Robert Gilpin'in The Political Economy of International Relations adlı kitabında, 1974 yılındaki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 6. özel oturumunda OPEC üyeleri tarafından yönlendirilen bir grup azgelişmiş ülke (77. grup) yeni bir Uluslararası Ekonomik Düzen Tesisi İçin Beyanname ve Eylem Programı (YUED) ortaya koyduğunu söylemektedir. Bu programın üçüncü maddesi çok önemli ve dikkat çekicidir. Üçüncü madde de " Azgelişmiş ülkelerin yabancı yatırımları millîleştirme ve millî kaynaklar üzerinde egemenlik kazanma hakkının tanınması " vurgusu yapılmaktadır. Söz konusu maddeyle 1974'e kadar BM üyesi azgelişmiş ülkelerin doğal kaynakları üzerinde egemenliklerinin olmadığının açık bir itirafıdır. Aynı yıllarda ülkemiz bir askeri harekatla Kıbrıs’a çıkmıştır.Türkiye için 1974'ün başka bir anlamı da Kıbrıs Barış Harekatı ve sonrasında yaşanan acı tecrübelerdir. Özellikle Kıbrıs savaşından sonra Müttefiklerimiz bize ambargo uyguladı. Aslında bu durum iyi oldu hem ülke, hem devlet, hem millet olarak uyanmış olduk.
BM'nin, azgelişmiş ülkelere egemenlik tanımasının ardından ilk refleksimiz, 1978 yılında başta bor madenleri olmak üzere birçok madeni devletleştirmek oldu. Ama bundan çabuk vazgeçtik. 1979 seçimlerinden sonra politika değişikliğine gittik. Gerekli hazırlıklardan sonra 24 Ocak 1980 tarihinde Yapısal Dönüşüm Programı'nı kamuoyuna açıkladık. 24 Ocak Kararları, devletin ekonomiden çekilmesi ve ekonomimizin dünya sistemine entegrasyonunun ilk adımıydı.Yani İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra oluşan DENGE değişiyordu. Ancak o tarihlerde başka önemli bir sorunumuz daha vardı: Kardeş kavgası, sağ-sol çatışması. 12 Eylül 1980 Darbesi ile bu çatışma önledi. Eski siyasiler ve çatışan taraflar tasfiye edildi. Yeni bir Türkiye doğuyordu. Yeni bir devlet kuruluyordu. 1980-1984 arası plan hazırlığı ile geçti ve 30 yıllık dönüşüm planının uygulamasına 1984 yılında başlandı. 5 ayaklı bir plan yapıldı.
Ekonomik dönüşüm, Dini dönüşüm, Kültürel dönüşüm, Askeri dönüşüm, Dış Politika dönüşümü.Tabii bütün bunların doğal sonucu olarak politik dönüşüm. Biz ULUS DEVLET tanımı içinde kalıp dönüşmeyi tercih ettik. 20. yüzyılda dünyanın yaşadığı iki büyük savaştan sonra imparatorluk dönemine dönüşün olamayacağı kesin olarak anlaşıldı. Spekülatör küreselleşmecilerin yakın zamandaki denemeleri de ulus devleti aşamadı.
Türkiye, yoluna hâkim ulus devlet anlayışını değiştirerek devam etme kararını aldı.
Ekonomik dönüşüm, iki temel üzerine kuruldu. Birincisi, içeride devlet bürokrasisinin ekonomiyi yönetir olmaktan çıkarılması ve ekonominin kendi kuralları ile işlemesinin sağlanması, ikincisi ise dışarıda küresel ekonomi ile entegrasyon. Bürokratik OLİGARŞİ hem ekonomiyi hem devleti KİT'ler üzerinden yönetiyordu. 1986 da Özelleştirme bu nedenle başladı. 1984 yılından itibaren, İMKB başta olmak üzere ekonomiyi düzenleyen kurumlar oluşturulmaya başlandı. Bir taraftan yabancı yatırımların önü açılırken bir taraftan Türk girişimcilerin yabancı ülkelerde faaliyet göstermeleri teşvik edilmeye başlandı.
