Târih boyunca, ilâhiyatçılar, felsefeciler, edebiyatçılar , içtimâîyatçılar ve diğer fikir adamları "akıl" üzerinde fikir yürütmüşler; bir kısmı, "akıl"ı, kendiyle yâni "akıl" ile ifadeye , bir başka kısmı da, "akıl"ın da bir mahlûk olduğunu ve ona, onu yaratanın verdiği değerlerle bakmak gerektiğine îmân etmiş ve îzâhı buna göre yapmaya çalışmıştır.
Böylece; akıl, târihin her döneminde, dâimâ , üzerinde düşünülen bir kavram olmuştur. Ona, bilhassa, kendini , kendisiyle tahlile tâbi tutturanlar, onun azlığı çokluğu hakkında zaman zaman telâşa düşmüşler; doğrularını veya yanlışlarını ve her türlü değer hükümlerini onunla ayârlamaya kalkışanların bâzıları da sapkınlık içinde dalâlete sürüklenmişlerdir.
Şüphesiz ki, mevzûmuz icâbı, ilk önce aklın târifi ve ne olduğu üzerinde durmamız gerekecektir.
Akıl; sözlük mânâsıyla şöyle târif bulmaktadır: " i. A. (c. ukûl) 1. Düşünme ve anlama hassası, insana mahsus olan, şahıslarda çeşitli derecelerde bulunan, mânevî kuvvet ki, ruh gibi, halli müşkül bir muamma ve tamamıyle anlaşılması imkânsız bir sırdır. " (1)
" Ar. akl, 1. Düşünme, anlama, kavrama ve davranışlarını ayarlama melekesi, us " (2)
" Akl, bir (Kuvve-i derrâke) dir. Ya'ni anlayıcı bir kuvvettir. Hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, fâideliyi zararlıdan ayırd etmek için yaratılmıştır. Bunun için, hakkı bâtıl ile karışdırabilecek olan insanda, cinde ve meleklerde akıl yaratılmıştır. Allahü teâlânın kendisine ve O'na âid bilgilerde, hakkın bâtıl ile karışdırılması olamıyacağından, o bilgilerde, akl yalnız başına sened olamaz. Mühlûklara âid bilgilerde, hakkı bâtıl ile karışdırmak mümkin olduğundan, kullar arasındaki bilgilerde aklın işe karışması doğru olur. Allahü teâlâya âid bilgilerde hakkı bâtıl ile karışdırmak isti'dâdı olmadığından, akl, o bilgilerde yürüyemez. Rubûbiyet, yaratıcılık, her bakımdan bir olmak ister. Orada, ayrılık, gayrılık olamaz. Bundan dolayı, orada aklın işi yokdur.
Akl, bir ölçü âletidir. Allahü teâlâya âid bilgilerde, kıyâs (ölçmek) olamaz. Mahlûklara âid bilgilerde, kıyâs olup, doğru kıyâs etdi ise sevâb kazanır. Yanlış kıyâs etdi ise afv olur. Allahü teâlâya âid bilgilerde kıyâs olsa, şâhid ile gâibe istidlâl (bilinmiyeni , bilinene benzeterek anlamağa çalışmak) lâzım olur. Ya'nî, anlaşılmıyan şeyleri, bilinen şeyler gibi sanmak olur. Akl ve ilim adamlarının hepsi, şâhidden gâibe istidlâlin bozuk bir yol olduğunu, söz birliği ile bildirmekdedir. Akl, yalnız, Allahü teâlânın varlığını isbât etmekde biraz iş görür. Bu bilgi, derin ve güçdür. Önce, aklın müşekkik mi, mütevâtî mi olduğunu anlayalım:
(Mütevâtî ) ne demektir? Mütevâtî, bir cins içinde bulunan ferdlerin hepsinde müsâvî mikdârda bulunan sıfat demektir. İnsanlık ve hayvanlık sıfatları gibi. İnsanlık, en yüksek insan ile en aşağı bir insanda müsâvîdir. Meselâ, bir Peygamberin "sallallahü aleyhi ve sellem" ve bir kâfirin insanlığı müsâvîdir. İnsanlık, Nebîde dahâ çok, dahâ kuvvetli değildir. Bir Nebînin insanlığı ile bir kâfirin insanlığı arasında fark yokdur. Cemşid gibi büyük bir pâdişâh ile, bir köy çobanının insanlığı aynıdır. Ya'nî, Cemşiddeki insanlık, çobandaki insanlıkdan üstün değildir. İnsanlık bakımından ikisi de aynıdır.
(Müşekkik) - Bir cins içindeki ferdlerin hepsinde müsâvî mikdârda bulunmıyan sıfatdır. İlm gibi. İlm, âlimlerin ba'zısında çok, ba'zısında azdır. Büyük bir fen adamı da olan bir islâm âliminin ilmi, bir köy hocasındaki ilmden elbette dahâ çokdur ve dahâ geniş, dahâ parlakdır. O hâlde, din bilgilerinde, hangi âlimin bilgisine güvenilir? Elbette, en büyük ve ilmi çok ve fen kollarında tedkîk ve tecrübe sâhibi olan âlimin ilmine dahâ çok güvenilir. Bunun üstünde, başka bir âlim bulunursa, ona i'timâd elbette dahâ çok olur.
Akl, insanlık gibi mütevâtî midir, yoksa ilm gibi müşekkik midir? Elbette müşekkikdir. Ya'nî, nev ' inin ferdlerinde müsâvî olarak bulunmaz. O hâlde, en yüksek akl ile en aşağı akl arasında binlerce dereceleri vardır. Şu hâlde, ( aklın kabûl edebileceği ) sözü nasıl doğru olabilir? Hem hangi akl, ya'nî kimin aklı, en çok aklı olan kimsenin mi, yoksa her akllı denen kimsenin mi?
Akl, başlıca iki kısımdır : (Selîm akl), (Sakîm akl). Bunların her ikisi de akdır. Tâm selîm akl, hiç yanılmaz, hatâ etmez. Pişmân olacak hiçbir hareketde bulunmaz. Düşündüğü şeylerde asla hatâ etmez. Hep doğru ve sonu iyi olan işlerde bulunur. Doğru düşünür ve doğru yolu bulur. İşleri hep doğrudur. Böyle akl, ancak Peygamberlerde "aleyhimüssalatü vesselâm" bulunur. Her başladıkları işde muvaffak olmuşlardır. Pişmân olacak, zarar görecek bir şey yapmamışlardır. Bunların aklına yakın, Eshâb-ı kirâmın, Tâbi'în ve Tebe-ı tâbi' înin, din imâmlarının "rıdvâhullahi aleyhim ecma'în" akllarıdır. Bunların aklları, ahkâm-ı şer'ıyyeye uygun akllardır. Onun için, bunların zemanında, islâmiyet genişledi. Müslimânlar çoğaldı. Târihi iyi anlayan, bunu pek iyi görür.
Sakîm akllar, bunların aksî, tam tersi olan akllardır. Düşündükleri şeylerde ve yapdıkları işlerde yanılır. Hepsi üzüntüye, pişmânlığa, zarara, sıkıntıya sebeb olur. " (3)
Demek ki, akıl; insanlarda, cinlerde ve meleklerde bulunur ve her insanda, eşit olarak bulunmaz. İnsanlarla hayvanları ayıran en büyük hususiyet de, insanda akıl bulunması, hayvanda ise, bulunmamasıdır.
Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri'nin Mesnevî adlı eserinde akıl mevzûnu incelemeye çalışırken, O'nun numûne aldığı mehazları mutlaka göz önünde bulundurmak mecbûriyetindeyiz.
O, bir rübâîsinde şöyle buyurur:
"Ben, sağ olduğum müddetçe Kur'ân'ın kölesiyim.
Muhammed Muhtâr 'ın ( s. a. v. ) yolunun tozuyum.
Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse,
Ben, ondan da bîzârım, o sözlerden de bîzârım. "
Bunun için ise; doğru i'tikâd, üzerinde düşünmek ve bulunmak gerekir. Bu da : "Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kur'ân-ı kerîm'den ve hadîs-i şerîfler'den ve Eshâb-ı kirâm'dan öğrendikleri, anladıkları i'tikâddır. Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerin ma'nâsını doğru anlıyan, doğru yolun âlimleridir. Bunlar da, Ehl-i sünnet vel-cemâ'at âlimleridir. Bunların anladığı, bildirdiği ma'nâlara uymıyan her şeye, akla, fikre, hayâle iyi gelse de ve tesavvuf yolunda keşf ve ilhâm ile anlaşılsa da, hiç kıymet verilmemelidir."(4)
Mâdemki "akıl" ; doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan ve insanları üzüntü'den, sıkıntı'dan ve pişmanlık'tan koruyan bir "ölçü" veya bir "kuvvet'tir, kefelerine de "merkez" olacak bir "ayâr" gereklidir. Çünkü o, "başlıbaşına" bir hüküm mercii değildir. Onsuz olunamayacağı gibi; tek başına, o da, her şeyi hâlledici olamamaktadır.
