Millî eğitim; millete sadakatin eğitimidir. Geçmişe hürmetin; geleceğe güven vermenin, istikbâli aydınlatmanın reçetesidir. Böylece; insanlık âlemine yeni ufuklar açmanın çetin, çileli fakat netîce itibariyle şükür meyvasıdır.
Aynı zamanda; güzel ahlâk, yâni doğruluk, dürüstlük ve nezâket ile, kültür ve medeniyete sâhiplik, ilim ve san’at yolunda durmadan gayret göstermenin kılavuzudur.
Çocuğumuzun, gencimizin veya topyekûn her yaştaki insanımızın eğitimi, onların, p(i)sikolojik, kültürel, sosyal ve metafizik ihtiyaçlarını karşılamak kadar, maddî varlıklarının idâmesi için gerekli ihtimam, fırsat ve imkânların da hazırlanması demektir.
Maksat ve hedef; insanların kendi ‘zekâ, kaabiliyet ve arzularına göre’ meslek seçimlerini yapabilmesi ve bu yolla da, vatana, millete ve insanlığa faydalı hizmet sunabilmesidir.
Esas olan; zekâ’nın değerlendirilmesi ve kaabiliyet’in keşfedilmesi’dir. Bu ikisinin tâyin edeceği şartlara göre, ‘arzu/istek’ diğer önemli âmildir. Zekâ durumu fen sahasına müsait olmayan biri, ne kadar doktor veya mühendis olmayı arzu ediyorsa da, bunun fayda sağlamayacağı düşünülmelidir.
Aynı durum; edebiyat ve güzel san’atlar için de geçerlidir.
Demek ki, eğitim sistemi, insanların seçeceği mesleklerini ayarlayan/tanzim eden en mühim millî teşkilât’tır. Bu millî teşkilât sâyesinde; başta ahlâklı iyi insan, ardından iyi doktor, iyi subay, iyi mühendis, iyi imam, iyi öğretmen ve her sahada iyi meslek sâhipleri yetiştirmek mümkün olabilir.
Şüphesiz ki, bütün bu meslek mensuplarını yetiştirebilmek için de, ilkönce, ‘iyi öğretmen’in yetiştirilmesi gerekmektedir.
Öğretmene/veya öğretim üyelerine; çocukları sınıflarda oyalayan insanlar olarak değil; onlara, bir devletin ve o devleti inşâ eden milletin istikbâlini parlatacak nesillerin mîmarı olarak bakmak lâzımdır.
Bundan ne anlıyoruz, tek kelimeyle: Kalite!..İki kelimeyle: Üstün vasıf!..Üç kelimeyle: Mükemmel nitelikli insan’a sâhip olmak!..
Çağının ihtiyaçlarını bilen, millî şuûr ve töreye bağlı, mâzîsinden kuvvet bularak, teknolojide, mîmarîde, şiirde, romanda ve her çeşit ilim ve san’at sahasında mükemmeli arayan zihniyetle, devleti koruması, insanını ve insanlığı seven bir neslin tahakkuku bu eğitimin temel hedefi olmalıdır.
Öyleyse; 2021’nin sonlarına yaklaştığımız şu günlerde, dünyâ üniversiteleri içersinde, Türkiye’ye bakalım. Önce, bir mukayeseyle işe başlayalım:
Türkiye’de, 131’i devlet üniversitesi olmak üzere toplamda 209 üniversite bulunmaktadır.
Almanya’nın nüfusuyla Türkiye’nin nüfusu 83’er milyon civarındadır. Yâni, hemen hemen eşittir/aynıdır.
Almanya üniversitelerindeki öğrenci sayısı (üç milyon); Türkiye’deki üniversite öğrenci sayısı ise, (sekiz milyon)un üzerindedir.
Bu rakamları nüfusa oranladığımız zaman, Almanya nüfusunun % 3.6’sı; Türkiye nüfusunun ise, % 9.6’sı yükseköğrenimde okumaktadır. Bu istatistikî rakamlar bile, bizim, ne kadar hantal bir üniversite yapımız olduğunu göstermektedir.
Asla ve kat’a, üretimi ve gelişmeyi maksat edinen bir yapı değildir. Kalite ve liyâkat, hiç mi hiç önde mevki bulmamaktadır. Tabiî ki, ‘zeki’ öğrenciler için bunu söyleyemeyiz. Onlar, her şartta öne çıkmaktadırlar. Fakat, onlara, iyi bir öğrenim sağlandığı takdirde, daha nice üstün başarılara imza atarlar, onu düşünmek lâzımdır.
Londra merkezli yükseköğretim derecelendirme kuruluşu olan Times Higher Education Dünyanın En İtibarlı Üniversiteleri 2021 yılı sıralamasında, ilk bine giren 9 Türk üniversitesi bulunurken, Almanya’nın ellinin üzerinde üniversitesi bulunmaktadır. Bu durum, doğrudan doğruya “kaliteli öğrenimin” neticesidir ve tamamiyle gelişmenin temelini teşkil eder.
İngiltere’nin Oxford Üniversitesi, üstüste 5. defa sıralamada birinci olmuştur. Sormamız ve kendimizi mercek altına almamız gerekmez mi ki, niçin, bizde böyle bir başarı mevcut değildir?
İlk yüze giren üniversitelerin 37’si ABD’ye aittir. 11’i İngiltere’nin ve 7’si de Almanya’nındır.
İlk 10’da, ABD’nin 8 ve İngiltere’nin ise, 2 üniversitesi bulunmaktadır.
İlk 1000’e giren sâdece 9 üniversitemiz vardır ve onlar da şunlardır: Çankaya, Koç- Hacettepe, Sabancı, Bilkent, Boğaziçi, Özyeğin, İstanbul ve İstanbul Teknik üniversiteleri.
Bu da gösteriyor ki, çok üniversite açmakla övünmemizin hiçbir mânası ve kıymeti yoktur. Çünkü; gençlerimizin çoğu ya işsizdir yâhut da mesleklerinin dışında bir işle meşguldürler.