Ramazan-ı şerîf, bizim, ibâdet, yardımlaşma, huzur ve sükûn ay’ımızdır. Her zaman olmamız gerekenden çok daha fazla itinâ gösterdiğimiz, gönüllerin şenlendiği, tevâzûnun, müsamahanın ve kadirşinaslığın öne çıktığı/çıkarıldığı aydır.
Ocak ayı doğumlu olduğum için, bu yılki, benim ‘yetmiş sekizinci’ ramazanım oluyor...İkinci Cihân Harbi’nin yâni kıtlık yıllarının çocuğu olmam sebebiyle, o yıllarda, mısır koçanını öğüterek onun unundan bana mama yapıldığını ancak rahmetli annemin söylediklerinden bilebiliyorum.
Şuna da inanıyorum ki, televizyonlardaki bâzı manzaraları gördükçe, hâlâ bu hâlleri yaşayanlara da şahit olmaktan üzülmenin ötesinde, utanıyorum.
Temel hususiyetler aynı olmakla birlikte; herkesin, tek başına, ve her şehrin de kendine mahsus özellikleri dolayısiyle ramazan karşılamaları vardır. Bu; İstanbul’da farklı, T(ı)rabzon’da, Samsun’da farklı, Erzurum’da, Diyarbakır’da farklı, Manisa, İzmir’de farklıdır.
Öyle şehirlerimiz vardır ki, Ramazan ayında, değil bir açık lokanta bulmak, sokaklarında bile bir şey yiyene rastlamanız mümkün değildir. Ramazan orucunu tutamasa bile, halk, birbirine o kadar saygılıdır ki, aman, oruçlu biri beni görür de imrenir, rencîde olur düşüncesi hâkimdir.
Bu kültürü yaşadığımız ve yaşattığımız sürece de, Türk milleti olarak, başımız her zaman dimdik olmuştur.
Şimdi, 2020 yılı îtibâriyle, çok farklı bir ramazan yaşıyoruz...11 Mart îtibâriyle, çocuk, genç, ihtiyar...bütün Türkiye ve bütün dünyâ, büyük bir tehlike altında ve bir virüsle savaş hâlindedir.
Maskesiz, fizikî mesâfesiz sokağa çıkmak mümkün olamamaktadır. 11 Mart- 12 Mayıs târihleri arasında, koronavirüsten kaybettiğimiz vatandaş sayısı 3.894’dü bulmuştur. Bu rakam, dünya geneli için 290 bini aşmıştır.
Yâni, insanlık âlemi, târihte ender rastlanan büyük bir felâketle karşı karşıyadır. Bu felâket, ramazan ayına rastlamış, câmilerimiz mahzûn, insanlarımızın gönlü buruk kalmıştır.
Hayırsever eller, mümkün olduğunca fakîrlere uzanmaya çalışmaktadır. Öyle ki, bu koronavirüs âfeti, birçok iş sâhibini de işsiz bırakmıştır. Çok sayıda âile, koronavirüsle mücâdele ederken, evine ekmek getirebilmenin de büyük mücâdelesini vermektedir.
Bugünlerde, fırınlarda pide için sıraya girmek yok, sâhillerde, parklarda gezebilmek yok, vitrinleri seyir, açık-kapalı s(ı)por sahalarında koşuşturmak, asmaaltı sohbetleri yok...İftar sonraları çay muhabbetleri bile, bu kısacık dönemin hasret çekilenlerindendir...
Elbette, bugünler de geçecektir!..Allah’a sığınıp, ilme sarılıp, çok çalışmamız şarttır...Allah, ağızımız tadını, gönlümüzün huzurunu bozmasın!..
Bu vesîleyle, 2000 yılında, Türk Edebiyatı Dergisi’nde yayınlanan “Ramazânnâme” başlıklı şiirimle, bu günlerin mânevî havasını birlikte soluyalım istiyorum:
RAMAZANNAME
Muhabbet deryâsının aşk lezzeti sende var;
Aşkın hakikatinin muhabbeti sende var.
Tutuştu mu gönüller bir kez o kıvılcımla;
Saâdetin özünün bereketi sende var.
Bütün coşan gönüller meşakkatten âzâde...
Gün olur elbet dolar ömre biçilen vâde.
Huzura yürünüyor; her şey Rabb'e âmâde;
On bir ayın şahlanan fazîleti sende var.
Nûrunla kalbler doldu; bulutlar aralandı.
Milyonlar saf saf oldu; ardarda sıralandı;
Sevdâ yüklü kâinat seninle tuğralandı;
Ebedî yolculuğun saâdeti sende var.
Dupduru bir pınarın suyuyla yunmak güzel;
Köşkünden pırıltılar, aşk ile, sunmak güzel.
İlâhîlerle gönle bir kez dokunmak güzel;
Sevginin çağıl çağıl zarâfeti sende var.
Her kışın baharı var, gönlün baharı sensin;
Güzelliğin, çehrede, gerçek ayârı sensin.
İftar sofralarında sabrımın yârı sensin;
Benliğimin hoşgörü hürriyeti sende var.
Câmiler; mahzûn, buruk sînelerin yunağı;
Sevdâ yüklü kalblerin en emîn barınağı.
Ezân nidâlarıyla kucaklayan her çağı;
Şefkatteki tevâzû azameti sende var.
Gece-gündüz her ânın şükürlerle donanır;
Kâinat, sabahları, binbir hazla uyanır.
Cân, cânanın aşkına bilmem nasıl dayanır;
Evliyâ nefesinin her hikmeti sende var.
Harâbeler içinde, gözler, ziyâ'nı arar;
Garipler, bîçâreler, sende mizânı arar.
Tövbenin sırlarında ân ân mânânı arar;
Anne hissiyâtının merhâmeti sende var.
Dünyaya râm olamam, mevti dost edinemem;
Çok korkarım, mahveder, beni, kibrim-debdebem.
Çünkü âciz nefsimle çetindir mücâdelem;
Dertlerin merheminin inâyeti sende var.
Ne kadar güzelsin ki,ayların sultânısın;
Ümit üzre olanın cânısın-cânanısın.
Titreyen dudaklara,hükümdâr irfânısın;
Sabah ezân vaktinin sükûneti sende var.
Minâreler parıldar nazlı bir ihtişâmla;
Su akar, çiçek açar, yeni yeni ikrâmla.
Yıldızlar göz kırparlar asîl bir ihtirâmla;
Bülbülün, kurdun-kuşun, cemaâti sende var.
Kuru kuru dudaklar, tiril tiril parmaklar...
Seninle cân bulurlar...Gürül gürül ırmaklar!
Bu ırmakta çimenler, ne kadar temiz-paklar;
Mânevî kâinatın tüm serveti sende var.
Sözü güzel diyene, Hakk da yâr olur, inan!
Ona karşı koyana, her şey nâr olur, inan!
Seninle olmayana, dünya dar olur, inan!
İki cihân mülkünün emâneti sende var.
Bu yolda âşık durmaz; âşık olan yorulmaz!
Bilinir ki; ummânlar, bulanmadan durulmaz!
Bataklık arazide sağlam bina kurulmaz;
Tevhîdde aşk devleti, asâleti sende var!