Tekstil ve inşaat sektörü temel sektör olarak belirlendi. 2012 sonunda, bu sektörde dünyada Çin'den sonra ikinci büyük biziz. Girişimcilerimiz bütün dünyada iş yapar hâle geldi. Ekonomik dönüşüm sağlanırken bize has bir işadamı profilinin meydana getirilmesi gerekiyordu. Batı'nın olumsuz imajından farklı olmalıydı bu profil. Bu girişimci tipi bir mesaj taşımalıydı ve bize özgü olmalıydı.
Malumunuz din, coğrafyamızın en hassas konusu. Dinî anlayışın gelenekselleşmiş hâli, gelişmenin önündeki engellerden biriydi. Dinî anlayış ve uygulayışın da değişmesi için 1984 yılında çalışmalar başladı. Doğrudan işe girişmek yerine daha mutedil yollardan değişim gerçekleştirildi. 1984 yılında iki İslami cemaate yol verildi, önleri açıldı. Osmanlı, dinî hayatı tarikatlar üzerinden yönlendiriyordu. Cumhuriyet, kendi cemaatlerini oluşturdu. Bakınız cemaatler sakalsız, temiz tıraşlı, takım elbiseli modern insan tipini yansıtıyorlar. Hiçbir devlet, dine kayıtsız kalamaz. Batı, Protestanlaşarak ekonomisini faiz kıskacından kurtardı. Dünya ekonomik sisteminin temelini oluşturan faiz, bir şekilde içselleştirilmeli ve İslamileştirilmeliydi.
İngiltere'deki Muslim Collage of London'un başkanı Zaki Badawi'nin 1983'te, Bank of London'dan İslamic Banking Sistem of Luxembourg adına İslami bankacılık faaliyetleri için ilk lisansı almasından kısa süre sonra ülkemizde de faizsiz bankacılık kuruluşları açıldı. Bazı cemaatler üzerinden din ile faiz harmanlandı. Daha sonra İslami Holdingler belirdi. Batı Protestanlaşmak için çok acı çekmişti, biz ise bunu sesiz sedasız ve içselleştirerek yaptık.
1984 yılından itibaren Nurculuk hareketinden farklılaşmaya başlayan Fethullah Gülen ve cemaati, Türk tarihinde, ileride üzerinde ciddi analizler yapılacak çalışmalara imza attı. Türk okulları, dünya ekonomisine entegre olan Türk ekonomisinin dışarıdaki insan kaynağını oluşturacak yeni nesillerin yetişmesini sağladı. Hangi ülkeye giderseniz gidiniz, patronu ile anlaşacak kadar Türkçe bilen, küresel ticaretin dili olan İngilizce'ye hâkim, ülkesinde saygın gençlerle karşılaşabilirsiniz. Bu, çok büyük bir proje. Özelleştirme gibi, bu proje de hiç aksamadan uygulandı. İktidarlar değişti ama proje kesintiye uğramadan gelişti. Bazen farklı görüntü verilse de devlet bütün kurumlarıyla projeye sahip çıktı.
Naim Süleymanoğlu operasyonu ile başlayan özgüven kazandırıcı çalışmalar sonucunda artık üzerimizdeki ölü toprağını attık. 250 yıldır maruz kaldığımız başarısızlık kompleksini yendik. Köylü idik şehirli olduk, tarımdan endüstriye ve küresel ticarete evrildik. TRT'nin yayın tekelinin kaldırılmasından sonra özel kanalların rekabeti sayesinde kültürel üretim artırıldı. İdeolojiler bu sürece renklerini veremiyorlar.
Kıbrıs Barış Harekatı'ndan sonra ülkemize uygulanan ambargo, kelimenin tam anlamıyla bizim için şok oldu. Müttefiklerimiz bizi satmıştı. 1984 yılında savunma sanayisi alanında önemli kararlar alındı. Modern ve profesyonel bir ordunun temelleri atıldı. Bu orduya gerçek mermilerle tatbikat yapacağı bir ortam gerekiyordu. Bunun için kontrolu bir gerginlik, özelliklede doğu ve güneydoğudaki feodal yapıyı değiştirecek radikal öngörüler ve eylemler gerekiyordu. Türkiye, dönüşüp küresel bir aktör olma yolunda ilerlerken ülkenin bir bölgesinin dönüşmeden kalması mümkün değildi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da özellikle köylerde, aşiret düzeyinde yaşayan Kürtler'in de dönüşmesi hayati önem taşıyordu. Aşiret yapısı daha önce toprak reformu yoluyla kırılmak istendi, ancak başarılamadı. Aşiret yapısının bozulması için bir güce ihtiyaç vardı. Ancak bu güç, devlet olmamalıydı. İlginçtir PKK, 1984 yılında, tam da bunu başarmak için yola çıktı.
