“Reform” kelimesini hiç sevemedim. Bana, çok sert, tahakkümcü, katı geliyor. Zâten yabancı!..Bunun yerine; daha yumuşak, daha anlaşılır ve daha tesirli, yeniden düzenleme, yeniden şekillendirme, düzeltme, yenileme, ıslâhat gibi kelimeleri kullanmayı tercih ederim. Sonra...
Reform denilince, bunun arkasında birçok olumsuzlukların biriktiğinin işâreti seziliyor/sezdiriliyor. Ve ister istemez, durup dururken, “Ne var ki/ ne oluyor/ ne oldu ki, ‘reform’ ihtiyacı duyulmuştur?” düşüncesine kapılıyoruz.
Öyle ya; elli seneden beri bu mevzûda yazan ve teklifler sunan biri olarak, “Ne var ki? Ne oldu/ne oluyor ki?” sorularını sormak hakkını da kendimde görüyorum.
Kimine göre, Tanzimat’la; kimine göre, Cumhuriyet’la başlayan bozulma lâfı bugüne kadar sürüp gelmiş ve hâlâ da çâre aranır olmuş!.. Önce şunu ifade edeyim ki; her dönemde, bozulmalar ve yenilenmeler/tadilâtlar/tashihler, düzenlemeler olmuştur. Yanlış veya doğru, olmuştur!..
Yaşadığım dönemlerdeki bozulmalar zâten ileri safhalardaydı/safhalardadır. Birkaç örnek arzedeyim: Meselâ; Mektupla Öğretim; meselâ, Hızlandırılmış Öğretim. Meselâ, öğretmen okullarının lise hâline dönüştürülmesi ve meselâ, öğretmen liselerinin topyekûn ortadan kaldırılması-silinmesi!..Meselâ, Yüksek Öğretmen Okulları’nın kaldırılması,: meselâ 4+4+4’de geçilmesi; meselâ, önce ilkokul dörtte ve ardından da ilkokul ikide İngilizce’nin mecbûrî yabancı dil olarak okutulması; meselâ, dil dâvâsının/Türkçe’nin hiçbir dönemde ilk sıraya oturtul(a)maması; ve hâlâ kitapların uydurukça ve yabancı kelimelerle dopdolu olması, bunlardan bâzılarıdır.
Reform mu?
Elbette!..Buyrun yapalım!..
Tabiî ki, önce biraz düşünelim!..
Cumhuriyet ilân edileli henüz yüz yıl/bir asır olmadı. Kusurları yok muydu/yok mudur? Elbette vardır ve çok da kusur bulabiliriz? Bulamaz isek, zâten hiçbir gelişmeyi/değişmeyi istemiyor/hedeflemiyor veya bunlar, olmadı/olmuyor demektir.
Peki, ilkler ne yaptı, sonrakiler ne yaptı? Ve sonrakilerden en uzun sürelisi olan son 18 yıllık dönemde hangi ‘müspet adımlar’ atıldı? Lütfen, arşivleri açıp bakınız ve sâdece benim yazdıklarımı/tekliflerimi inceleyiniz.
Görürsünüz ki, hem sistem olarak ve hem de müfredat olarak neler söylemişim de neler yapılmış!..
Reform mu? Elbette!..İhtiyaç ise mutlaka olmalı ancak bunca gecikme niyeydi ve şimdi niçin icap etti/gerek duyuldu?
Üçü bürokrasiden gelme milletvekili, dördünün biri doçent ve üçü de profesör olmak üzere tam yedi Millî Eğitim Bakanı’nın icrâatından sonra, “reform” kelimesi, bu endîşeleri artırdı.
Çâre arayan oldu mu? Bilemem!..Ancak; bu soruya şöyle cevap verelim ve sıralayalım:
“Sistemi sil baştan değiştiriyoruz.” (Erkan Mumcu/2002);
“Önceki sistem problemli, sistemi tamamen değiştiriyoruz.” (Doç. Dr. Hüseyin Çelik/2003);
“Sistem eski, değiştiriyoruz.” (Nimet Çubukçu/2009);
“Böyle sistem olmaz. Sistemi değiştiriyoruz.” (Prof. Dr. Ömer Dinçer/2011);
“Sistem çok sıkıntılı. Değiştiriyoruz” (Prof. Dr. Nabi Avcı/2013);
“Böyle sistem mi olur? Sistemde köklü değişiklik yapıyoruz.” (İsmet Yılmaz/2016) ve son olarak;
“Türkiye’nin dört bir yanında öğrencilerin benzer imkânlara sahip olabildiği; adalet temelli bir yapı üzerinde çalıştık...Hazırız, yarını bekleyin.” (Prof. Dr. Ziya Selçuk/2020)
Dikkat edilirse görülecektir ki; sonuncuda, “sistem” kelimesi, “yapı” kelimesiyle karşılanmıştır!..
Bu cümlelerin herbirinde “sistem” kelimesi, bir “reform” işâreti olarak görülmektedir. Bu sebepten olacak, Cumhurbaşkanı, “eğitim ve kültür” hakkında, son dört yılda yaptığı açıklamalarda hep şikâyetçi olmuş ve nihâyet, sonuncuda “reform” kelimesini kullanmıştır.
Önce, bunları hatırlayalım:
* “Sadece iki alanda arzu ettiğimiz seviyeye ulaşamamış olmamızdan fevkalâde üzgünüm, bunlardan biri eğitimdir, diğeri kültür sanatttır”. (Hürriyet Gündem, 28 Aralık 2016).
