Mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm, baştan sona kadar, doğru, güzel ve iyi insan olmanın nasihatleriyle doludur. İyi bir ‘kul olma’nın yanında, büyük insanlık âilesinde ‘iyi-merhametli-faydalı bir kişi olma’yı da emreder.
Bu âyetlerden bâzıları şöyledir: “Biz, insanı en güzel bir şekilde yarattık” (Tîn, 4); “İnsana, hem kötülük, hem de ondan sakınmak ilhâm edildi” (Eş-Şems, 8); “Biz, insanı en şerefli mahlûk olarak yarattık” (İsrâ, 70)
Peygamber Efendimiz de: “Ben, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” buyurmaktadır.
Böyle bir dînin mensubu ve şanlı Türk milletinin de birer evlâdı olarak, bize bahşedilen bu nimetlerden, bu güzelliklerden ve bu ikrâmlardan ne kadar nasipleniyoruz, bunun muhasebesini yapmamız gerekir.
“Güzel söz” söylemenin bu kadar tavsiye edildiği bir dinin mensupları, nasıl olur da ‘nezâketten uzak’, birbirlerine kırıcı hattâ birbirini küçük gösterici /hakîr görücü/aşağılayıcı sözler söyleyebiliyorlar, anlamak mümkün değildir.
“Güzel söz sadakadır” buyuran bir Peygamberin ‘ümmeti’yim diyen bir insan, nasıl olur da, milletin huzurunda, çoluk-çocuğa, kadına-erkeğe, ihtiyara-gence aldırmadan galîz ve müstehcen sözlerle muhataplarını küçültmeye çalışabilir?
İnsan, varlıklar içinde “en güzel biçimde yaratılan ve en şerefli” olması bakımından, güzel söylemeye, güzel davranmaya, güzel iş ve faaliyetlerde bulunmaya en müsâit yegâne yaratık ise, -ki, öyledir- bunlardan ‘kaçış’ niyedir diye sormak isterim.
Benlik, burnumuzun ucunda; kibir, alabildiğine hâkim ve tâvizsiz; haset, gıybet ve maalesef yalan, dünyâmızı değil, kâinatımızı altüst eden beşerî tehlikelerin en büyüğü hâlinde bir canavar!..Peki; başkalarının söz ve tavırlarını beğenmeyen “ben veya biz”, niçin, bu söz ve davranışların hâkimi değil de mahkûmuyuz, hiç düşündük mü?
İyi insan olabilmenin meziyetlerini sıraladığımız zaman, kendimizin, bunların hiçbirinden mahrûm kalmasını asla arzu etmez ve kat’iyyen istemeyiz değil mi?..Öyleyse...
Sokakta yürürken, otobüste-t(ı)ramvayda-gemide giderken, asansördeyken, balkonda otururken, arabamızı sürerken, okullu isek arkadaşlarımızla şakalaşırken...nezâketin, bir tebessümün, bir ‘buyurunuz’un, bir “merhaba”nın...”güzel bir biçimde yaratılmış” ve “en şerefli varlık olmanın” şartı olduğunu niçin unuturuz?
T(ı)ramvaydayım...Karşımda bir hanımefendiyle bir delikanlı oturuyor. Bir yanımda benim yaşımda bir zat, diğer yanımda da aynı yaşta biri!..Yetmiş beşlerde!..
T(ı)ramvaya yine yaşlı bir adam bindi...Sağımdaki, karşısındaki gence âdeta kükredi: “Kalksana” dedi, “Yaşlı adama yer versene!.. Ahlâk kalmadı ki şimdiki nesilde!..”
Genç, ezilip-büzülerek kalktı. Annesi de oldukça mahçup. Solumdaki bey, sağımdaki zata,“Sen, ne hakla o gence müdahale ediyorsun” dedi. “Ne biliyorsun onun ne hâlde olduğunu?”
Anne, daha da mahçup bir vaziyette: “O...hasta...” diyebildi. Boynunu büktü!..
Genç, hakîkaten zorlukla ayakta duruyordu...Sağımdaki adam sesini kesti ammâ genç, hâlâ ayaktaydı.
Solumdaki şahıs ise, âdeta burnundan soluyordu. “Sâkin olunuz!” dedim, bir yanlış anlaşılma olmuş!!!..”
Duyan anlayan oldu mu, onu da bilmiyorum!..Çünkü, içerisi hıncahınç doluydu!..
Netîcede, hâlledilen bir mes’ele olmadı!..Bir sonraki durakta, ben indim, öbürlerinde de elbette ki, diğerleri inmiştir...Biliyorum ki, aynı şeyler, yine tekerrür edecektir...Belki hergün onca defa!
Fakat, şu da var ki, bu durumlara hiç şaşırmıyorum...
Çünkü, insanımız öyle bir hâle geldi/getirildi/sürüklendi/sürükleniyor ki, bundan ‘kaçış’ çok zor ve belki de mümkün değil!..
Dedim ya, sinir, herkesin burnunun ucunda!..Kıskaçtayız!!!