PKK'ya rakip bütün örgütler bir el tarafından ortadan kaldırıldı. Örgütün baskısı ve terörle mücadele gerekçesiyle köyler boşaltıldı, boşalmak zorunda kaldı. Önce köyden şehre, sonra da Batı illerine göçen Kürtler, gerçek anlamda birliğin parçası hâline geldi. Bölgede ağalık düzeni çözüldü, Kürtler birey olmanın hazzını yaşamaya başladılar, önemli oranda modernleştiler, laikleştiler. Kadının konumu değişti. Bölge için tarih hızlandırıldı. Bu PKK’nın (farkında olmadan) tamamıyla devletin kontrolü altında olduğunu göstermektedir. Devlet'in bir kanadı Öcalan'a operasyon yapmayı düşünürken, birileri de onu uyarıyor ve koruyordu. Şu bilinmeli ki, PKK ve Kürt konusu üzerinden büyük bir oyun kuruldu. Gözden kaçırılmaması gereken en önemli husus, OSLO'da göze batan en büyük detay, DEVLETİN örgütü çok iyi tanıdığı ve takip ettiğiydi. Örgütün bütün DNA'larına sızıldığının fotoğrafıydı.
Dış politikadaki değişim ise sessizce gerçekleşti. Dışişleri Bakanlığı, TİKA, THY, Dış Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile birçok sivil kuruluş koordineli bir şekilde hareket etti. Çok ilginç bir şeydir ama somut bir örnek vermek gerekirse, bilindiği üzere CHP dış politikada farklı bir ses çıkarıyor. Esad'la arası iyi. Keza MHP’nin Türk Milliyetçiliği bağlamında Türk devlet ve topluluklarına bakışı ortada. Tüm bunlar çelişki gibi dursa da aslında, değil. Kendi içinde bir mantık örgüsü ve realitesi var. Çünkü büyük devletler bütün yumurtaları aynı sepete koymaz. Bu Türklerde Hunlardan daha da eski bir gelenektir. CHP de AK Parti'ye rağmen bir şey yaparken aslında beklide farkında olmadan Esad'la ilgili kulvarı dolduruyor. İletişimin kopmasını önlüyor.Çünkü Suriye uluslararası bir sorun. CHP farkında olmadan AK Parti'ye muhalefet yapayım derken bir OTOYOL kuruyor ve Ankara'nın bir kazaya kurban gitmesini önlüyor. Aynı şeyler diğer uluslararası sorunlarda MHP içinde söylenebilir.
Ordunun modernleşmesi tamamlandı, kadroları yenilendi. Özelleştirmede sona yaklaşıldı, 1-2 yıllık bir sürede biter. Küresel ekonomiye entegrasyon tamamlandı. Kürtler bölünmez, bütünün ayrılamaz bir parçası. Artık PKK'da sona gelindi. Özelleştirilecek son maden olan "bor"un özelleştirilmesi ile PKK'nın bitişinin aynı zamana denk gelmesi tesadüf olamaz. Çünkü PKK da biliyorki yeni oluşan yapıda rolünü tamamladı, kendi mantığıyla yeni süreçte, oyuna dahil olmaya çalışıyor. Direnirse onu vahşi bir yıkım bekliyor.
Türk okulları, dünya çapında pik noktasına ulaştı, artık başka bir yapıya devredilme zamanı geldi. Yarı devlet yarı özel bir vakıf, bu iş için yeterli. Türk protestanlığı da (belki bu ismi kullanmak tepki çekebilir, ama son 40 yılda yaşanan aslında tam anlamıyla bu) toplum ve örgütlü dinî yapılar tarafından benimsendi. Cemaate ihtiyaç kalmadı. Kurslar kapanıp okullar devredildikten sonra Cemaat dinlenmeye çekilecek demektir. Eğer söz konusu yapı içinde başta lider olarak seçilen yada atanan şahıslar direnirse, o şahıslara ve tabanına çok vahşi operasyonlar yapılacak. Bu konuda hiçbir şansları yok.
