Türkiye’de ve dünyâda, hakkında en çok konuşulan ve tartışılan hususlardan biri de kültür’dür. Bizde, bunu, ilk olarak, Ziya Gökalp, “hars” kelimesiyle ifade etmiş, daha sonraları “kültür” olarak yaygınlaşmış fakat bunun yerine bir de, “ekin” kelimesi uydurularak karmaşa başlamasına/başlatılmasına rağmen, “hars” ve “ekin” tutmamış, “kültür” kelimesi esas alınarak târîf, tahlil ve açıklamalara girişilmiştir.
Ziya Gökalp’a göre: “Hars, yalnız bir milletin dinî, ahlâkî, hukukî, mukavelevî, bediî, iktisadî ve fennî hayatlarının ahenkdâr bir mecmuasıdır.” (Bknz. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Toker Yayınları, İstanbul 1974, Sf.28)
S. Ahmet Arvasî, bu târîfe itiraz ederek şöyle der: “Ziya Gökalp’e göre kültür -ki o, “hars” tâbirini kullanır- “mânevî”, medeniyet “maddî” içtimaî değerleri ifade eder. Meselâ, ona göre “dil” bir kültür değeridir de maddî ve teknik yönleri ile “mühendislik” bir medeniyet değeri itibar edilebilir. İşte, bu noktada kafama takılan birkaç şüphe: Gerçekten de bütün kültür değerleri “mânevî” midir? Maddî kültür değerleri yok mudur? Meselâ, Türk’ün bağlaması, halısı, kilimi, sofrası, ev döşemesi, inşaat tipi ve mîmârîsi...maddî olmakla birlikte, “millî kültürü” ifade etmemekte midir? Öte yandan, medeniyet, sırf maddî ve teknik yönleri içine alan bir tâbir ise, medeniyetlerin mânevî değerleri de yok mudur? Bir milletin dini, dili, töresi ve zevkleri ile medeniyet arasında irtibat olmaz mı?” (Bknz. S. Ahmet Arvasî, Size Sesleniyorum, Model Yayınları, İstanbul 1989, Sf. 217)
Görüldüğü gibi, bahis çok geniştir. Düşündükçe, genişleyebilecek ve tartışılabilecek bir konudur.
Sâmiha Ayverdi, bir başka hususa dikkat çekerek şöyle der:
“Mevlâna ve Yunus, on üçüncü asır gibi bir felâket devrini, yorulmaz ve tükenmez şevkleri ve azimleri ile nasıl mayalamışlardı? Körü, topalı, zayıfı, âcizi sevip sînelerine çekmiş ve merkezleri etrafında toplamışlardı. Şunu unutmamalıyız ki kültür ve îmân mihrakları, merkezden muhite genişleyip yayılmak istidadı gösterdikleri nisbette gerçek terbiyenin ölçüleri demektir.” (Bknz. Sâmiha Ayverdi, Millî Kültür Mes’eleleri ve Maârif Dâvâmız, Kültür Bakanlığı Yayınları, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1976, Sf. 91)
Görüldüğü gibi, Sâmiha Ayverdi de, mes’eleye sâdece mânevî cepheden bakmakta ve “kültür ve îman mihrakları” olarak nitelendirdiği hususu, “merkezden muhite” yâni millî’den mahallî’ye “genişleme”/açılma/yayılma olarak ele almakta, onu, bir maârif vâsıtası yaparak “terbiye”nin de ana unsuru ve hedefi görmektedir.
Biz, burada, kültür medeniyet ayrımı veya tartışması üzerinde durmuyoruz. Sâdece, belli birkaç kaynağa bağlı olarak, kültür hakkındaki ince farklılıkları ve benzerlikleri sunmakla iktifâ ediyoruz.
Meselâ; büyük sosyologlarımızdan biri olan Prof. Dr. Mümtaz Turhan da toparlayıcı ve geniş muhtevâlı bir târif yaparak şöyle der:
“Kültür; bir cemiyetin sahip olduğu maddî ve mânevî kıymetlerden teşekkül eden öyle bir bütündür ki, cemiyet içinde mevcut her nevi bilgiyi, alâkaları, itiyatları, kıymet ölçülerini, umumî atitüt, görüş ve zihniyet ile her nevi davranış şekillerini içine alır. Bütün bunlar birlikte, o cemiyet mensuplarının ekserisinde müşterek olan ve onu, diğer cemiyetlerden ayırt eden hususî bir hayat tarzı temin eder.” (Bknz. Prof. Dr. Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1972, Sf. 56)
Mümtaz Turhan Hoca’nın “maddî ve mânevî kıymetler” sözüne dikkat etmek gerekir. Tabiî ki; çok önemli bir husus olan, “onu, diğer cemiyetlerden ayırt eden hususî bir hayat tarzı” ifadesi de çok mühim ve belki de en önde gelen bir husustur.
Çünkü, kültür; maddî ve mânevî yapı bütünlüğü müşterek olan cemiyetlerin hususiyeti’dir. “Ayırt edici” vasıf, kültürlerarası farklılıkları gösterir. Bir Fars, bir F(ı)ransız, bir Arap, Amerikan, İngiliz, Çin veya Rus kültürüyle, Türk kültürü arasında uçurumlar denecek kadar farklılıklar olduğu âşikârdır...
Elbette ki, sâdece bizimle değil; bu saydıklarımızın birbirleri arasındaki kültür farklılıkları da aynı derecede âşikârdır.
İsmâil Hâmi Dânişmend ise, S. Ahmet Arvasî ve Mümtaz Turhan’a yakın bir görüştedir:
“Culture=Kültür demek, cemiyet hayatının maddî ve mânevî tezahürlerinin mecmuu demektir: Âdet, an’ane, itikat, kıyafet, mimarî, aile hukuku, cemiyet teşkilâtı, sanat, askerlik vesaire gibi şeylerin mecmuu bir kavmin “kültür”ü sayılır. İşte bu bakımdan dünya bir takım “Cycles culturels= Kültür dairelerine ayrılmaktadır.” (Bknz. İsmâil Hâmi Dânişmend, Türklük Meseleleri, İstanbul Kitabevi Yayınları, İstanbul 1966, Sf. 149)
S. Ahmet Arvasî, bunu, “Kültürün Millî Özelliği” başlıklı yazısında şöyle ifade eder: “Dünyamız, millî kültür dairelerine ayrılmıştır ve her kültürün yayıldığı bir coğrafya sahası vardır.” (Bknz. Arvasî, a.,g.,e., Sf. 225)
Kültür; bir milletin, târihten, yaşanan zamana taşıdığı, içtimaî, ırkî, an’anevî, âilevî, mîmârî, askerî, dînî ve lisânî kıymetlerinin bütünüdür. Bunda; maddî ve mânevî her türlü elemanlar/unsurlar bulunur. Ancak; bu ‘elemanlar’, ‘öz aynı kalmak şartıyla’, zaman içersinde, değişime ve gelişime uğrayarak yaşarlar.
“Öz’, kaynaktan îtibâren değişmeyen maya’dır. Bu ‘öz’ün, bizim cihetimizden kavranabilmesi için, “Gök-Türk/Kök-Türk/Orhun Kitâbeleri”nin dikkatlice okunması/okutturulması, tahlil edilmesi/ettirilmesi ve bundan hareketle, mâzîye/ondan öncelerine ve istikbâle doğru, bir temel teşkil ederek, bütün bu maddî ve mânevî kültür değerlerimizin neler olduğunun öğrenilmesi şarttır.
ÇAĞRI DERGİSİ, SAYI: 734, Ocak 2021, sf. 6-7