Akşam ezanı okunalı 7-8 dakika olmuştu. Yol kenarında bir caminin önüne yaklaştım.
Farza yetiştim.
Pek çok ilçemizde göremeyeceğimiz büyüklükte bir köy cami… İmam ve bir kişi var. Sonradan anladım ki o da yolcu benim gibi.
İmam değil sanki sorgu meleği… Ezelden beri hoşlanmam böyle tiplerden.
Benzerlerini çok görmüşsünüzdür bu köhne akıllıların. Fikirlerden çok olay ve kişileri tartışırlar. Sorar sorgularlar: “Kimsin, kimlerdensin, memleket nere, nereden gelip nereye gidiyorsun, evli misin, kaç çocuk var, ne iş yapıyorlar, araba senin mi, nerede oturuyorsun, neresinde…” aklınıza ne gelirse…
Namazın dışında vakit geçireceği bir iş tutmaz çokları. Okuyup kendini geliştirme çabaları da yoktur. (Bal gibi ticaret erbabı olanlar, müteahhitlik yapanlar hariç). Etrafta kimin nesi var, nesi yok, bunlar bilirler. Kimin evinde ne pişti, kimin kızı, kiminle kaçtı, falanca o evi kaça aldı… sorar sorgular öğrenirler.
Namaz bitimi aynı sorgudan geçtim… Kendimi tanıtınca:
-Belediye başkanımız da sizin damadınız, dedi.
-Öyleymiş, deyince diklendi:
-Nasıl yani, tanımıyor musun?
Anladım ki Türkçe bilmiyor. “Öyleymiş” demek yeni öğrendim demektir aslında, ama o pirelendi bir kere, ben de pireyi zıplatmak istedim:
-Pek makbul sayılmaz, dedim, demez olaydım…
-Namazını kılar, kumar oynamaz, içki içmez… dedi ki iyi insanın tek özelliği bu olmalı ona göre.
Bana ne namazından, içkisinden, adaletli mi değil mi ben ona bakarım ama bunu diyemedim. Yaşlı başlı adam, acelem var, bir an önce çıkmak istiyorum.
-Boş ver, o kadar zamanım yok, dediysem de ısrar edince:
-Kul hakkı var üzerinde, dedim. Bir değişik tavır sardı namaz memuru abimizi…
-Biz falancanın oğluyuz, babamız bizi dini terbiye ile yetiştirdi. Sen şimdi tutmuş benim gardaşıma “hırsız” diyorsun…
Ben bu namaz memuruna ne diyeyim şimdi?...
İnsanın bildiği ilk aklına gelendir. Üzerinde kul hakkı olması için hırsız olunması gerektiği ilk akılına gelen oldu. Üzülerek söyleyeyim ki anlamakta güçlük çektim…
Belediye başkanıdır, herkes icraatlarını görüyor… Karar makamıdır, paylaştırma makamıdır.
Birisinin malını zorla götürmesi mi gerekiyor kul hakkı yemesi için?...
“Namaz memurluğu” için ideal bir adam. Cemaat yok, herkesin yerine o kılıyor. Köylerde her mahallede bir cami var ama imam tek başına namaz kılıyor. O yaştaki birisinin akşam ve sabah namazını birlikte kılacağı bir akranı, arkadaşı olmaz mı?...
İktidar partisinin “Kul Hakkı” gaspını bildiğim için, başkanı o sınıfa sokmadan daha önce bildiğimiz icraatları var elbet, bu yüzden:
-Allah her iki cihanda da sevdiklerinden ve sevenlerinden ayırmasın, deyince ezberlediği bir hadis’i hatırlattı:
-Evet, haklısınız… Kişi sevdiğiyle beraber haşır olacaktır.
“Amin, amin, amin…” dedim yürekten, çıktım.
İslam’ın beş şartı varmış gibi anlatıyorlar bu namaz memurları. Ara sıra ana baba hakkı…
Cennet’e gitmeyi namaz ve oruca indirgeyecekler neredeyse.
Haram, helâl, kul hakkı, cihat, iyiliği emredip kötülükten sakındırma, komşuluk ilişkileri, ahde vefa, haset, yalan ve riyadan kaçınma, ilim öğrenmek ve öğretmek, kısaca "takva" İslam’ın şartlarından değil midir?
Şehitlik konusunu işlerken Bedir’den, Uhud’dan beri gelemeyenler, doğruluğun, cömertliğin, Hakk’a teslimiyetin sınırlarını Asr-ı Saadet’te sabitleyenler günümüzün münevveri olamazlar. Hoca olamazlar…
Hayır işlerinde elleri ceplerinden metrelerce uzakta durup sadece “ hayra vesile olanlar”, “yaptığınız ve yapacağınız hayırları Allah kabul etsin” şeklinde dua edip kendisini kenara çekenler imamlık maaşı alan namaz memurlarıdır.
(Not: Saygı duyulası din görevlilerimizi hayırla anmamak onlara iftira atmaktır.)