Türkiye dönüşürken, değişirken başka bir şey olmuyor, birliğini güçlendirip ulus devlet olarak varlığını kökleştiriyor. 1970'li yılların ideolojik kutupları kayboldu, "İslami ekonomi" gibi küresel entegrasyonu tehdit eden tezleri duymuyoruz. Siyasi, ekonomik ve sosyal çatışma alanları azaldı, keskinlikler giderildi.
Millete rağmen, milletin renklerine rağmen bir şey yapılmıyor. Başı kapalı kızlar üniversitelere girdi de, binalar yerle bir mi oldu. Asker, teğmenin başı kapalı annesini yemin törenine almazken, şehit olan teğmenin; başı kapalı annesinin elini öpmesinden doğan çelişkiyi bitirdi. Ama bir günde değil. Ağrı'daki son çatışmaya bakın. Ordu oradaki vatandaşlara teşekkür etti. Değişim ve dönüşüm çok net. Peki son yıllarda yaşanan ordu kaynaklı davalar (Ergenekon balyoz vs..) devlet mantığıyla oluşturulmuş, kısmen de olsa amacı dışına çıkan davaların içinde, darbecilerde vardı. Ama masumlar çoktu. Bu dönemde yeri olmayan ve bizi küçülten ideolojinin terk edilmesi gerekiyordu. En çok bu işe yaradı. Devlette herkes kendi kulvarına çekildi.
Bundan sonraki aşamada ise, şu yada bu şekilde konjoktürün getirdiği siyasi parti dernek cemaat vb… kuruluşların, Türkiye’yi yukarıdaki aşamalara gelmesini konjonktür gereği ihtiyaç duyulan, hatta yaptıkları tüm etik dışı uygulamalara rağmen, yukarıda belirtilen stratejik ve taktik hedefler gereğince göz yumulan, bundan sonraki sürede görevlerini ifa etmeleri nedeniyle, tasfiye edilmesine sıra gelecektir. Bu süreçte özellikle son on iki yıldır ihmal edilen, hukuk devleti ve devletin güvenilirliği yeniden tesis edilecek, yukarıdaki süreçte yaşanan ve göz yumulan tüm yolsuzluk ve hukuk dışılıkların hesabı sorulacaktır. Bu belki çok çabuk olmayacak belki bir veya iki seçim dönemi alabilecektir. Ancak yapanında yanına kalmayacaktır. Bu açıdan Türkiye’nin yeni bir merhaleye girdiği görülmekte, özellikle önümüzdeki seçim sürecinin bu aşamanın ilk başlangıcı olacağı düşünülmektedir.
Daha sonra ise Türk Devleti kuruluşundaki ve tarihindeki asli felsefeye dönecek, bu amaçla şu anda ön görülemeyen, belki yeni bir siyasi oluşum, beklide mevcut bazı siyasi partilerin tüm kadrosunu yeniden düzenleyecek oluşumlarla, tarihte yeni bir sayfa açılacaktır.
BM'nin, azgelişmiş ülkelere egemenlik tanımasının ardından ilk refleksimiz, 1978 yılında başta bor madenleri olmak üzere birçok madeni devletleştirmek oldu. Ama bundan çabuk vazgeçtik. 1979 seçimlerinden sonra politika değişikliğine gittik. Gerekli hazırlıklardan sonra 24 Ocak 1980 tarihinde Yapısal Dönüşüm Programı'nı kamuoyuna açıkladık. 24 Ocak Kararları, devletin ekonomiden çekilmesi ve ekonomimizin dünya sistemine entegrasyonunun ilk adımıydı.Yani İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra oluşan DENGE değişiyordu. Ancak o tarihlerde başka önemli bir sorunumuz daha vardı: Kardeş kavgası, sağ-sol çatışması. 12 Eylül 1980 Darbesi ile bu çatışma önledi. Eski siyasiler ve çatışan taraflar tasfiye edildi. Yeni bir Türkiye doğuyordu. Yeni bir devlet kuruluyordu. 1980-1984 arası plan hazırlığı ile geçti ve 30 yıllık dönüşüm planının uygulamasına 1984 yılında başlandı. 5 ayaklı bir plan yapıldı.