"Gerçekten de İslâm "Vahye" ve "Peygamber tebliğlerine" dayanmış olmakla birlikte "akla", "tefekküre" ve "araştırmaya" büyük değer verir. Yüce Kitabımız , "yerlerin ve göklerin yaradılışını" düşünmeyi" akıl sahiplerine " defaatle emreder. Şanlı Peygamberimiz: "Aklı olmayanın dini de olmaz" diye buyururken "takvâ sâhipleri " , büyük bir tefekkür ve cehd ile "taklidî iman" dan "tahkikî imana" ulaşmak için çırpınmayı vazife bilirler. İslâm'da "akıl" , vahyin sahasında at koşturamaz ve fakat onun aydınlığında yolunu bulabilir. Nitekim, "çağdaş ilim" dahi, aklın hiçbir zaman, "tecrübenin yerini tutamadığını ve ancak onunla birlikte işe yarar hâle geldiğini ispat etmiş bulunmaktadır. Bu noktadan hareketle diyoruz ki, İslâm'ın getirdiği hakikatleri, sırf mücerret akılla kavramak mümkün değildir ; akıl, İslâm'ı anlamak için "Vahyin aydınlığına", "mutasavvıfın aşkına " , kısaca "mistik tecrübeye" muhtaçtır. Kısaca, "akl-ı cüz" ( parça akıl ), "akl-ı külle" (âlemşümûl akla) muhtaçtır.
Bununla birlikte, "İslâm mütefekkirleri " düşünmeyi ve araştırmayı kolaylaştırmak için aklın bütün metod ve kanunlarını kullanmışlardır ve kullanmayı tavsiye etmişlerdir. Hattâ, dikkat edilirse , İmâm-ı Gazâlî (M. 1058-1111), müphem de olsa, "İslâm diyalektiğinin" temelleri atmıştır.
İmâm-ı Gazâlî, "Kimyâyı Saadetinde " , İslâm diyalektiğinin temelini şu bir tek cümle ile atar: "Mahlûk, Hâlık'ın anahtarıdır" . Yani biz Müslümanlar, "yaratıklara" bakarak "Yaradan'ı" keşfederiz. Mutasavvıflar, buna "eserde müessiri görmek" derler. " (5)
"Aklı tüketen ve onun son sınır taşına kadar uzanıp kayaya çarpanların muazzam düsturuna göre "Bu iş ne akılla olur, ne de akılsız..." Akıl, varken yok, yokken var bir keyfiyettir. Ve yine aklî bir zaruret olarak şart... Şu muhakkaktır ki, aklın akıl olması için evvelâ nefsini, zatını idrak etmesi, bu hususta bir his şemmesine mâlik bulunması bedihîdir. Aklın selâhiyetini tâyin, mutlaka kendisinin tam bir muayene, murakabe ve keşfiyle mümkündür. Bu selâhiyet, muayyen bir mesafe şeridi gibi, kendisinden uzak kalan bir âlemin kapısında nihayete erince, ona, yani akla, dışını inkâr değil, bilâkis tasdik gibi son ve ulvî bir idrak düşer. İdrakin imkânsızlığını anlayan bir idrak...Bu, aklın, kendi aczini müşahede yoliyle becerdiği öyle bir varıştır ki, onda, bir nevi, kendi nefsini de idrak ve ikmal kıymeti mevcuttur.
( ... ) İmam-ı Gazîlî diyor ki: "Aklı gerdim, gerdim, kopacak kadar gerdim, gördüm ki, o, sınırlıdır ve kendi kendisine varabileceği hiçbir nihayet noktası yoktur. Aklımı kaybedecek hâle geldim ve Allah Sevgilisinin ruh feyzine sığınıp her şeyi anladım ve kurtuldum. Peygamberlik tavrı aklın verâsıdır." İşte akıl!.." ( 6 )
"Akıl ve din" konusundaki tartışmalar yersizdir. Hayretle görüyoruz ki, bazıları "dini aklîleştirmeye" çalışırken, bazıları da "aklını dinleştirmeye" gayret etmektedirler. Bakınız, bu konuda İmam-ı Gazâlî, ne diyorlar: "Mantıkta, müsbet ve menfî cihetten dine taalluk eden bir şey yoktur. Mantık, delillerin, kıyasların usûlünü, bürhanın mukaddimelerinin şartlarını, bu mukaddimelerin nasıl tertib edileceğini, hadd-i sahih denilen tariflerin...şartlarını, bunun nasıl takip edileceğini, ilmin ya tasavvurdan (ki, tarif yolu ile öğrenilir) ya tasdikten (ki, bürhan yolu ile öğrenilir) ibaret olduğunu tetkik eder. Bunlarda inkâr edilmesi gereken bir cihet yoktur. " (Bknz. İmam-ı Gazali, El-Munkızu Min-Ad-Dalâl, H. Güngör, 1960, sf. 33)
İslâm, akıl ve mantığı nasıl inkâr edebilir ki, yüce ve mukaddes Kitabımız, birçok kerre "düşünmemizi " ve "akletmemizi " emretmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de, Müslümanlar şöyle tasvir edilir: "Onlar, ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken hep Allah'ı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yaradılışı hakkında inceden inceye düşünürler" ( Bknz: Kur'ân-ı Kerîm, Âl-i İmrân Sûresi, âyet: 191 ). Nitekim, "Ehl-i Sünnet Ve Cemaatin Reisi" büyük İmam Ebu Hanife Hazretleri, bu yüce emre uyarak İslâm düşmanlarına cevap vermek için "Kelâm" ilminin kurucusu olmak şerefini kazanmıştır.
Ancak, akıl, hem "hayra" , hem "şerre" âlet olabilecek bir vasıta durumundadır. Onu, insanın yücelmesi ve mutluluğu için kullanılmasını bilmek gerekir. İslâm, insanı, Allah'a, hakka, hakikata, güzele, doğruya, iyiye, adâlete, tevhide ve sonsuzluğa götürmeyen mantığı sevmez, onu reddeder.Bu sebepten, İslâm'ın diyalektiği, mahlûku Hâlık'ın, bâtılı Hakk'ın, ölümü ölümsüzlüğün, Dünya'yı Âhiret'in, kötülüğü iyiliğin, çirkini güzelin, yanlışı doğrunun, esâreti hürriyetin, zulmü adâletin, sınırlıyı sonsuzluğun, kesreti tevhidin anahtarı kabul eder, diyoruz.
Aksi hâlde, ne kadar "parlak" gözükürse gözüksün, insanı yüceltmeyen mantık, kötü bir mantıktır. İnsanı, hedonizme, nihilizme, materyalizme mahkûm eden "mantık", kendini ne suretle maskelerse maskelesin "bize" hizmet etmemektedir. Biz, Mevlâna Celâleddin-i Rumi'nin ifadesi ile, beşeriyeti alçaltan bu mantığı, "bataklığa saplanmış bir merkep" olarak görürüz. İslâm, bizi, Allah'a götürmeyen mantığa "akl-ı sakîm" adını verir. "Akl-ı selîm" ise, Allah'a yol bulan akıldır." (7)
Gemiye neyi yüklersek, onu taşır: Buradan bakır yükleyip, karşıdan altın almamız mümkün değildir. Şeytânîlik bulunan akılda, melekîlik aramak elbette ki, beyhûdedir. Bütün mes'ele; miktârı ne kadar olursa olsun, mevcut aklı , iyi kullanabilmektedir.
Bu hususta; İmâm-ı Rabbânî Hazretleri de öyle buyuruyor:
"Allahü teâlâ , (Kâdir-i muhtâr)dır. Felsefeciler, aklları ermediğinden, kemâl, büyüklük, mecbûr olmakda, herhâlde yapabilmekdedir deyip, Allahü teâlânın ihtiyârını, ya'nî seçmesini inkâr etdiler. Yapmağa mecbûrdur dediler. Bu ahmaklar Allahü teâlâ, bir şeyi yaratmağa mecbûr olmuş ve sonra başka bir şey yaratmamıştır dedi. Bu uydurma şeye de, akl-i fe'âl deyip, her şeyi bu yapıyor dediler.
(Akl-ı fe'âl) dedikleri şey, yalnız onların vehmlerinde, hayâllerinde olan bir şeydir. Bunların bozuk inanışlarına göre, Allahü teâlâ hiçbir şey yapmıyor. İnsan sıkışınca, bunalınca, Akl-ı fe'âle yalvarır. Allahü teâlâdan bir şey istemez. Çünki, Allahü teâlânın dünyâda olup bitenlerle hiç ilgisi yokdur. Her şeyi yapan, yaratan Akl-i fe'âldir derler. Hattâ Akl-ı fe'âle de yalvarmazlar. Çünki onu, kendilerinden belâları gidermekde irâde ve ihtiyâr sâhibi bilmezler. " ( 8 )
"Felsefe ki, çıkış noktası hiçbir temel itikat hedefine bağlı olmadan, başıboş ve oltasına hangi balık gelirse onu hakikat kabul eden bir akıl müessisedir; şimdiyedek hiçbir ahlâk sistemi getirmedi, getirdiğine inandığını da tutturamadı.
Puta tapanların bile, bâtıla itikatları onlara yine bâtıl tarafından bir ahlâk yuğurmuş ve sırf mâverâî bir inanışa dayanmış olmaktan ötürü bu nevi ahlâk çeşitleri, bellibaşlı bir zaman ve mekân içinde, ferde, aileye ve cemiyete sinmeyi başarabilmiştir.
Demek ki, sahtesiyle bile din olmadan ahlâk olamıyor.
( ... ) Ruhu inkâr edip insan faaliyetlerini birtakım (refleks) lerle izah etmeye çalışan maddeci telâkkiden, hurâfeler çanağı hrıstiyanlık sırrîliğine ve onun icat ettiği sahte merhamet ve yersiz fedâkârlık ahlâkına kadar bütün insanlık, kurtarıcı dengeyi, İslâm dışında aradıkça batmaya mahkûm vaziyette...
Din, ahlâkı aramaz ve aratmaz, doğrudan doğruya emreder. Emrettiği şey de insan yaratılışına mutabık düşer. " (9)
"Düşüncenin ana mâdeni İslâmdadır. Fakat bu, felsefe değildir.
(...) Demin tarafsız bir görüş diye bir tâbir kullandım. İşte felsefe, tarafsızlıktan yola çıkıp, bulacağı veya bulamayacağı nispet ve istikametlere göre kendisine taraf arayan başı boş düşünce manzumelerinin adıdır. Hakikat, felsefe için gûya varılması lâzım gelen, fakat asla varılamayan, varılamayacak ve boyuna aranacak olan bir hedef, bir ilk merhaledir. İslâmdaysa sadece bir ilk temel ve bir ilk ve mutlak arayış...Yani İslâmda hakikat peşin ve varlığın sırlarını aramak ondan sonra...Birbirinin yanlışını çıkartmaktan başka rolü olmayan felsefeyi, perişan ve her dem birbirinin başını yemek gayesinde bir demokrasiye benzetecek olursak İslâma hakikat saltanatı gözüyle bakabiliriz. Demek varış önce, arayış sonra...Varışa bağlı tefekkürün adı da felsefe değil, hikmet... Felsefe başıboş bir çıkış ve bulamayış, İslâmî tefekkür ise, düzenli bir yol alış ve bulduğunu derinleştiriş ve genişletiş..." (10)
Demek k i; "akıl" bir "merkez" dir. Kabûlde de, yol aramada da, ilme ve hikmete ulaşmada da, insanı "mükellef" kılan yegâne "unsur"dur. Yâni; akılsız hiçbir şey olmaz, ammâ, o da, başlıbaşına buyruk değildir.
"İslâm'da dinî, ahlâkî ve hukukî mükellefiyet, bülûğ ile başlar ve kişi, aklını muhafaza ettiği müddetçe, bir ömür boyu devam eder.
Mükellefiyet için, bülûğa ermenin (bâliğ olmanın) yanında, belli bir seviyede akıl ve zekâ sahibi olmak da şarttır. İslâm'da buna "akîl ve bâliğ olmak" denir. Henüz bülûğa ermeyen çocuk ile sorumluluklarını idrâk edemeyecek kadar geri zekâlı veya aklen mâlul kişiler "mükellef" olamazlar." (11)
Bütün bunlardan anlıyoruz ki, Hazret-i Mevlâna'd a "akıl" bahsi, ancak, kendilerinin kabûl ettikleri mehazlar ile, kendilerinin işâret buyurdukları "usûl"e göre ele alınabilir, târif ve tahlil'e tâbi tutulabilir.
Öyleyse; önce, "akıl" ile ilgili âyetlerden ve hadîs-i şerîflerden örnekler arzettikten sonra, Hazret-i Mevlâna'nın , bahsi ilgilendiren sözlerine geçelim. Yüce ve Mukaddes Kitâbımız Kur'ân-ı Kerîm'de, "akıl"ı doğrudan doğruya mevzû yapan çok sayıda âyet bulunduğu gibi, akıl yoluyla yapılması şart olan düşünme / tefekkür ile de çok sayıda âyet vardır:
"Ve siz insanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki Tevratı okuyorsunuz. Yoksa, aklınız mı yok ?" (12)
" (...) İşte Allah, ölüleri böyle diriltir. Ve size kudretinin kemaline delâlet eden Âyetlerini gösterir, tâ ki akıl erdiresiniz diye. " (13)
"Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbirini tâkibetmesinde , insanlara yararlı şeylerle deniz üstünde akıp giden gemilerde, Allahın gökten indirip de onunla kurumuş toprakları diriltip üzerinde her çeşit mahlûkatı yaydığı suda, rüzgârları her taraftan estirmesinde, gökle yer arasında müsehhar bulutta, şüphesiz hep bunlarda, akıllı olan bir ümmet için elbette Allahın birliğine âyetler vardır." (14)
"Ey kâmil akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır , tâ ki katilden sakınasınız." (15)
" (... ) Hayır ve taatten her ne ki işlersiniz, Hak teâlâ onu bilir. Âhiret için azık edinin. Azığın en hayırlısı takvâdır. Ve benden korkunuz, ey kâmil akıl sahipleri ! " (16)
" İşte akıl erdirip, tatbik edesiniz diye, Allah âyetlerini size böyle beyan buyuruyor. " (17)
"Hak teâlâ dilediğine hikmet verir. Kime hikmet verilirse ona birçok hayırlar da verilir. (Ve o hayır âhirette artar, eksilmez). Bunu ancak kâmil akıl sahipleri düşünür." (18)
" Ey kitap ehli (ey Yahudi ve Hıristiyanlar) İbrahim aleyhisselâm hakkında (her biriniz kendi dininizde zanniyle) niçin mücâdele ediyorsunuz? Halbuki Tevrat da, İncil de İbrahim aleyhisselâmdan sonra indirilmiştir. Bunu da mı akıl etmiyorsunuz? " (19)
"Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde kâmil akıl sahipleri için Âyetler ( ibret verici deliller) vardır. "* (20) (* Bir Hadîs-i Şerifte: "Bu âyeti okuyup da tefekkür etmiyen kimseye yazıklar olsun " buyurulmuştur.)
"Dünyâ hayâtı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Âhiret ise müttekiler için elbette hayırlıdır. (Âhiretin dünyadan efdal olduğuna) hâlâ aklınız ermiyecek mi ? " (21)
" Âhiret yurdu (haramdan) sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız ermiyor mu? " (22)
" De ki: "Eğer Allah teâlâ dileseydi (bana Kur'ânı inzal etmezdi. . Ben de) onu size okumazdım. (Benim lisânımla) Onu size bildirmezdi. Düşünmez misiniz ki, bundan evvel aranızda bir ömür durdum. (İçinizde kırk yıl yaşadım, bu müddet zarfında benden böyle bir söz işittiniz mi, onu size okudum, bildirdim mi?) " (23)
"Onlardan bâzıları, (sen Kurân okurken) seni dinler, fakat kabul etmezler. Sen sağırlara, üstelik akılları da yoksa, işittirebilir misin? " (24)
"Hiç kimsenin, Allah teâlânın izni ve tevfiki olmaksızın, iyman etmesine imkân yoktur. Allah teâlâ, (huccet ve bürhanlara karşı) akıllarını iyi kullanmayanlara da azabeder. " (25)
" Ey kavmim! Buna (bu tebliğime) karşılık sizden bir ecir istemiyorum. Benim ecrim ancak yaratana aittir. Aklınızı kullanmaz mısınız (ki hakla bâtılı fark edesiniz) ? " (26)
" Acaba kâfirler, yeryüzünde gezip kendilerinden öncekilerin nasıl bir âkıbete uğradıklarını görmüyorlar mı? Dâr-ı âhiret (ki cennettir) (şirk ve isyandan) sakınanlara hayırlıdır, hâlâ akılınızı kullanmayacak mısınız ? " (27)
" Yeryüzünde birbirine yakın kıtalar vardır. (Kimi münbit, kimi çorak, bir kısmı ağaca ve bir kısmı ekime elverişlidir). Üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki, hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken ) Biz bazılarının meyvalarını (renk, koku, tat ve şekilde) diğerlerine üstün kılarız. Bunda akıllarını kullanan bir kavim için, her hâlde, birçok âyetler vardır. " (28)
" Rabbin celle şâneden sana inzal olunanın hak olduğunu bilip itaat eden kimse, kalbi kör olup inkâr eden kimse gibi midir ? Fakat bunu ancak kâmil akıl sahipleri idrâk eder. " (29)
" Bu (Kur'ân veya sûre) insanlara (kâfi) bir tebliğ (bir nasihat) dir. Tâ ki, bununla inzar edilsinler, Allah teâlânın bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve tâ ki kâmil akıl sahipleri öğüt alsınlar. " (30)
" Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı ve yıldızları O, size teshir ve râm etmiştir. (Hepsi sizin için , sizin faydanız için halk olunmuştur). Bunları düşünen insanlar için (O'nun vahdâniyetine deliller), ibretler vardır. " (31)
"Ve keza hurma ağaçlarının meyvasiyle üzümlerinden de hem bir müskir çıkarır, hem de güzel bir rızık edinirsiniz. Bunda da, akıllarını kullanan bir kavim için, bir âyet vardır." (32)
" Biz, onlardan evvel, (Semud, Âd, Lût kavmi gibi) nice nesiller helâk etmişizdir. Bu, onları daha irşadetmedi mi? Halbuki yurtlarında yürüyüp duruyorlar. Bunda elbette kâmil akıl sâhipleri için âyetler, ibretler vardır. " (33)
"Yemin ederim, biz size bir kitap inzal ettik ki, zikriniz ( izzet ve şerefiniz, ve muhtaç olduğunuz öğüt) ondadır. Hâlâ idrâk etmiyecek misiniz ( ki iyman edesiniz?) " (34)
"Size de, Allah teâlâdan gayri taptıklarınıza da yazık! Hâlâ yaptığınızın çirkinliğine aklınız ermiyor mu? " (35)
" Ve dirilten de, öldüren de O'dur. Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelip gitmesi O'nun emriyledir. Hâlâ aklınızı kullanmıyacak mısınız? " (36)
" Yoksa , onların çoğunu söz dinler veya ( gördükleri hüccet ve delillere ) akılları erer mi zannediyorsun ? Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Belki yolca onlardan daha sapık. " (37)
" (Musa aleyhisselâm, sözlerine devam eti) : " O, doğu, batı ve aralarındaki her şeyin rabbidir. Şayet aklınızı kullanırsanız (idrâk ederseniz) dedi. " (38)
" Size verilen her şey dünya hayatının meta ve ziynetidir. (bununla geçinir ve övünürsünüz) Allah teâlânın nezdinde olanlar ise ondan daha hayırlı ve bâkidir. Hâlâ aklınız ermiyor mu? " (39)
" Yemin ederim. Biz o kasabadan akıllarını kullanacak bir kavm için, (bir ibret olmak üzere) apaçık bir nişâne bıraktık. " (40)
" Celâlim hakkı için onlara: " Gökten yağmur yağdırıp da, onunla yeri, ölümünden sonra, ihya eden kimdir?" diye sorsan " herhalde Allah teâlâ!" diyeceklerdir.
" Elhamdulillâh" de. Fakat bunu onların çoğu akıl edemez. (Her şeyi yaratanın Allah teâlâ olduğunu ıkrar ederler de yine vahdâniyetini inkâr eylerler. Yahut sözlerine karşı senin tahmidle ne murad ettiğini bilmezler.) " (41)
" Ve yine onun âyetlerindendir ki, size korku ve ümit vermek için şimşeği gösterir. Ve semâdan yağmur indirir de onunla arza, kuruyup öldükten sonra, hayat verir. Bunda da, şüphesiz, akıllarını kullananlar için âyetler vardır. " (42)
" İşte biz, akıllarını kullanacak bir kavim için, âyetlerimizi böyle tafsil ederiz ." (43)
" Yemin ederim ki o, içinizden çoğunuzu dalâlete düşürdü. Aklınız yok muydu ? (ki tuzağına düştünüz). " (44)
" O kimseye ki, biz uzun ömür verir, hilkatını baş aşağı eder, kuvvetini za'fa çeviririz. Düşünmüyorlar mı? " (45)
" Siz sabah, akşam onların yurtlarına uğruyorsunuz. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? " ( 46 )
" Kurân çok mübârek bir kitaptır , ki sana indirdik. Tâ ki âyetlerini düşünsünler, akılları selim olanlar da öğüt (ve ibret) alsınlar. " (47)
" Tarafımızdan bir rahmet ve kâmil akıl sahipleri için bir ibret olmak üzere, biz ona ehlini ve beraberlerinde daha bir mislini hibe ettik. (48)
" De ki "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahibleri öğüt kabul eder, ibret alırlar."(49)
" Sözleri dinleyip de en güzeline tabi olan kullarıma müjdele (yâ Muhammed ! ). Onlar Allah teâlânın kendilerine hidayet ettiği kimselerdir. Kâmil akıl sahipleri de bunlardır. ". " (50)
" Celâlim hakkı için biz Musa ' ya o hidayeti verdik. Ve ( Musa ' dan sonra ) temiz akıl sahiplerine bir irşad ve tezkir olmak için, İsrail oğullarını kitabın vârisi kıldık. " (51)
" İçinizden daha önce ( gençlik veya ihtiyarlık çağına ermeden ) ölenler de vardır. Allah teâlâ bunu muayyen ve mukadder bir zamana erişmeniz ve vahdâniyyetine akıl erdirmeniz için yapar. " (52)
" Yahut bunu (bu tenakusu) onlara akılları mı emrediyor? Yoksa onlar azgın bir kavim midirler?* (53) (* Müşriklerin sözlerinde tenakus vardı. Zira, Aleyhissalâtü vesselâm Efendimize hâşâ, hem kâhin, hem mecnun diyorlardı. Kâhin akıllı, zeki olur. Mecnunun ise aklı ve fikri muhteldir. Bir kimse hem akıllı, hem akılsız olamaz. İsnat ve iddiaları birbirlerini tutmuyordu.)
Yukarıda zikrettiğimiz âyetlerin bir hulâsasını sunarak, ifadeleri, daha yakından görelim: " Yoksa, aklınız mı yok ? " ; " ...akıl erdiresiniz diye.." ; " ...akıllı olan bir ümmet için.." ; " Ey kâmil akıl sahipleri..." ; " Ve benden korkunuz, ey kâmil akıl sahipleri..." ; " İşte akıl erdirip, tatbik edesiniz diye... " ; " Bunu ancak kâmil akıl sahipleri..." ; " Bunu da mı akıl etmiyorsunuz ? " ; " ...kâmil akıl sahipleri için âyetler..." ; " ...hâlâ aklınız ermeyecek mi? " ; " Hâlâ aklınız ermiyor mu? " ; " Düşünmez misiniz ki...? " ; " ...üstelik akılları da yoksa..." ; " ...akıllarını kullanmayanlar da..." ; " Aklınızı kullanmaz mısınız? " ; " ...hâlâ aklınızı kullanmıyacak mısınız? " ; " ...aklını kullanan bir kavim için..." ; " ...bunu ancak kâmil akıl sahipleri idrâk eder. " ; " ...kâmil akıl sahipleri öğüt alsınlar. " ; " ...düşünen insanlar için..." ; " ...akıllarını kullanan bir kavim için.." ; " ...elbette kâmil akıl sahipleri için..." ; " Hâlâ idrâk etmiyecek misiniz? " ; " Hâlâ yaptığınız çirkinliğe aklınız ermiyor mu? " ; " Hâlâ aklınızı kullanmıyacak mısınız? " ; " ...söz dinler veya ...akılları erer mi? " ; " Şayet aklınızı kullanırsanız..." ; " Hâlâ aklınız ermiyor mu? " ; " ...akıllarını kullanacak bir kavm için.." ; "...bunu onların çoğu akıl edemez. " ; " ...akıllarını kullananlar için..." ; " ...akıllarını kullanan bir kavm için..." ; " Aklınız yok muydu? " ; " Düşünmüyorlar mı? " ; " Hâlâ akıllanmayacak mısınız ? " ; "...akılları selim olanlar..." ; "...kâmil akıl sahipleri..." ; "...akıl sahipleri..." ; "...akıl erdirmeniz için.." ve " ...akılları mı ermiyor? "
Peygamber Efendimiz ( s. a. v. ), birçok mübârek hadîslerinde akıl hakkında şöyle buyurmuşlardır:
* " Allahü Teâlâ'nın ilk yarattığı akıldır. " (54)
* " Allahu Teâlâ, akıldan daha kıymetli bir şey yaratmamıştır. " (55)
* " İnsânın akıl gibi yüksek iktisâbı olamaz. Akıl, sahibini iyiliğe ulaştırır, fenâlıktan alıkor. Aklı kemâle ermedikçe insânın dîni müstakîm, îmânı tâm olmaz. " (56)
* " İnsânlar, güzel ameller ve iyilikleriyle Allahu Teâlâya yaklaşıyorsa, sen de aklın ile yaklaş. " (57)
* " İnsanın dayanacağı şey akıldır. Aklı olmayanın dini de yoktur. " (58)
* " Kendilerine akıl verilenler kurtuldular. " (59)
* " Büyüklerle oturunuz, şüphelerinizi âlimlerden sorunuz, anlaştığınız kimseler akıllı başlı kimseler olsun. " (60)
* " Sizin en akıllınız, Allah'tan en çok korkanınızdır. " (61)
İslâm'da, korunması gereken beş mühim esastan biri de " aklın korunması "dır. Mübârek dînimiz; " Nefsin yâni canın, aklın, dînin, neslin ve malın " korunmasını , insanî bir vecîbe olarak kabûl eder. Bu bakımdan akıl, insanı, diğer varlıklardan üstün kılan en mühim nimetlerden biridir. Kâinatın Efendisi Şanlı Peygamberimizin buyurdukları gibi : " Aklı olmayanın dîni de yoktur. "
Demek ki; akılsız îmân, insanı mükellef kılmıyor. Şüphesiz ki, îmânsız akıl da, İslâm nezdinde, fazla bir kıymet ifade etmiyor. Bu da şu hakikatı ortaya koyuyor ki, aklın da, yalnız başına bir hedefe ulaşması mümkün değil. Öyle olabilseydi, bugüne kadar, kendini îzâha yeterli olurdu.
" Akıl sırrı derin...Yalnız aklı anlatmak için kamuslar doldurmak lâzım...Akıl vardır İslâmda...Öyle ki, var'la yok arasında bir mevcut...İşte hak dinin hususîliği de bu!..Olması gereken yerde var, olmaması gereken yerde yok...
(...) Dedik ya, İslâmda akıl evvelâ Allaha teslim , sonra kula iade edilir ve tam akılla hareket gerçekleşir.
Şimdi , akıl deyince oradan iş felsefeye dökülüyor.
Felsefe aklın, kendi hükümdarlığını göstermek için kurduğu müessise...Ve doğruyu bulmanın değil de yanlışı düzeltmenin müessisesi...Felsefede her mektep, öbürünün yanlışını gösterirken doğruyu söyler. " (62)
" Fakat bu dâvaya en güzel cevabı, akıl üstü bir irtifadan yine tasavvuf vermiştir:
"- Bu iş ne akılla olur, ne de akılsız..." (63)
" Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve selem elli iki yaşında uyanık iken, beden ile, hicretten altı ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi, Mekke-i mükerreme ve Mescid-i Harâm'dan Kudüs'e ve oradan göklere ve bilinmeyen yerlere götürülüp, getirilmesi " (64) demek olan "mi'râc" hâdisesi, tamâmen, aklın tükenip, îmânın başladığı nokta olarak düşünülmelidir.
Elbette ki, bunu idrâk etmek de, yine "akıl" işidir!
Bütün bu îzâha çalıştığımız hususlar, Hazret-i Mevlâna' nın "akıl" anlayışına bir zemin teşkil etmek içindi. Zîrâ; yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, O'nun kaynak olarak aldığı ve "sağ olduğu müddetçe, kölesiyim " dediği "Kur'ân-ı Kerîm" in âyetleri ile "yolunun tozuyum " dediği "Muhammed muhtâr (s. a. v.)" ın hadîsi şerîfleridir.
Hazret-i Mevlâna ; akl-ı cüz ' î/cüz ' î irâde ve akl-ı küll ' î/küll ' î irâde rabıtaları ile, akl-ı selîm ve akl-ı sakîm farklarını kesin hatlarla ortaya koyar. Birincilerde, hem miktâr/kemiyet, hem mertebe; ikincilerde ise hâkimiyet ile keyfiyet mevzûbahistir. Küllî akıl; en üstün güçtür. Cüz ' î akıl ise, dâimâ dar/sınırlı, tâbi ve muhtaç akıldır.
O da, ancak, "selîm" olursa, kendi seviyesinde bir şey yapabilme irâdesine sâhip olabilir. Görülüyor ki, vahye dayanan akl-ı selîm/kâmil akıl, muteber akıldır. Çünkü; bu akıldan da öteye muâzzam bir mânevî akış mevcuttur. Bu akıl; bütün ferdî ve beşerî tasavvurları aşan akıldır. Arzu edilir ki, bu akıl, bütün insanlığı ihâta etsin ve kâinat huzura kavuşsun.
Bu mâlûmatlardan sonra, Hazret-i Mevlâna'nın Mesnevî ' sindeakılla alâkalı olarak tespit edebildiğimiz görüşlerini arz ederek mevzûmuzu nihâyetlendireceğiz:
* "Akıl esrarının sırdaşı âşıklardır. Dile kulaktan başka tâlib yoktur. "(65)
* "Aşkı anlatabilmek için akla izin yoktur, (akıl, aşkı anlatmada çamurda yatan eşek gibidir). Onu, yine aşk kendisi anlatır. (66)
* "Hakim olan kişiden hikmet iste ki, onun faziletiyle görücü ve bilici olasın.
Hikmeti arayan onun kaynağı olur. Hikmet sana sebebi terkettirir.
Koruyanın Levhi, levh-i mahfuza döner. Aklın ruhtan hüner öğrenir.
Gerçi başlangıçta akıl muallimdi. Sonra akıl üstadken ona talebe olur.
Akıl, Cebrail gibi, " Bir adım daha gitsem bu kol, kanat yanar! "
" Sen bana bakma yürü, geç! Benim için daha ileri yer yok " der. " (67)
* " Söz deri gibidir, mâna da onun içindeki. Söz, beden misali ve mânası da bu tatlı candır.
Post, kötü olan için ayıbı örtücü oldu. İyi olan için de gayb gayretiyle örter.
Kalem rüzgârdan, kâğıt sudan olursa yazacağın her şey yok olmaya mahkûmdur.
Ondaki vefâ, su üstündeki şekiller gibidir.
Akıllı kimse onlara rağbet etmez.
Rüzgâr, insandaki heves ve arzudur. Bunlardan geçersen geride kalan O (Allah )'dur. "(68)
* "Aklın sevdâsı gör ne âlemlerde. Akıl deryâsı ne kadar engin.
Beşer aklı uçsuz bucaksız bir deniz gibi. Bu deryâya ey oğul! Bir dalgıç gerek.
Bizim bu suretimiz o deryâda su üzerinde yüzen, kâseler gibidir.
İçinde su olmadıkça leğen, deryâda yüzer , ona su dolarsa batar.
Akıl gizlidir, âlem aşikâr. Biz orada bir dalga veya ıslaklıktan ibâretiz. " (69)
* " Tavşan dedi ki, " İşte o mahut arslanın oturduğu yer bu kuyudur. "
" Aklı olan kuyu dibini tercih eder. Zira yalnızlık kalbe huzur verir."
" Kuyu, halka karışmaktan daha iyidir. Zira o kalbi vesveselerden dinlendirir. "
" (...) Arslan, tavşanı kucağına aldı ve kuyuya beraberce baktılar.
Kuyudaki suya bakınca, her ikisinin aksi parlamaya başladı.
Akıl gözüyle suda aksini gördü. Orada arslan bir tavşanla belirdi.
Arslan düşmanını görünce tavşanı bırakıp suya atıldı. Ve kuyuda mahvoldu.
Kazdığı kuyuya düştü. Ettiği zulüm onun işini bitirdi.
Zâlimlerin zulmü, karanlık bir kuyudur. Âlimler böyle demişlerdir. " (70)
* "İki el ki biri hastalıktan titriyor, diğerini sen titretiyorsun. İkisinin de hareketi Hak'tandır. Lâkin birinde kulun dahli vardır. Birinde titreme isteğe bağlı; diğer hasta kimsede ise mecbûrîdir.
Bu, akla ait bir bahistir. Hileci akıl, her zayıfa yol gösterici olamaz. Akıl bahsi, inci ve mercan gibi de olsa can bahsi başka bir bahistir.
Can bahsinin makamı, can şarabının kıyamı başkadır. Akıl bahsinin hüküm sürdüğü demlerde Ömer ile Ebû Cehil dost idiler.
Ömer, akıl bahsinden can bahsine geçince Ebû'l- hakem, Ebû Cehil olup kaldı.
Gerçi Ebû Cehil, akıl ve his bahsinde kâmil idiyse de can mevzuunda cahildi.
Akıl ve his bahsi eser veya sebeptir. Can bahsi ise hayret içinde hayrettir.
Ey ışık isteyen! Can nuru ile lâzım ve lâzım görülen, gideren ve gereken gitti.
Göz nuruna sahip olan kimse körün kılavuzuna, değneğine itibar etmez. " (71)
" Bizim aklımız vehim ve şüpheden kurtulmuştur. Coşkunluğumuz gamdan ve neşeden değildir.
Bu başka bir hâldir ki nadir bulunur. Münkir olma, Tanrı kudret sahibidir.
Sen bu hâli insan hâline kıyas etme. Lütuf ve cevirden korkma.
Lütuf ve ihsan, hüzün ve gam fânidir. Hak onların hepsine vâristir.
Sabah oldu, ey sabahın koruyucusu! Hüsameddin'den özür dile!
Akl-ı küllün özür dileyeni, ruhların ruhu ve halkın canının parlaklığı sensin.
Sabahımız senin nurunun feyzine bağlı. Biz sabahleyin senin Hallac-ı Mansur (Yardım edilmiş, muzaffer) şarabını içmekteyiz " (72)
" Ey kardeş bir nefes aklını başına al. Her an sende hazan ve bahar var.
Gönül bahçesini yemyeşil, taptaze eyle. Sümbül, gül ve serviler bulunsun.
Yaprakların fazlalığında dal örtülmüş, güllerin çokluğundan kır ve köşk gizlenmiş.
Bu sözler Akl-ı küll'ün feyziyledir. Onda nice sümbül ve güller vardır.
Gül olmadan gülün kokusu olmaz. Şarap bulunmadan şarabın köpürmesi görülmez. " (73)
" Ruh hoştur, belki hoşluğun tâ kendisi. Ey vesile arayan! Gönül kıran hoş olmaz.
Senin tatlılığın şekerden olsa da her zaman onu elinde tutman mümkün değil.
Fazla bağlılığın seni şeker eylese de, şekerlik hassası şekerden hiç ayrılmaz.
Ey dost! Âşıkın kendinde saf şarabın zevki olunca onda akıl kaybolur.
Kendini beğenmiş akıl, zâhiren sır sahibi görünse de o aşkı inkâr eder.
Akıl görünüşte bilgindir ama öyle değil. Melek dahi yok olmadıkça şeytandır. O, söze ve işe bakılsa bizim dostumuzdur. Hâle göre hükmedince ise yabancıdır. "(74)
" Hz. Peygamber demiştir ki, " Bahar serinliği sizin için bir ganimettir, ( örtünüp sakınmayın ) ona itibar edin, " Zira ağaçlara nasıl faydalı olursa, size de tamamen feyz bağışlar."
" Lâkin sonbahar serinliğinden sakının. Çünkü bahçelere olan tesiri size de olur. "
Bu hadîs-i şerîfi rivâyet edenler sadece zâhirî mânasında durup bununla kanaat etmişlerdir.
Böyleleri dağı görüp içindeki madeni görmeyen gafillerdir.
Mâna bakımından sonbahar, nefis ve hevestir. Akıl ve can ise cana can katan baharın tâ kendisidir.
Senin cüz'î ve acaip bir aklın var. Cihanda kâmil akıl sahibi ara!
Cüz'î aklın kül ile elbette kül olur. Zira akl-ı kül, alçak nefsin boynuna geçirilen zincir gibidir.
Hadîs-i şerîfin teville mânası, " Hayırlı, temiz nefesler hayat bahşeden ilkbahar gibidir." olur."(75)
"Ey körler! Çareniz aranıza bir gören kimseyi almaktır. Gel, asa bağışlayanın rızasını kazan. Âdem'in ( kıyas yüzünden ) başından geçenleri düşün !
Ahmed (sav) ' in ve Musa' nın mucizelerine bak. İnleyen direği, yılan olan çubuğu bil.
Değneğin yılan olduğunu, direğin ağladığını günde beş kere ehl-i din için ( duyururlar ).
Bu îman zevki aklî ve beğenilmiş olsaydı, bu kadar mucizeye ihtiyaç olmazdı.
Makbul olan şeyi akıl kabul eder. Bunun için mucizeye, hacet yoktur.
Bu geçilmemiş yol makul değilse gör ki bahtlı olanlar için makbuldür.
Şeytan ve canavarların, insandan korkup sahra ve dağlarda hasetlerinden mahpus oldukları gibi, Peygamber'in mucizelerinin korkusu, münkirler için Hakk'ın kahredici şimşeği oldu.
Böylece İslâm perdesi altına girip hâllerini gizlemek isterler.
Kalpazanların sahte parasının, şâhın parasına benzediği gibi, Onların dış görünüşü şeriata dayanır. İçleriyle batıl ile beraberdir.
Felsefecinin, mucizeyi inkâra cesâreti yoktur. Zira bu hak din onu mahveder.
Onların el ve ayakları cansızlar gibidir. Ve canları ne emrederse ona itaat ederler.
İthama dilleriyle yol bulsalar da elleri ve ayakları bunun olabileceğine şahitlik eder. "(76)
"Hz. Ömer " Bu ağlamaklık sana ayıklığın rızkı oldu " dedi. Hak yolunda yok olanın yolu başkadır.
O zaman akıllılık dahi bir başka günahtır. Geçmişi anmak akıllılık sebebidir.Gelecek de, geçmiş de senin için bir perdedir.
Her ikisini de ateşe ver. Ne vakte kadar onlar ney gibi sana düğüm olacak!
Neyde boğum oldukça makbul değildir. Şevki yoktur. Dost ve sırdaş olamaz.
Kendinden geçerek dolaşırsan, eve gelince ev sahibi olursun. Ey haberin sırrından habersiz olan! Senin tevben günahından daha beter oldu.
Mazideki hâlinden tevbe ettin. Tevbeden tevbe etmeyecek misin? Gâh pes sada ile perişansın, gâh ağlayıp inlemekten hastasın.
Ömer ona sırların aynası olunca, ihtiyarın canı içinden uyandı. Ruh gibi ağlamadan, gülmeden kurtuldu. Tertemiz bir canla kalbi arındı.
O an içine öyle bir hayret düştü ki yerden de, gökten de ayrıldı. Başka bir istekle her şeyden geçti. Ben bunu bilmiyorum. Sen biliyorsan söyle!
Öyle bir hâl ve kal'e erişti ki hâl'den de, kal'den de öte; Celâl sahibi Hakk'ın cemalinin nuruna gark oldu.
Öyle bir dalış ki, ne bir kurtuluş imkânı, ne de deryâdan başka bir gören, bilen var.
Onun devamlı baskısı olmasaydı, akl-ı cüz'î kül'den söz etmezdi, " (77)
"Kocası karısına dedi ki: " Daha ne vakte kadar isteklerde bulunacaksın ? Zaten ömrünün çoğu geçip gitti."
"Akıllı kimse aza çoğa bakmaz. Her ikisi de sel gibi süratle geçmede. "
"Sel ister berrak, ister bulanık aksın, madem baki değildir sözünü etme. " (78)
"Aklın sana ayak bağı olunca onu akıl sanma, yılan ve akreptir. " (79)
" Bir filozofun inancına göre gök yumurta, dünya da onun sarısı gibiydi: Bir soru sahibi, " Ya bu yer onu kaplayan semanın içinde nasıl duruyor ? " Ne aşağıya, ne yukarıya rağbet eden asılı bir kandil gibi " dedi.
Filozof da, " Altı yönden semanın çekmesi yüzünden havada mahpus kaldı. "
" Mıknatıstan bir kubbe dökülse ortasında demir asılı kalır. " dedi.
Diğer bir hakim de, " Saf gök, toprağı kendine doğru çekmeyi lâyık görmez. "
" Belki onu altı yönden de iter. Böylece kuvvetli rüzgârlar yeryüzünü boşlukta tutar. " der.
Kemal sahiplerinin gönüllerindeki defedici kuvvet de Firavunların canını perişan etti. Sapıtmışlar murada ermez. Onlara ne dünyada ve ne de âhirette yer vardır.
Hakk'ın has kullarına baş kaldırma ki gönül aynası bulanmasın.
Veliler kehribar gibidir. Meydana çıkarlarsa ( seni ) saman gibi çekip deliye çevirirler.
Kehribarları gizlerlerse azgınlığa teslim olunmuş olur.
Hayvanlık mertebesi, bir hikmetle insanlığa bağlıdır ( esirdir ). Velilerin yanında insanlık mertebesi de hayvanların insanlara esareti gibi oldu.
Hz. Peygamber ( bir irşadı sırasında ) halka, " Kulum " dedi. Çünkü Tanrı O'na, "Ey benim kullarım" de diye buyurmuştu.
Aklın deveci, sen de bir deve gibisin. Akıl, ister istemez seni her tarafta hükmünce çeker.
Veliler aklın aklıdırlar. Diğer akıllar âdeta deve gibidirler. Onlara ibret gözüyle bak! Bir kılavuz veli ve yüzbinlerce can...
Bu ne kılavuz ne devecidir, güneşi gören gözü bul ! " (80)
" Erkekle kadının macerası bir hikâyedir. O, insandaki nefis ve akla benzer. Bu kadın ve erkek nefisle akıl gibidir. Her iyi ve kötü bunun lüzumlu olduğunu bilmelidir.
Bu ikisi dünya evinde gündüz ve gece macera içinde cenk etmedeler. Kadın, boyuna evinin ihtiyaçlarını evin şerefini ekmek, sofra, makam ve mevki ister.
Nefis, sevdalı kadın gibi gâh tevazu gösterir, gâh azametlenir.
Erkek gibi olan akılsa o düşünceleri bilmez. Hakk'ın rızasından başka bir kaygısı yoktur. " (81)
" Asıl soylu akıllıların aklının lütfu da her uzva nasıl edep öğretiyor, gör ! " (82)
"Sofîyi aklına razı olur zannetme. Mazi olan her şeye anılmaz. Bedevî de, testi de, padişah da biziz. Ona ( Peygamber'e ve getirdiklerine ) imân etmekten çevrilen çevrilir.
Nefsi ve hırsı kadın, aklı da erkek bil. Akıl onlara değerli bir mum oldu. İnkârın aslı niçindir ? Kulak tut : Küll'ün çeşit çeşit cüz'leri olmasından...
Bu küll'ün cüz' ü, cüzlerin küll'ü nispeti gibi olmaz. Gör ki, gülün cüz'ü olan gül kokusu gibi de değildir.
Yeşilliğin letâfeti, gülün letâfetinin cüz'üdür. Kumrunun sesi de bülbülün seninin bir cüz'üdür. " ( 83)
" Hz. Peygamber, Hz. Ali'ye dedi ki, " Ey Ali! Sen Hakk'ın arslanısın, bir pehlivansın, "
" Fakat gücüne kuvvetine güvenme. Hak lütfunun gölgesine sığın. "
" Gel, kimsenin yolundan ayıramayacağı bir akıllının gölgesini yer edin. "
" (...) Ey Ali! Yolların en iyisi, Hakk'ın has bir kulunun gölgesine sığınmaktır. "
"Herkes bir ibadete yöneldi. Kendisi için bir kurtuluş yolu tuttu."
" Sen yürü, bir akıllının gölgesinde yer edin. Gizli düşmandan en iyi sığınak orasıdır. " (84)
" Akıllı odur ki, vaziyeti anlayıp başkalarının hâlinden ibret alır. "
" (...) Akıllı kimseye firavunların ve Ad kavminin hâlini işitmek kibiri bıraktırır. " (85)
" Ad ve Semud kavminin hikâyesine bir bak da peygamberlerin yüceliğini bil. Bu yere batma, başlarına taş yağma ve korkunç bir sesle helâk olma, hep ruhun yüceliği için oldu.
Bütün hayvanlar insan için fedâ olunur. İnsan da üstün bir akıl için fedâ edilir.
Akıl, akıllının akl-ı küllüdür. Cüz'î akıl da akıldır ama pek makbul değil. Bütün vahşî hayvanlar, ehli hayvanlara nazaran aşağılıktır.
Vahşî hayvanların kanı insan için sebil gibidir. Zira onlar, yüce akıldan mahrum oldular. İnsanlara vahşet gösterdikleri için, onların yüceliği de aşağı oldu.
Sen, eşek gibi ürküp kaçtıktan sonra senin için ne şekilde bir yücelik olur? Hizmet eden ( ehil ) eşek kurtulur. Vahşileşirse öldürülmesi mübahtır.
Gerçi eşekte akıl ve izan yoksa da, bu özrü onu affedilmeye lâyık kılmadı. İnsan iyilikten vahşileşirse, artık onun hiç özrüne bakılır mı?
(...) Bir akıl velilerden kaçarsa o, hayvanlar mertebesine geçer. " (86)
"Gaybın suretsizlik suretinin nişanı, Musa'nın koynundan görülen gönül nurudur. O sureti dokuz gök kaplayamaz, yerin ve göğün genişliği kâfi gelmez.
Zira bunlar sınırlıdırlar. Kaabiliyetleri yoktur. Lâkin gönül aynısı suretsiz ve hudutsuz olur.
Akıl burada ya yolunu şaşırır, ya susar. Burada şuydu buydu diye coşulmaz. " (87)
Bizdeki bu hislere ait sözlerin ışığı, mânevî bilginin nurunda mahvolur. Gönüldeki duygu ve akıl deryâsı " Ledeynâ Muhdarûn " un dalgalanan denizi oldu.
(...) Hakk'ın lütuflarından nasibini almış ruhların kulak ve akıllarını küpeler süsler. " (88)
"Siz ey Muhammed'in yüce ümmeti! Sizin için o yemek kıyamete kadar bakidir. "
"Rabbime misafir olurum. " Ve O ki bana O yedirir, O içirir. Bu sözü tevilsiz kabul et ki, yiyeceklerin bal ve süt gibi olsun. Tevil Hakk'ın ihsanını reddetmektir. Hata zannı, doğruyu örter, kapatır.
Hata zannı, aklın zayıflığındandır. Onu doğru sanma. Akl-ı kül kabuktan içe yol bulur. Sözü bırak da kendini tevil et. Dimağını tashih ile olgunlaştır.
"Ey Ali ! Sen hep akıl ve gözden ibaretsin. Ne gördüğünü bir parçacık göster. "
" Hilim kılıcın canımı parçaladı. İlmin suyu toprağımı tertemiz etti. "
" Bana söyle, bunun sebebi hak sırlarındandır. Zira kılıçsız iş gören O'dur. "
Tanrı âletsiz ve elsiz, ayaksız bir yapıcı; geceye ve sabaha nur bağışlayıcıdır. "
" Akıl O'ndan nice şaraplar içer, fakat bu göz ve kulağın bundan haberi olmaz. "
" (. ..) Hz. Ali dedi ki, " Ben Hak yolunda kılıç çektim, Hakk'ın kuluyum. Beni nefse kul sanma. "
" (...) Yükü omuzladığım zaman götüreceğim yer bellidir. Ben ayım, önderim güneştir. "
Halka bundan fazla söz söylemek güç iştir. Deniz ırmağa sığınabilir mi?
Sözü, akılların alacağı kadar söyledim. Zira Hz. Peygamber (s. a. v.)'in emri böyledir.
Garazsız hürüm. Doğruluk hürlere mahsustur. Köleye şahidlik teklif etmek ayıptır. " (89)
" Gerçi uyku karanlıkta olur ama abıhayat da karanlıktadır. Karanlık, ama akıl onunla tazelenir. Hem duraklamak sesin sermayesidir.
Zıtlar zıddıyla belli olmada. Kalbteki siyah noktada aydınlık gizlidir. " (90)
"Bunca göklerin ve akılların hazineleri Rasul'ün gözünde değersizken; Öyleyse Mekke, Şam ve Irak nedir ki onun gönlünde bunların arzusu bulunsun . " (91)
"Âdem, Hak nurunun gözü olmuştu. Gözde bir kıl, büyük bir dağ gibidir.Orada Âdem görüşüp danışsaydı ona pişmanlık bir mazeret olmazdı.
Zira bir akıl ile aklın dost olunca kötü işe ve kötü söze mâni olur. Fakat nefis, başka bir nefse dost olursa cüz'î akıl atıl kalır ve işe yaramaz.
" (...) Akıl, başka bir akılla hünerli olur. Işık fazla olursa yol görülür. Nefis, başka bir nefisle dost olursa karanlık artar, yol gizlenir. " (92)
" Ruh, ilim ve akılla dost oldu. Onun Türkçeyle, Arapçayla işi yok. "
" (.. .) İtizal, his gözünün mezhebidir. Akıl gözü visale ermiş sünnîdir. İtizal ehli, duygusunun maskarası olmuştur. Dışı sünnî görünse de, içi sapıtmıştır.
Histe kalanlar mutezilîdir. Gerçi sünnîyim derler ama değillerdir. Hisse bağlanmayan sünnîdir. Akıl ve can gözü görüş sahibi oldu.
Hayvan duygusu şâhı görseydi, öküz ve eşek de Tanrı'yı görürdü. " (93)
" Her cüz'ünü doğrularla doğru et. Doğruların eşiğini vatan edin.
Gerçi teraziyi terazi düzeltir ama, eksik tartıya da o mâni olur. Eğri gönüllülerle tartılanın işi eksik , aklı şaşkın olur. " (94)
"Sofî 'nin defterinde yazı yoktur. O kar gibi bembeyaz, tertemiz bir gönüldür.
Âlimin azığı, kaleminin eserleridir. Sofî 'nin azığıysa ayak izleridir. " (95)
" İnsan ruhu tek bir cevher, hayvanî ruh da cansız kırık çanaklar gibidir. Akıl, onun nurundan neşelenmez. Hak bilir. Doğrusunu o daha iyi bilir.
Aklın, bu fayda, bu sevda ile bir işi yoktur. Anadan doğma sağıra zurnanın ne faydası var. " (96)
"El ve âlet, taş ve demir gibidir. Çift olmak lazım. Eserin aslı çift olmaktır.
"Çiftten ve âletten beri O tek olan Allah'tır. Şüphesiz O tek ve ortaksızdır.
" (... ) Ey aklı karışmış şaşı! (Can kulağı ile) dinle: Gözüne kulağından bir ilâç ver. Temiz söz kör gönüllerde yer bulamazsa, aslına döner, sığınır . " (97)
" Temiz bir göz, akıl ve kulak istiyorsan muhakkak tamah perdelerini yırt. Çünkü onun taklidi tamahtan oldu. Aydın aklın nuru bu yüzden perdelendi.
Yemeğe, zevk ve sema'a hırs aklın anlayış yolunu kapar. " (98)
" Aşkı meydanda, lâkin sevgili gizli, yâr dışarda, güzelliği cihanı karıştırmada. Suret aşkından kurtul. Surete mahsus bir hususiyet yoktur. O sevgili suretten gizli ama, iki cihanda O'nun aşkıyla dolu."
"( ...) Güneşin nuru duvara bir parlaklık verirse de şüphesiz duvardaki bu parlaklık geçicidir.
Ey akıllı kişi! Kerpiç ve taşa gönül bağlama. Bâkilik nurunun isteğinde ol.
Ey aklı ile aşk davasında bulunan! Surete tapanlarla oturma. "
" (...) Hissine galip gelen aklın ışığıdır. Bakırının üstündeki altın bil ki âriyettir. İnsanın güzelliği altın kaplama gibi olmasa güzeller kart bir serseme dönmezdi. Melek gibi güzelliği o hâlde kalmaz. Zira o cemâl onda eğretidir. (99)
" Ey yiğit ! Bütün âlem a'razdır. Hel eta suresi bu mânaya şahiddir. "
"Bu a'razlar suretten doğar, suretler de düşünceden meydana gelir. "
Bu cihan Akl-ı küllün bir fikrinin resmedilmişidir. Akıl padişah oldu, suretler de peygamberler. "
İlk âlem imtihan âlemi; ikinci âlem de insanların yaptıklarının karşılığını görme âlemidir.
"Ey şâh! Kul sana hıyanet etse bu a'raz, onun için zincir ve zindandır. O lâyıkı vechile bir hizmette bulunsa, o a'raz olmaz, itibarı artar."
" Cevherle a'raz yumurtayla tavuk gibidir. İkisi de birbirinden hâsıl olmaktadır. (100)
"Sen ise fikir dünyasından eşek gibi daima gafil ve habersizsin. Bilgisizliğe razı, akla yabancısın. Hakk'ın feyzinden habersiz bir divanesin.
Suretin insan ama, akıl ve idrâkin yok. Ayağın sırrından gafil bir eşek gibisin. " (101)
"Neşenin yeri gönül, gamın makamı ciğerdir. Akıl da beynin içindeki bir mum gibi.
Bu alâkalarda keyfiyet fazladır. Akıl, o keyfiyeti anlamada âcizdir. " (102)
"Âdem, Hakk'ın nuruyla nurlanınca melekler, riyâsızca ona secde ettiler. Ruhu melek gibi isyan ve şüpheden kurtulmuş da Hakk'a secde eder.
Artık ateş nedir, demir nedir,dikkat et. Bu benzetmeyi yapanın benzetmesiyle alay etme.
Deniz bahsine pek adım atma. Kıyısında sessizce dur. Gerçi benim gibi yüzlercesi onda bîtab kalır. Lâkin o denizde boğulmadan duramıyorum.
Akıl da, can da, o deniz için fedâ olsun. Aklın da, canın da kan bahası ondadır. " (103)
"Sevgi, acıyı tatlılaştırır. Sevgi, bakırı altın eder. "
"Bulanıklar sevgi ile duruldu. Dert sevginin feyziyle şifa bulur. "
" Sevgi, ölüyü diriltir. Kulu sultan eder."
" Bu sevgi ilim neticesidir. Aşağılık kimse bu huzura nail olamaz. "
" Noksan ilimde tam akıl olmaz. Noksan aşk cansızlar içindir. "
"(...) Hz. Peygamber, noksan kişiye " Melûn " dedi. Bunu, akılda noksan diye tevil ederler. Cisimde noksanlık olana Hak da acır. Öyleyse merhamet olunan lânete nasıl lâyık olur?
Akıl eksikliği, insan için ıstırap ve derttir. Lânet edilmesi icap eder, uzaklığa lâyıktır. Zira akıl noksanlığını tamamlamak mümkündür. Lâkin beden kusurunu gidermeğe imkân yoktur.
Küfür ve inatçı kâfirlerin firavunluğu hepsi akıl eksikliğinden meydana gelmiştir. Aklı ? ( bedeni ) noksan olanı ferahlandırmak için Mevlâ, " Kör için bir teklif yoktur. " dedi. "
" (...) Aklın hususiyeti neticeyi düşünmektir. Nefis ise akıbeti düşünmez. Aklın nefse mağlûb olursa nefis olur." ( 104 )
"Bu meâlde bir hikâye anlatıldı. Ey nüktedan! Kıssadan hisse al.
Allah Belkıs'a yüzlerce rahmet etsin. Onun aklı ve gayreti yüz erkeğin aklı gibiydi. Hüdhüd ona Süleyman'dan haber getiren bir mektup verdi.
Mektubu alıp okudu. Peygamber'in şânını hor görmedi. Onun cismini Hüdhüd, canını Anka bildi. Zâhiren bir köpükse de, derya gibiydi.
Peygamber'le Ebû Cehl'in savaştığı gibi, akılla duygu bu renkli tılsımlar yüzünden savaşır. Kâfirler, Ahmed'e insan dediler. Zira, ayın bölünüşü onlara görünmemişti.
His gözüne ebediyen toprak saç. Çünkü his gözü aklın düşmanıdır. Hudâ, his gözüne kör dedi. Mümin ile putperest zıddır.
