Teknolojinin sür’atli ilerlemesi, insanları mes’ut etmiyor. Huzurdaki tekâmül, iç bünyeyle alâkalı olduğu için, dıştan gelen göstermelik tavırlara aldanıyor ve saâdeti başka mecrâlarda arıyoruz. Halbuki, saâdet denilen şey, tamâmen bizim içimizdedir. Tabiî ki, onu istiyorsak!
Bu da demektir ki; teknolojinin getirdiği nimetler ayrı bir şey, saâdet ve huzur ayrı şeylerdir. Yoksa; telefonun, televizyonun, bilgisayarın ve her türlü hizmet vasıtasının geliştiği ve gelişmeye devam ettiği bu dünyâda, huzur ve sükûn, birdenbire olmasa bile, tedrîcen hedefine ulaşır, bugünkü hâliylehiçbir kavgaya da muhatap olmazdık.
Halbuki, durum hiç de böyle değil hattâ tamâmen tersidir. Burada durup, hep berâber : “ Niçin?” diye sormamız gerekmez mi? Bunun sebeplerini araştırmak için ilmî teşhis, tesbit ve tahliller yapmaya niçin ihtiyaç duyulmaz? “ İctimâiyyât ” ilmi ile, onu destekleyen diğer ilimler ne için vardırlar? Demek , gerekmiyor ki, hiç kimse böyle bir soru sormuyor!
Tâbiri câizse, günümüzde,ortalı
O hâlde, çâre nedir ve nerededir? Yüce Allah, Kurân-ı Kerîm’de, Kâinatın Efendisi’ne şöyle buyuruyor: “ ( Ya Muhammed) Rabb’inin yoluna; hikmetle, güzel söz (nasihat) ile dâvet et.” ( Nahl, 125 ). Ve bir başka âyette de, Peygamber Efendimiz nezdinde, insanoğluna şöyle buyurulmaktadır: “ Sana emredildiği gibi dosdoğru ol.” (Hûd, 112)
İnsan, hem “ eşref-i mahlûkat” ve hem de “ en güzel biçimde yaratılan” ( Et-Tîn, 4)dır. O; dâimâ sözde ve tavırda güzelliklere lâyıktır. Ancak; başta kendisi, “ doğruluk ve güzellik” üzerinde bulunmalı ve yürümelidir. Bu hususta, örnek alacağı tek “numûne”, Hadîs-i Kutsî’de de ifade edilen: “ Sen olmasaydın, sen olmasaydın bu âlemi yaratmazdım.” buyurulan, Sevgili Peygamberimiz’in mübârek sözleri ve hareket tarzlarıdır. Ve elbette ki, bu cümleden hareketle, O’na tâbi olmaktır. DEVAMI