İnsanın, kendisini yenileyebilmesi, bilgisini artırıp yaşadığı topluma bir şeyler sunabilmesi için kitap okuması şarttır. Bu bakımdan; bilhassa belli bir yaşa gelmiş ve tecrübe kazanmış kişilerin, çocuklarımızı ve gençlerimizi okumaya teşvik etmeleri gerekir.
Bu teşvik; onların zevklerine ve meşgul oldukları meslekî temayüllerine de uygun olabilmelidir. Her insan, okumayı bir ihtiyaç olarak görebilmelidir.
“DEDE KORKUT KİTABI”
Prof. Dr. Muharrem Ergin, esere yazdığı ÖN SÖZ’de şöyle diyor: “Türk edebiyatı tarihinin en büyük âlimi Prof. Fuat Köprülü’nün, derslerinde söylediği bir söz vardır: Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkutu öbür gözüne koysanız, yine Dede Korkut ağır basar.”
Dede Korkut hikâyeleri, Türk edebiyatında bu kadar önemli bir yer tuttuğuna göre, dünya edebiyatlarının da en önde gelenlerindendir.
Biz; Dede Korkut’u bu gözle okuyup tahlil edip tanıtabilmeliyiz. Prof. Dr. Ergin: “Dede Korkut tam destan değildir. Yarı manzum, yarı mensurdur. Yani biraz halk hikâyelerine benzer” der.
Dede Korkut; Oğuz’un akıl hocası’dır. Bilgesi’dir. Dede Korkut’taki her hikâye, başlıbaşına bir ibreti işâret eder. Türklerin hayat tarzlarını anlatır. Türk’ün aşkı, merhameti, cesâreti, yiğitliği ve hoşgörüsü bir an’ane olarak onlarda vücût bulur.
Dede Korkut Kitabı’nın meydana getiren 12 hikâye başlığı şöyledir:
“1. Dirse Han oğlu Boğaç Han destanı; 2. Salur Kazanın evinin yağmalandığı destan; 3. Kam Pürenin oğlu Bamsı Beyrek destanı; 4. Kazan Bey oğlu Uruz Beyin esir olduğu destan; 5. Duha Koca oğlu Deli Dumrul destanı; 6. Kanglı Koca oğlu Kan Turalı destanı; 7. Kazılık Koca oğlu Yigenek destanı; 8. Basatın Tepegözü öldürdüğü destan; 9. Begil oğlu Emrenin destanı; 10. Uşun Koca oğlu Segrek destanı; 11. Salur Kazan esir olup oğlu Uruzun çıkardığı destan; 12. İç Oğuza Dış Oğuzun âsi olup Beyreğin öldürüldüğü destan.”
“SANAT-EDEBİYAT-TENKİT”
Peyami Safa’nın denemelerinin bir bölümünün toplandığı eseridir. Çok sınırlı bir tahsil imkânı bulmasına rağmen, Türk fikir hayatında romandan, F(ı)ransızca G(ı)ramer kitabına kadar, çok sayıda ve üst seviyeli eserlere imza atan Peyami Safa, bu eserinde de, şiir, roman ve diğer sanat dallarıyla ilgili görüşlerini de ifade eder.
Sâdece Türk edebiyatına değil, dünya edebiyatlarının her sahasına de nüfûz edebilen yazar, yaptığı tahlillerle, her türün sanatseverlerine ve mensuplarına ışık tutarak yol açıcı olur.
Eser, altı ana başlıktan meydana gelir. Bunlar: Sanat-Edebiyat, Üslûp, Edebiyat Çığırları, Roman, Şiir, Tenkit’tir.
1939 yılında yazdığı “San’atın Vatanı” başlıklı makalesi, günümüzde de hâlâ üzerinde düşünülen bir mes’eleye ışık tutmakta, çözüm getirmektedir:
“Amasya elmasının, Yafa portakalının, Brezilya kahvesinin bile, yetişmek için tabiattan istedikleri toprak ve iklim hususîlikleri içinde birer vatanı olduğu halde, lisan gibi, tarih ve an’ane gibi yüzde yüz millî şartların mihrakı ortasından fırlayan san’atkâr, muhitine hiçbir tesir borçlu olmayan, köksüz ve topraksız bir semâvî tayf, san’at da yerini, yurdunu, ikametgâh tezkiresini kaybetmiş, hududdan hududa sürülen bir serseri heyecan mıdır?
(...) Milletlerarası bir kıymet olmak, san’atkârın içinden çıktığı milleti tarihten ve içinden çıktığı memleketi coğrafyadan silmez, bilâkis, şerefi kadar büyük bir sarahatle daha fazla göz önüne koyar. San’ata gelince, o, Yafa portakalından veya Brezilya kahvesinden daha millîdir, çünkü üstünde yalnız toprağın, güneşin, iklimin değil, bütün bir millî tarihin ve millî an’anenin tohumu, ışığı, rahmeti var.”
Peyami Safa, mutlaka okunması gereken büyük bir yazardır. Çünkü...
Dâvâsı da, bilgisi de, ülküsü de, ilkesi de vardır!..