Ekonomik dönüşüm, Dini dönüşüm, Kültürel dönüşüm, Askeri dönüşüm, Dış Politika dönüşümü.Tabii bütün bunların doğal sonucu olarak politik dönüşüm. Biz ULUS DEVLET tanımı içinde kalıp dönüşmeyi tercih ettik. 20. yüzyılda dünyanın yaşadığı iki büyük savaştan sonra imparatorluk dönemine dönüşün olamayacağı kesin olarak anlaşıldı. Spekülatör küreselleşmecilerin yakın zamandaki denemeleri de ulus devleti aşamadı.
Türkiye, yoluna hâkim ulus devlet anlayışını değiştirerek devam etme kararını aldı.
Ekonomik dönüşüm, iki temel üzerine kuruldu. Birincisi, içeride devlet bürokrasisinin ekonomiyi yönetir olmaktan çıkarılması ve ekonominin kendi kuralları ile işlemesinin sağlanması, ikincisi ise dışarıda küresel ekonomi ile entegrasyon. Bürokratik OLİGARŞİ hem ekonomiyi hem devleti KİT'ler üzerinden yönetiyordu. 1986 da Özelleştirme bu nedenle başladı. 1984 yılından itibaren, İMKB başta olmak üzere ekonomiyi düzenleyen kurumlar oluşturulmaya başlandı. Bir taraftan yabancı yatırımların önü açılırken bir taraftan Türk girişimcilerin yabancı ülkelerde faaliyet göstermeleri teşvik edilmeye başlandı.
Tekstil ve inşaat sektörü temel sektör olarak belirlendi. 2012 sonunda, bu sektörde dünyada Çin'den sonra ikinci büyük biziz. Girişimcilerimiz bütün dünyada iş yapar hâle geldi. Ekonomik dönüşüm sağlanırken bize has bir işadamı profilinin meydana getirilmesi gerekiyordu. Batı'nın olumsuz imajından farklı olmalıydı bu profil. Bu girişimci tipi bir mesaj taşımalıydı ve bize özgü olmalıydı.
Malumunuz din, coğrafyamızın en hassas konusu. Dinî anlayışın gelenekselleşmiş hâli, gelişmenin önündeki engellerden biriydi. Dinî anlayış ve uygulayışın da değişmesi için 1984 yılında çalışmalar başladı. Doğrudan işe girişmek yerine daha mutedil yollardan değişim gerçekleştirildi. 1984 yılında iki İslami cemaate yol verildi, önleri açıldı. Osmanlı, dinî hayatı tarikatlar üzerinden yönlendiriyordu. Cumhuriyet, kendi cemaatlerini oluşturdu. Bakınız cemaatler sakalsız, temiz tıraşlı, takım elbiseli modern insan tipini yansıtıyorlar. Hiçbir devlet, dine kayıtsız kalamaz. Batı, Protestanlaşarak ekonomisini faiz kıskacından kurtardı. Dünya ekonomik sisteminin temelini oluşturan faiz, bir şekilde içselleştirilmeli ve İslamileştirilmeliydi.
İngiltere'deki Muslim Collage of London'un başkanı Zaki Badawi'nin 1983'te, Bank of London'dan İslamic Banking Sistem of Luxembourg adına İslami bankacılık faaliyetleri için ilk lisansı almasından kısa süre sonra ülkemizde de faizsiz bankacılık kuruluşları açıldı. Bazı cemaatler üzerinden din ile faiz harmanlandı. Daha sonra İslami Holdingler belirdi. Batı Protestanlaşmak için çok acı çekmişti, biz ise bunu sesiz sedasız ve içselleştirerek yaptık.
1984 yılından itibaren Nurculuk hareketinden farklılaşmaya başlayan Fethullah Gülen ve cemaati, Türk tarihinde, ileride üzerinde ciddi analizler yapılacak çalışmalara imza attı. Türk okulları, dünya ekonomisine entegre olan Türk ekonomisinin dışarıdaki insan kaynağını oluşturacak yeni nesillerin yetişmesini sağladı. Hangi ülkeye giderseniz gidiniz, patronu ile anlaşacak kadar Türkçe bilen, küresel ticaretin dili olan İngilizce'ye hâkim, ülkesinde saygın gençlerle karşılaşabilirsiniz. Bu, çok büyük bir proje. Özelleştirme gibi, bu proje de hiç aksamadan uygulandı. İktidarlar değişti ama proje kesintiye uğramadan gelişti. Bazen farklı görüntü verilse de devlet bütün kurumlarıyla projeye sahip çıktı.
