli midir? Ben Avrupa’da bulunduğum sırada şunu gördüm ki Hıristiyanların çoğu Hz. Peygamberimizin peygamber olduğunu biliyorlar ve kabul ediyorlar. Sorun O’na ve O’nun getirdiği dine tabi olmak konusundadır. O’na ve O’nun sünnetine tabi olmak/teslim olmak sadece gayrimüslimlerin değil biz Müslümanların da en önemli sorunudur.
Hz. Peygamber ve O’nun sünnetine teslimiyet konusunda Kur’an-ı kerim’de şöyle buyrulur:
“Hayır! Öyle (dedikleri gibi) değil. Rabbine andolsun ki (onlar) aralarında ihtilaf
ettikleri meselelerde seni hakem yapmadıkça, sonra da verdiğin hükümden içlerinde bir sıkıntı (ve şüphe) duymadan, (sana) tam teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş
olmazlar.” (Nisa: 65)
Nisa suresi 65. Ayetin tefsirinde Mahmut Ustaosmanoğlu Efendi Ruhu’l Furkan’da şu açıklamaları yapar:
Alusî tefsirinde zikredildiğine göre, bu ayet-i celilenin (Nisa 65’in) hükmü, Efendimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem) in asrında bulunanlara mahsus olmayıp, kıyamete kadar bakidir.
Zira Efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) in şeraitinin hükmü, aynen kendisinin verdiği
hüküm gibidir.
Müşrik Olurlardı
Nitekin Caferi Sadık (Radıyallahu anh): “Eğer bir toplum Allah-u Teâlâ’ya ibadet
etseler, namaz kılıp zekât verseler, ramazan orucu tutup Beytullahı haccetseler sonra
da Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in yaptığı bir şey hakkında: “Böyle
yapmasaydı daha iyi olmazmıydı?” Deseler veya içlerinde onun yaptığı her hangi bir
şeyden dolayı şüphe bulsalar elbette müşrik olurlardı.” Buyurmuş, sonra bu ayet-i celileyi
delil olarak okumuştur.
Tefsiri Kebir’de zikredildiğine göre Mevlâ Teâlâ bu ayeti celilesinde, bir takım şartları
bulundurmadan kulların iman sıfatıyla sıfatlanmış olmayacaklarına dair yemin etmiştir. Bu
şartlar da üç tanedir.
1 – Karışık davalarda Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) i hakem tayin
etmek: Bu şart Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmüne razı olmayanın mümin
olmayacağına delâlet etmektedir.
2 – İçlerinde Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmüne karşı bir darlık
bulmamalarıdır.
Şu bilinsin ki, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmüne razı olan kişi bazen
dışı ile razı görünüp, kalbiyle razı olmayabilir. Bundan dolayı Mevlâ Teâlâ, bu ayeti
celilesinde kalbin rızasının da şart olduğunu açıklamıştır. Fakat kalbin bir şeye meyli veya bir şeyden nefreti insanın elinde olmadığından ayeti celileden maksat bu değildir. Ancak bundan maksat Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in verdiği hükmün hak ve gerçek olduğuna dair kalpte kesin ve şüphesiz bir inanç olmasıdır.
3 – Tam manasıyla teslim olmaları.
Bilinmelidir ki, bir kişi Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmünün doğru
olduğunu bilse de, bazı kere inadına onu kabul etmekten çekinebilir veya duraklayabilir. İşte Mevlâ Teâlâ bu ayeti celilede, bir kişinin mümin olabilmesi için Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in hükmünün doğruluğuna dair kalbinde şüphesiz bir inanç bulunması gerektiği gibi, zahirde de o hükme teslim olması gerektiğini beyan etmiştir.
Dolayısıyla ayeti celilede geçen (Sümme lâ yecidû fî enfüsihim haracen mimmâ
gadeyte) “Sonra senin hükmünden içlerinde bir darlık bulmayacaklar”, kavli şerifi, bâtının
inkiyâdı (kalbin teslimiyeti) demek olduğu gibi (ve yüsellimû teslîmen) “Tam manasıyla
teslim olacaklar” kevli şerifi de zahirin inkiyadı (dışın boyun eğmesi) demektir.
Ruhul Beyan tefsirinde zikredildiğine göre, bu ayeti celilelerde, Allah ve
Rasulünün emirlerinden bir şeyi reddedenin islâmdan hariç olduğuna dair bir takım
deliller bulunmaktadır. O halde farz-ı ayn olan işlerde Rasulullah (Sallallahu aleyhi
vesellem) e uymak farz-ı ayn, kifâye yoluyla farz olanlarda, farz-ı kifâye, vacip olan şeylerde, vacip, sünnetlerde ise sünnettir. Ona muhalefet ise, islâm nimetini sahibinden giderir. Çünkü Efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) hak yolda delildir. Delile muhalefet ise dalâlettir.(Sapıklıktır.) Nitekim:
“An abdillâhibni amrın (r.a.) gâle: Rasulullahi (Sallallahu aleyhi vesellem): “Lâ yü’minu
ehadüküm hattâ yekûne hevâhû müttebian limâ ci’tü bihî”
“Abdullah ibni Amr (r.a.) dan rivayet edildiğine göre, Efendimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem) şöyle buyurdu: “Sizin birinizin hevâsı (arzu ve isteği) benim getirdiğim yola uymadıkça iman etmiş olamaz.” (Hakim, Ebû Nasr, Hatib, Ali el Müttakî, Kenzül Ummal: