Neyi, ne ile mukayese edip; nerede, ne arıyoruz!..Bir hengâmedir, bir telâşedir, bir ‘ben-bilirimciliktir’ aldı başını gidiyor da, hiç kimse yaratılış maksat ve hedefindeki ‘sırlı güzellikleri’ keşifte mutabık değil!..
Varsın olmasın!..
Şunu bilelim: Dünyâ, “cinsiyet yâni erkek-dişi cinsler” üzerine kurulmuştur: “Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan, ondan, yine zevcesini vücûde getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinizden çekinin” (Nisî, 1) ve “Biz, sizi, bir erkek ve bir dişiden yarattık”. (Hucurât, 13) âleri, hem sözün başladığı ve hem de bittiği yerdir. Hazret-i Âdem ve Hazret-i Havva, başlangıca ve devamına işârettir!..Bu durum, ilâhî sırrın bir hakîkati, bir ihsânı, lütfu, ikrâmı ve ni’meti olarak bütün canlılarda da aynı değil midir?
Tekrar edelim, neyi, ne ile mukayese edip; nerede, ne arıyoruz?
Sen, kendini bil ve kendini hiç kimseyle ve hiçbir şeyle mukayeseye kalkışma!..
İnsanlar çift yaratılmışlardır sözü, aynîliklerde yâhut benzerliklerde aranıyor da başka bir şey düşünülmüyor nedense!..Bana göre, bu, böyle değil!..İnsanlar, zıtlarda çift yaratılmıştır...Çehrelerin birbirine benzeşmesinde değil!..Mes’ele budur!..Kaldı ki...
Onda da, “dillerinizin/lisânlarınızın ve renklerinizin/benizlerinizin farklı olması da” (Rum, 22) âyetine dikkat etmek gerekir. O hâlde, ‘benzerlik’ nerede? Hangi benzerlik veya benzemezlik?!
Bizi, biz yapan, biz değiliz...Sonradan, kendi irâdemizle yapmaya çalıştıklarımız bir ‘kültür’dür ve özü aşabilen bir tavır, çokça bir faaliyet değildir!..Özde neyiz? Doğuştan neleri getirdik ve üzerine ne inşâ edebildik? Sûretle mi, sîretle mi yol aldık, düşünme zamanındayız!..Yol nerede ayrılıyor, nerede birleşiyor?
Çıkmaz olan, nedir?
Ayrımsız biçimde, “insan” olarak “en güzel biçimde” ve “en şerefli varlık yaratılma”nın nimetini yaşayıp, taşımakla mükellef olunan mes’uliyetten daha önemli hangi maksadımız olabilir?
“Meçhûl olan”, neyimiz var?
“Sır” işi başka!..
Emir; sâdece bir cinse münhasır değil ki!..Keyfîlik de asla olamaz!..’Ben dedim, oldu!” mantıksızlığı alıp başını gidiyorsa, hâkim medenî ve sâkin zihniyet buna niçin ses çıkarmasın!..
Mükellefiyet, insan olarak yaratılanın hepsine âit!..
“Kadın-Erkek” başlıklı beytimde bir îzah yapmışım:
“Kadın, neyse erkeğe; aynı, kadına, erkek;
Her şeye bir eş vardır; Kadir-i Muhtâr’dır: Tek!” (Uyanmak Zamanı, Sf. 411)
Anadan önde ne var!.. Fakat...Eş olunmadan da ana olunmuyor!.. Sır mı arıyorsunuz, işte!..Babalık da başka bir sırlı hâl!..O da olmadan olmuyor!..
Dîğerleri sonradan geliyor...bacılıktan, baldızlığa, gürümceliğe, ablalığa, evlâtlıktan torunluğa, halalıktan teyzeliğe ve nineliği varan nihâyetsiz mânevî merhaleler, hayatın sâdece bir cephesinin değil, insanın yaratılış maksadının da aslî unsuru olarak, aynı zamanda dîğer cephenin de tamamlayıcısı’dır.
“Meçhûliyet” değil; dünyada var olabilmenin yegâne ‘sırrı’ da buradadır ve bu durum, bütün canlılar için, aynı derecede geçerlidir.
Öyleyse, derim ki: ‘Aşk ve sadâkat’ lezzetiyle ve nefâsetiyle kadını güzelleştiren kocası; erkeği güzelleştiren de karısıdır!..Burada, esas ve mevzûbahis olan, zıtların güzelliğidir!..
“Kalıp değil, bir fikir” diye başlayan şiiriyle, kadına dâir, dünyanın, belki de en güzel şiirlerinden birini yazan Necip Fâzıl, “Kadın” başlıklı beytinde de şöyle der:
“Bir ufuk ki, ne Mecnun varabildi, ne Ferhad;
Bir ufuk ki, ilâhî sırrı bekleyen serhad..”
“İlâhî sırrı bekleyen serhad”; cemiyette, yerli yerine oturtulabilmelidir!..
Âdem aleyhisselâm ve Havva vâlidemizden beri, bu âhenk, devamedegelmiştir!...Kabil ile Hâbil mücâdelesi, aynîliklerle benzerliklerin menfaat kavgası’dır. Benzemezler, ekseriyâ, hep uyum içersindedir. Tabiî ki, tamamen değil, ekseriyâ...Ancak..
İnsanın ve bununla berâber de cemiyetin, başlangıçta, p(i)sikolojik ve ahlâkî olarak tahrip edilmesi, son dönem çağlarında yâni yirminci ve yirmibirinci asırda, bilhassa, fizikî bakımdan zayıf olan kadınları hedef almış ve her ne kadar ‘kadın hakları” gibi bir savunuculuğa girişen veya onu üstlenmeye çalışan belli bir zümre olmuşsa da, aslında, hakîkî mânada ‘insan hakları’nın bulunmadığı/yaşanmadığı âlemde, çoğunun da samimî olmadığı gibi, kadınlara her türlü eziyetin yapılmasına da hiçbir zaman ‘gerekli insânî ve adlî ilgi’ gösterilmemiştir.
Bugün; sâdece kadın değil, huzur ve sükûnet arayan insanlık bile, kendisini; ister “demokrasi”yle vasıflandırsın, ister başka bir sosyal sistem adıyla yaftalasın, vahşî kapitalizmin, kızıl komünizmin, ateizm körlüğünün ve her türlü kara, kaba ve karanlık taassubun kıskacından kurtaramamıştır.
Sosyolog ve eğitimci Seyyid Ahmet Arvasî, bu hususta önemli bir tespit yapar ve şunları söyler:
“İslâm’da erkek ve kadın, “insan olmak haysiyeti” ile eşittirler. Bununla birlikte,objektif araştırmalarla tesbit edilmiştir ki, cinsler arasında, inkâr ve ihmâl edilmeleri mümkün olmayan biyolojik, fizyolojik ve psikolojik farklar vardır. Bırakın “kadın erkek eşitliği” hayalini, kesin olarak isbatlanmıştır ki, erkekler arasında bile “eşitlik” yoktur. İlmî araştırmalarla kesin olarak anlaşılmıştır ki, insanlar eşit yaratılmamıştır.” (Bknz.Seyyid Ahmet Arvasî, İlm-i Hâl, Burak Yayınevi, İstanbul 1997, Sf.311)