Naim Süleymanoğlu operasyonu ile başlayan özgüven kazandırıcı çalışmalar sonucunda artık üzerimizdeki ölü toprağını attık. 250 yıldır maruz kaldığımız başarısızlık kompleksini yendik. Köylü idik şehirli olduk, tarımdan endüstriye ve küresel ticarete evrildik. TRT'nin yayın tekelinin kaldırılmasından sonra özel kanalların rekabeti sayesinde kültürel üretim artırıldı. İdeolojiler bu sürece renklerini veremiyorlar.
Kıbrıs Barış Harekatı'ndan sonra ülkemize uygulanan ambargo, kelimenin tam anlamıyla bizim için şok oldu. Müttefiklerimiz bizi satmıştı. 1984 yılında savunma sanayisi alanında önemli kararlar alındı. Modern ve profesyonel bir ordunun temelleri atıldı. Bu orduya gerçek mermilerle tatbikat yapacağı bir ortam gerekiyordu. Bunun için kontrolu bir gerginlik, özelliklede doğu ve güneydoğudaki feodal yapıyı değiştirecek radikal öngörüler ve eylemler gerekiyordu. Türkiye, dönüşüp küresel bir aktör olma yolunda ilerlerken ülkenin bir bölgesinin dönüşmeden kalması mümkün değildi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da özellikle köylerde, aşiret düzeyinde yaşayan Kürtler'in de dönüşmesi hayati önem taşıyordu. Aşiret yapısı daha önce toprak reformu yoluyla kırılmak istendi, ancak başarılamadı. Aşiret yapısının bozulması için bir güce ihtiyaç vardı. Ancak bu güç, devlet olmamalıydı. İlginçtir PKK, 1984 yılında, tam da bunu başarmak için yola çıktı.
PKK'ya rakip bütün örgütler bir el tarafından ortadan kaldırıldı. Örgütün baskısı ve terörle mücadele gerekçesiyle köyler boşaltıldı, boşalmak zorunda kaldı. Önce köyden şehre, sonra da Batı illerine göçen Kürtler, gerçek anlamda birliğin parçası hâline geldi. Bölgede ağalık düzeni çözüldü, Kürtler birey olmanın hazzını yaşamaya başladılar, önemli oranda modernleştiler, laikleştiler. Kadının konumu değişti. Bölge için tarih hızlandırıldı. Bu PKK’nın (farkında olmadan) tamamıyla devletin kontrolü altında olduğunu göstermektedir. Devlet'in bir kanadı Öcalan'a operasyon yapmayı düşünürken, birileri de onu uyarıyor ve koruyordu. Şu bilinmeli ki, PKK ve Kürt konusu üzerinden büyük bir oyun kuruldu. Gözden kaçırılmaması gereken en önemli husus, OSLO'da göze batan en büyük detay, DEVLETİN örgütü çok iyi tanıdığı ve takip ettiğiydi. Örgütün bütün DNA'larına sızıldığının fotoğrafıydı.
Dış politikadaki değişim ise sessizce gerçekleşti. Dışişleri Bakanlığı, TİKA, THY, Dış Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile birçok sivil kuruluş koordineli bir şekilde hareket etti. Çok ilginç bir şeydir ama somut bir örnek vermek gerekirse, bilindiği üzere CHP dış politikada farklı bir ses çıkarıyor. Esad'la arası iyi. Keza MHP’nin Türk Milliyetçiliği bağlamında Türk devlet ve topluluklarına bakışı ortada. Tüm bunlar çelişki gibi dursa da aslında, değil. Kendi içinde bir mantık örgüsü ve realitesi var. Çünkü büyük devletler bütün yumurtaları aynı sepete koymaz. Bu Türklerde Hunlardan daha da eski bir gelenektir. CHP de AK Parti'ye rağmen bir şey yaparken aslında beklide farkında olmadan Esad'la ilgili kulvarı dolduruyor. İletişimin kopmasını önlüyor.Çünkü Suriye uluslararası bir sorun. CHP farkında olmadan AK Parti'ye muhalefet yapayım derken bir OTOYOL kuruyor ve Ankara'nın bir kazaya kurban gitmesini önlüyor. Aynı şeyler diğer uluslararası sorunlarda MHP içinde söylenebilir.