Onlar denizi görmez, köpüğü görürler. Hâle kani olurlar, yarının işinden bir eser yoktur. "(105)
"Akılsızın dostluğu düşmanlıktır. Mevlâ böyle hizmetlerden müstağnidir. " (106)
"Bundan sonra Hak, Musa'nın sırrına sırlar vahyetti ki anlatılamaz. Musa'nın gönlüne bir başka hâl gelip görmekle söylemeyi birbirine karıştırdı. Gâh kendinden geçti, gâh kendine geldi. Ezel ebede uçtu.
Bundan sonrasını anlatmak mümkün değil. Zira onu anlatmada can ve gönül acizdir. Söylersem akılları şaşırır. Yazmak istersem kalemler parçalanır. " (107)
" Gece, parlak ayın göründüğü yerdir. Sevgiliyi gönül derdinde ara. Sen, İsa'yı bırakıp eşeğe bağlandın. Eşek gibi perdenin dışında kaldın.
İlim ve marifet İsa'nın talihidir. Ey eşek sıfatlı ! Eşeğin talihi yoktur. Eşeğin sesi, ona acımana sebep olur. Bilmezsin ki eşeğin âdeti eşekliktir.
İsa'ya bak. Eşeğe rağbet etme. Tabiatını, akıl üzerine reis eyleme.
(...) İsa'nın eşeği gönül feyzini bulmuş, akıllıların makamına konaklamıştır. Akıl galip olursa nefsin zayıflar. Zira ağır biniciden eşek hâlsiz düşer. Ey değerli eşek! Senin aklının zayıflığından bu hakir eşek ejderha oldu. "
(.. .) Ey göklere saflık veren! Sende cefa hilesi, vefanın kendisidir. Zira gönlün beğendiği bir akıllının cefası, câhilin vefâsından daha üstündür.
Hz. Peygamber, " Akıllının düşmanlığı, cahilin sadakatına tercih olunur. " buyurmuştur. " (108)
" At üstünde gelen bir akıllı, uyuyan birisinin ağzına bir yılan girmek üzere olduğunu gördü.
(...) O iş bilir adam pek akıllı olduğundan, hemen uyuyana birkaç topuz vurdu. Adam, topuzun acısından uyanınca bir ağacın altına sığındı. Oraya çürük elmalar dökülmüştü. Atlı, " Bu elmaları ye ! " dedi "
(.. .) Ona beddua ediyor, atlı da onu ovada durmaksızın koşturuyordu.
(.. .) İstifra ederek iyi, kötü ne varsa içindekileri çıkardı. Bu arada o hain yılan da çıktı.
(...) Atlı dedi ki, " Eğer sana vaziyeti söyleseydim, korkudan ödün patlardı. Sana yılanı bildirseydim, zehirden önce seni korku öldürürdü.
" Mustafa (s. a. v.) buyurmuştur ki, " - Sizde gizli olan düşmanı anlatsam, "
" - Yiğitlerin ödü patlar, akıllıların aklı mahvolur. "
" - Gönül levhasından niyaz parıltısı gidip oruç ve namaza kuvvet kalmazdı. "
(...) Cenabı Hak, " Allah'ın eli onların üstündedir " dedi. Böylece elimiz hakikatin ulaştığı yer oldu.
" Elimizde iktidarın feyzi olunca o yedi kat göğe aşsa ne olur?
Elimiz gökte bile hüner gösterdi . " İnşakka'l-kamer ( ayın yarılması ) " âyet-i kerîmesini oku. "
" Bu sıfat da zayıf akıllar içindir. Aptala kudreti anlatmanın faydası yoktur. "
"Uyanınca bunu anlarsın. Söz bitti. Doğrusunu Allah daha iyi bilir. "
"İçindeki düşmanı bilseydin ne elmayı yemen mümkün olurdu, ne de kusmak için mecâlin kalırdı."
( ... ) Ey asil kimse! Senin mükafatını Allah versin. Zira bu zayıf kulun sana teşekkür etmeye kuvveti yok."
" Sana bu şükrün hakkını ey ulu kimse! Tanrı versin. Bende onun için bir ağız, bir tatlı ses yok. "
" Akıllıların düşmanlığı böyledir bil. Akıllının zelili bile can için bal olur. Aptalın dostluğu cefadır, sapıklıktır. Dinle, bu hikâye de onun misalidir. "
" (...)Gönlünde hırs uyandıran her sesi de insanları parçalayan kurdun sesi bil. Bu yüceliği, mekân bakımından sanma. Onun makamı akıl ve candır. " (109)
"Akıllı birisinin yanında uyu ki, o gönül sahibi seni himaye etsin"
(...) Bir akıllıyı itham etti. Ayıyı sevgiye, vefaya kaabiliyetli sandı. " (110)
"Ahmağın sevgisi ayının sevgisine yakındır. Kini sevgi, sevgisi kin olur. Aptalın ahdi gevşek ve zayıf, onda hem vefadan bir eser yok, hem de aklı hafif.
Yemin de etse itimad etme. Yalana yeminini her zaman bozar. Yeminsiz sözü haydi haydi yalan. Hile ve hud'ayla balı ayran yapar.
Onun nefsi bey, aklı da esirdir. Mushaf'a yemin etmesi onun için kolay bir iş. "(111)
bir dostla görüşmeyi tercih et. Akıllılarla sohbet akla kuvvet verir. Şeker kamışı, şeker kamışından olgunlaşır. Ben bu kötü nefiste ne hileler gördüm. Onun sihri aklı idrakten uzaklaştırır. (112)
"Akıl, kendini renk renk gösterirse de o, suretten peri gibi fersahlarca uzaktadır. O melekten de üstün. Nerde kaldı peri ! Sen sinek gibi alçaklarda uçuyorsun.
Gerçi aklın yücelerde uçmaya gayret ediyor, taklit kuşunsa alçaklarda uçmada.
Taklidî ilim, canın ve tenin vebalidir. Âriyettir. Bizse ona sahip olduk sanırız.
Böyle akıldansa cahil ve bîgane ol. Aklına mağrur olma, deli ol.
(...) Ben ilerisini düşünen aklı denedim. Bundan sonra hep aşk divanesiyim. "(113)
"Sen bu göğe tekrar tekrar bak. Zira Allah ( c. c. ): "Gözünü çevir de bak " diye ferman etti.
Bu nurdan tavana, defalarca bak. Onda bir çatlaklık, bir yarık var mı gör.
(. ..)Tâ ki akıl ve fikirle tahkik edip, saf olanı ve tortuyu ayırasın. " (114)
"Birisi bir kabuğun mülkiyetini iddia etse; eğer içindeki onun ise kabuk da onundur.
"Eğer bir saman dengi için çekişme husule gelse, buğdayın kime ait olduğuna bak. Bu kâfi bir şahiddir.
Gök kabuktur, ruhun nuru ise onun içidir. Bu açıkça görülür. O gizli, temiz ve güzeldir.
Vücud açıkça görülür. Ruh saklı ve gizlidir. Vücud elbisenin yenidir. Can da yenin içindeki el.
Saf akıl ruhtan daha gizlidir. Şüphesiz his ruha vâsıl olur.
Hareket ettiğini görünce hayatta olduğuna hükmedersin. Fakat aklına dair sabit bir hüküm veremezsin. Hareket ve davranışlarını ölçüp tartmadıkça bakır mıdır, altın mıdır karar verilemez.
Onda güzel hareket ve sözler görürsen, anlarsın ki onda saf bir akıl vardır. Her ikisinde de gizlilik varsa da vahye mazhar olan ruhtaki gizli oluş akıldan daha fazladır.
Ahmed (s.a.v.)'in aklı kimseden gizli olmaz. Lâkin vahye mazhar olan o ruha cihan vâkıf değil.
Vahyedilmiş ruhta nice sırlar vardır. Akıl onları idrak edemez. Bazen darmadağın olur, bazen şaşırır kalır. Onu anlamak, o ve onun yerinde olmağa bağlıdır.
Hızır'ın ahvali gibidir. Nitekim Hızır'ın işleri, Musa Peygamber'in aklından uzak kaldı. "
(...) Gördüğü görünüşte yakışıksızdı. Çünkü Musa, o hâl ile hemhâl olmamıştı.
Musa'nın aklı bile bunda şaşırdıktan sonra, farenin aklı nedir, bir düşün.
Taklitçi akıl, alışveriş içindir, o müşteri bulunca hemen satar. Tahkikî ilmin müşterisi Tanrı'dır. O pazarın harareti geçmez.
(...) Farenin nefsi yiyecekleri kemirir ve deler. Çünkü aklı ona lâzım olduğu kadar verilmiştir. " (115)
"İbrahim'e ateşten bir ziyan gelmez. Fakat Nemrud'a mensup olanlar ondan korkarlar.
Nefis Nemrud' dur. Akıl ve can Halil gibi. Ruh aslına vâsıl olmuş, nefisse bir kılavuz ister. " (116)
"Akılı kimse mâna tanesini alır. Asla ölçeğe aldırmaz. (117)
"Akıl ve şüphesinde perde olana Hak gâh örtülür, gâh örtüsü açılır.
Akl-ı cüz'î, bazen galip, bazen mağlûbtur. Akl-ı küllî ise dünyanın hadiselerinden kurtulmuştur.
Akıl ve hüner hayrete feda olsun. Senin için Buhara'ya gitmekten bu horluk daha iyi ? " (118)
"İnsanların akılları birbirlerinden farklıdır. Nasıl ki güzellerin de görünüşleri başka başka...
Onun için Habibullah, " Erkeklerin güzelliği dillerinde gizlidir. " dem