-Efendim, nasılsınız?... İyi gördüm hepinizi… beni huzurunuza çıkardılar ki sizi azıcık düşündürüp güldüreyim diye…
Düşündüm biraz, ne etsem diye sonra o sihirli kelimeyi buldum…
Şimdi beni dikkatle dinleyiniz lütfen. Gülen olursa çıkar giderim.
Efendim, bir türlü derse başlayamayan delikanlılara hitaben:
-İtin yellenmesinin cezası yoktur, deyince sınıfta bir sessizlik oldu.
Baktım, iki tanesi kıs kıs gülüyor. Hemen sordum:
-Yellenme ne demektir, diye.
O iki delikanlı daha da gülümsemeye başladı.
Suskunluğun sebebi, dersi kaynatmaya uğraşanlara verdiğim cevapta “İt, ceza” kavramlarının geçmesi olsa gerek…
-Yellenme, osuruk demektir… demez olaydım. Sınıf gülmekten kırılıyor. O iki delikanlı, sınıftakilerin bu kadar gülmesine gülüyor olmalılar çünkü herkesin başı sıraya gömülü, onlar arkadaşlarına bakarak gülüyorlar.
Ardından:
-Dama çıkmış üç güzel, yellendikçe yellenirler, dedim, kırılacak uşaklar. Bu sefer:
-Osuruğa gülenin osuruk kadar aklı yoktur, deyince sınıfın yarısı sustu, öbür yarısının karnı yırtılacak gülmekten…
Yellenme, gaz çıkarma falan deyince hiç gülmeyenler o…. şeklinde söyleyince gülmekten kırılıyor nedense….
Efendim, yurt dışında bir hastanede hasta ziyareti için bulunuyoruz. Bir hanım görevli L şeklindeki odaya girip yanımıza yaklaştığı sırada sesli bir şekilde yellendi. Bazıları gülümserken bir arkadaşımızı bıraksak kadını dövecek.
-Niye bu kadar sinirlendin, dedik:
-Bu kadın bizi adam yerine koymadı, inadına yaptı… diyor, başka bir şey demiyor…
Günlerce sürdü öfkesi…
Birinde de asansör bekliyoruz hanımla. Daha önce gelip asansörü bekleyen bir Fransız, hafiften bir yellendi.
Hanım dövecek gibi baktı yüzüme. Anladım, ben yaptım zannetti. Kendimden eminim ya kıs kıs güldüm. Peşinden büyük bir gürültü koptu ki görmeyin…
Hanım “aaaa” dedi kaşlarını çatarak ve o gürültünün çıktığı bölgeye bakarak.
-Ne var bunda, sana bana yol mu sordu? Çıktı, gitti işte, dedim.
Adam Türkçe bilmiyor nasıl olsa, rahatça değerlendirmesini yaptık bu müthiş yellenmenin…
Bu yellenmenin, yani osuruğun gelir kapısı yapılabileceği geldi mi hiç aklınıza?
Gelmemiştir.
Benim de gelmezdi ama bu da oldu.
Yılsonuna doğru boyu, kilosu orta ikinci sınıfa biraz fazla gelen bir çocuk girdi odama…
Terliyor, söze giremiyor, kekeliyor:
-Hocam…. Nasıl diyeceğimi bilemiyorum…. Şey…. Bir arkadaşımız… bütün harçlıklarımı elimden alıyor… dedi.
--Zorla mı gasp ediyor.
-Yok, öyle değil.
-Ya nasıl?
-Şey Hocam…. Bir derste ben şey etmişim. O öyle diyor…
-Ne etmişsin?
-Şey Hocam… gaz kaçırmışım.
-Yani osurmuş musun, der demez başladı gülmeye:
-Evet hocam.
-Senin harçlıklarınla bunun alakası ne?
-Seni öğretmene söylerim eğer bana para vermezsen, dedi.
-Verdin mi?
-Verdim.
-Sonra?...
-Ondan sonra bir bakıyorum burnunu tutuyor “yine mi” diyor, hemen para verip susturuyorum. Hocam, beni bundan kurtarın n’olur…
Çağırttım adı geçen çocuğu. Bakarım ki bunun yarısı kadar.
Sordum, bunlar doğru mu diye. İnkâr etmedi.
-Ne kadar parasını almışsındır toplam, söyle bakayım, dedim.
Kaba taslak 150 TL’de anlaştık.
Çağırdım osuruktan haraç kesen cingözün babasını.
Adam, odama girince tuttu mu beni bir gülme krizi… Şaşkın şaşkın bakıyor zavallı.
Kendimi toparladım, yumuşak bir sesle ama ara sıra da gülerek durumu anlattım.
Bu sefer adam gülmekten kırılıyor.
Bir osuruk bu kadar mı güldürür insanı…
-Hocam bizimki dayaklı ama osuruğa haraç veren de dayaklık değil mi?
Anlaştık velimizle.
İkisini bir alıp gezmeye götürecek, çocuğa 150 TL verecek…
Hadi hadi iyisiniz yine.
Yüz doktordan iyi olan bir yellenme için böyle haraç verseniz veya cereme ödeseniz ne yapardınız?
(NOT: Bu metin, hazırlamakta olduğum bir kitabımda monolog olarak yer alacaktır. Öğretmen rolünde biri sahnenin önüne gelerek seyircileri selamlar ve konuşmaya başlar.)