Mensubu bulunmakla iftihar ettiğimiz İslam, insan ve onun hayatına verdiği değer çok önemlidir. İnsan Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve yaratılmışların en şereflisi olarak yaratılmıştır.
Allah, insanı insan yapan ruhu, bizzat kendi ruhundan üflemiş, sonra onu şekillendirmiş, her türlü kabiliyet ve duygular iç ve dış organlarla donatmış, beyin gibi bir idare merkezi ve akıl gibi bir nimet bahşetmiştir. Dinimize göre insan, o kadar değerli ve o kadar önemli bir varlıktır ki, onun hayatına olduğu gibi ölüsü, cenazesi, mezarı, geride bıraktığı hatırası ve vasiyetine saygı göstermeyi, dini ve insani görev kabul edilmiştir. Hatta ölen birinin arkasından çekiştirmeyi bile uygun görmemiştir. Ayrıca Yüce Allah, bizzat insanı kendisine muhatap alarak ona hitap etmiştir. (Secde, 9. İsra, 70. Bakara, 21- 68) İnsan merkezli olan Kur’an, onu belli bir sure içine sıkıştırmamış, yüz on dört sürenin tamamında, insan’ın çeşitli kabiliyetlerine işaret edilmiştir.
İslam dininden başka hiçbir din, insan’ın maddi- manevi hastalıklarına şifa sunma kapasitesine sahip değildir. O, öncelikle insana nasıl ve neye inanacağı, kulluk görevini nasıl yerine getireceğini göstermenin yanında, ona dünya işlerinde de başarılı olmanın yolunu gösteren tek dindir. Dolayısıyla İslam, insanın yalnız ahret işleriyle değil, hem dünya ve hem de ahret işlerine yön veren ilahi dindir. İslam, insan’ı bir taraftan Allah’a karşı görevlerini yerine getirmeye teşvik ederken, diğer yandan da, sosyal hayat ve idarecilere karşı da görevlerini yerine getirmenin yolunu gösterir. Böylece İslam, insan’ın her iki dünyasının dengeli yürütülmesine sıkça vurgu yaparken, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahret için çalışmayı,” tavsiye eder. İslam’ın, insana sırf insan olması itibariyle vermiş olduğu değerin sayısız örneğine Kur’ân- Hadis ve İslam tarihinde, özellikle de Sevgili Peygamberimizin hayatında rastlamak mümkündür.
Onlardan biri ve belki de en çarpıcı olanı şudur. Bir gün Ashabtan bir grupla otururken yakınlarından bir cenaze geçerken Peygamberimiz ayağa kalkmıştı. Yanında bulunanlar, onun bir Müslüman cenazesi değil, Yahudi cenazesi olduğu ifade edilerek ayağa kalkmanız gerekmezdi, demek istenmiştir. Peygamberimiz onlara, “Müslüman değilse insan da mı değil?” cevabını vermişti. Ancak insana değer vermek başka şey, insan değerini kabul etmek başka şeydir. Hele insana üstünlük tanımak ise bambaşka bir şeydir. İslam nazarında kişi, inancı sebebiyle Allah katında değer kazanır. Bu gerçek, Kur’anda şöyle açıklanmıştır. “ Şeref Allah’ın, Peygamberi’nin ve inananlarındır.... Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, Ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır… Sevgili Peygamberimiz de,“Ey insanlar! Dikkat edin, Rabbiniz bir, Babanız da birdir… Beyazın siyaha, siyahın da beyaza Takva dışında hiçbir üstünlüğü yoktur.”(Münafgun, 8. Hucurat,13.) Bu noktada Allah katındaki üstünlük, Ona karşı gelmekten sakınmak olduğuna göre inanan insan, inanmayanlardan üstün tutulmuştur.
İslam Dini, insanı rengi, ırkı ve bölgesine göre değil, kalbinde taşıdığı gerçek anlam da iman, yaptığı iyilikler ve bunun dışa yansıyış biçimi olan güzel ahlakı ile değerlendirmektedir. Bu yüzden Yüce Allah ona, “Ey iman eden ve güzel amel işleyenler,” hitabı ile müjdeli haber verirken, diğer yandan “Ey insanlar,” hitabıyla da tüm insanlığı kulluk görevini yerine getirmeye davet eder. Özetle ifade edilirse, İslam’a göre her şey insanın, özellikle de inanan ve inancının gereğini yerine getiren insan’ın lehinedir. Bunun en güzel ifadesini Sevgili Peygamberimizin şu Hadislerinde buluyoruz. “Müminin durumu doğrusu hayret vericidir, çünkü yaptığı her iş onun hayrına olmaktadır. Bu özellik de yalnız mümine mahsustur. Mümin bir şeye sevinirse şükreder, bu onun için hayır olur. Bir felaket ve sıkıntıya uğrarsa sabreder, bu da onun için hayır olur.”( Müslim) Allah’emanet olunuz.