Ordunun modernleşmesi tamamlandı, kadroları yenilendi. Özelleştirmede sona yaklaşıldı, 1-2 yıllık bir sürede biter. Küresel ekonomiye entegrasyon tamamlandı. Kürtler bölünmez, bütünün ayrılamaz bir parçası. Artık PKK'da sona gelindi. Özelleştirilecek son maden olan "bor"un özelleştirilmesi ile PKK'nın bitişinin aynı zamana denk gelmesi tesadüf olamaz. Çünkü PKK da biliyorki yeni oluşan yapıda rolünü tamamladı, kendi mantığıyla yeni süreçte, oyuna dahil olmaya çalışıyor. Direnirse onu vahşi bir yıkım bekliyor.
Türk okulları, dünya çapında pik noktasına ulaştı, artık başka bir yapıya devredilme zamanı geldi. Yarı devlet yarı özel bir vakıf, bu iş için yeterli. Türk protestanlığı da (belki bu ismi kullanmak tepki çekebilir, ama son 40 yılda yaşanan aslında tam anlamıyla bu) toplum ve örgütlü dinî yapılar tarafından benimsendi. Cemaate ihtiyaç kalmadı. Kurslar kapanıp okullar devredildikten sonra Cemaat dinlenmeye çekilecek demektir. Eğer söz konusu yapı içinde başta lider olarak seçilen yada atanan şahıslar direnirse, o şahıslara ve tabanına çok vahşi operasyonlar yapılacak. Bu konuda hiçbir şansları yok.
Türkiye dönüşürken, değişirken başka bir şey olmuyor, birliğini güçlendirip ulus devlet olarak varlığını kökleştiriyor. 1970'li yılların ideolojik kutupları kayboldu, "İslami ekonomi" gibi küresel entegrasyonu tehdit eden tezleri duymuyoruz. Siyasi, ekonomik ve sosyal çatışma alanları azaldı, keskinlikler giderildi.
Millete rağmen, milletin renklerine rağmen bir şey yapılmıyor. Başı kapalı kızlar üniversitelere girdi de, binalar yerle bir mi oldu. Asker, teğmenin başı kapalı annesini yemin törenine almazken, şehit olan teğmenin; başı kapalı annesinin elini öpmesinden doğan çelişkiyi bitirdi. Ama bir günde değil. Ağrı'daki son çatışmaya bakın. Ordu oradaki vatandaşlara teşekkür etti. Değişim ve dönüşüm çok net. Peki son yıllarda yaşanan ordu kaynaklı davalar (Ergenekon balyoz vs..) devlet mantığıyla oluşturulmuş, kısmen de olsa amacı dışına çıkan davaların içinde, darbecilerde vardı. Ama masumlar çoktu. Bu dönemde yeri olmayan ve bizi küçülten ideolojinin terk edilmesi gerekiyordu. En çok bu işe yaradı. Devlette herkes kendi kulvarına çekildi.
Bundan sonraki aşamada ise, şu yada bu şekilde konjoktürün getirdiği siyasi parti dernek cemaat vb… kuruluşların, Türkiye’yi yukarıdaki aşamalara gelmesini konjonktür gereği ihtiyaç duyulan, hatta yaptıkları tüm etik dışı uygulamalara rağmen, yukarıda belirtilen stratejik ve taktik hedefler gereğince göz yumulan, bundan sonraki sürede görevlerini ifa etmeleri nedeniyle, tasfiye edilmesine sıra gelecektir. Bu süreçte özellikle son on iki yıldır ihmal edilen, hukuk devleti ve devletin güvenilirliği yeniden tesis edilecek, yukarıdaki süreçte yaşanan ve göz yumulan tüm yolsuzluk ve hukuk dışılıkların hesabı sorulacaktır. Bu belki çok çabuk olmayacak belki bir veya iki seçim dönemi alabilecektir. Ancak yapanında yanına kalmayacaktır. Bu açıdan Türkiye’nin yeni bir merhaleye girdiği görülmekte, özellikle önümüzdeki seçim sürecinin bu aşamanın ilk başlangıcı olacağı düşünülmektedir.
Daha sonra ise Türk Devleti kuruluşundaki ve tarihindeki asli felsefeye dönecek, bu amaçla şu anda ön görülemeyen, belki yeni bir siyasi oluşum, beklide mevcut bazı siyasi partilerin tüm kadrosunu yeniden düzenleyecek oluşumlarla, tarihte yeni bir sayfa açılacaktır.