* “Elde ettiğimiz başarılar önemlidir fakat buna rağmen eğitim ve kültür konusunda tam istediğimiz seviyeye henüz ulaşamadığımıza inanıyorum”. (Basın: 02.04.2018)
*“Türkiye, geçen 17 yılda her alanda en büyük yatırımlara, en büyük eserlere, en büyük hizmetlere kavuşmuştur. İki konuda nispeten hedeflerimizin gerisinde kaldık; biri, insan yetiştirme olan eğitim diğeri insanı zenginleştirme olan kültür, sanattır”. (Hürriyet Gazetesi, 08 Eylül 2019, Sf. 12)
2019-2020 Yükseköğretim Akademik Yılı Açılışında ise, Cumhurbaşkanı şunları söylüyor:
“Almanya’da yükseköğretim öğrenci sayısı ne biliyor musunuz? 3 milyon, bizde 8 milyon. Almanya’nın nüfusu bizim nüfusumuzla hemen hemen aynı ve Sayın Şansölye bunu öğrenince, ben bunu bilmiyordum, dedi. Nitelik noktasında aşmamız gereken şüphesiz ki bir mesafe var”.(Basın: 18 Eylül 2019)
Nihâyet, Cumhurbaşkanı, son beyanında, “reform” kelimesini kullanmak zarûretini hissetmiştir ki, bu hussusta şöyle demektedir:
* “Ülkemizin geçmişten bugüne eğitim sistemi, çocuklarımıza sadece maddi bilgi yükleme üzerine kuruludur. Her okul seviyesinde öğretime ağırlık verilirken, eğitim kısmı ihmal edilmiştir. Özellikle medyanın etkisiyle aile dâhil geleneksel eğitim yapılarının gücü azalırken, yerine daha iyisi konulamamıştır. Evlatlarımızın zihin ve gönül dünyalarındaki boşluk da Batı merkezli popüler kültür ürünleriyle veya sapkın akımların hezeyanlarıyla doldurulmuştur. Bunun için önümüzdeki dönemde önceliğimizi aileden başlayarak eğitim öğretim hayatları boyunca evlatlarımızı hakkıyla yetiştirmek olarak değiştirmemiz şarttır. Bu değişim sıradan bir müfredat tadilatının ötesinde topyekûn bir eğitim öğretim reformunu gerektirir”. (HABER TÜRK-19. 10.2020)
“Tadilât” ve “reform” kelimelerinin farklı kullanıldığına dikkat çekmek isterim.
“Merkezi Londra’da bulunan yükseköğretim derecelendirme kuruluşu QS, dünyanın en önemli ölçümlerinden biri olarak kabul edilen “2021 Dünya En İyi Üniversiteler Sıralaması”nı açıkladı. Dünyanın 20 bin üniversitesinin değerlendirildiği sıralamada ilk bine Türkiye’den 9 üniversite girdi. İlk 500 listesinde ise Koç Üniversitesi 465. Sırada yer aldı.” (Bknz. Hürriyet-11. 06. 2020)
Türkiye’nin 9 ünversitesi ise, sırayla, şunlardır: Koç, Sabancı, Bilkent, Orta Doğu, Boğaziçi, İstanbul Teknik, Ankara, Hacettepe ve İstanbul Üniversitesi.
Peki; aynı nüfusa sahip olduğumuz ve üniversite öğrenci sayısı 3 milyon olan Almanya’nın bu sıralamadaki durumu nedir, diye sormamalı mıyız?
Nakledelim:
Almanya’nın, ilk binde değil, ilk 500 sıralamasında tam 22 (yirmiiki) üniversitesi bulunmaktadır. Demek ki, her ilçeye bir yüksek okul veya her şehre bir-iki üniversite açıyoruz demekle, üniversite olmuyor!..
Hulâsa: “Topyekûn bir eğitim öğretim reformu” beklemeliyiz!..Fakat nasıl? İşte, bunu söyleyen yok!..
Türk millî eğitiminin PİSA değerlendirmelerindeki ve üniversite seviyesindeki başarısızlığı, apaçık ortadadır ve kendini iyice göstermektedir. Bunu; artık, ne Tanzimat’a ve ne de şu veya bu dönemin aksaklıklarına, becerisizliklerine ve bilmezliklerine bağlamamız mümkündür.
Zîra; son yüz yılın son beşte birine yakın zamanında, dördü akademik unvanlı kişiler olmak üzere tam yedi Millî Eğitim Bakanı vazife yaptı. Aksaklıkları, beceriksizlikleri, bilmezlikleri nerede arayacağız?!
“Millî Eğitim Reformu” demek, ilk önce, “öğretmen ve öğretim üyesi yetiştirme reformu” demektir. Başlangıç, budur!..
Peki; ‘Öğretmen yetiştirme’ diye bir dâvâmız var mıdır? Hayır!..
Peki; her anabilim dalında ‘öğretim üyesi yetiştirme’ diye bir dâvâmız var mıdır? Yoktur!..
‘Vardır’ diyenlerin bulunacağını biliyorum. Bana, üniversiteye girişinden îtibâren ilim adamı adayı olmaya lâyık öğrencilerin arasından seçilmiş kaç öğretim üyesi gösterebilirsiniz? İlmî zekâya ve çalışma arzusuna sâhip gençlerin akademik sahaya teşvik edilmeleri şarttır. Tartışılabilir!..
Dîğer hususlar, bunların peşinden gelir. Fakat okutulması gereken dersler ile, bu derslerin muhtevâları da, öğretmen ve öğretim üyesi seçimi kadar mühimdir.
Mustafa Kemal Paşa (henüz, Atatürk soyadını almamıştı), savaş devam ederken, 16-21 Temmuz 1921 târihleri arasında, Ankara’da, Maarif Kongresi’ni toplamıştır. Düşününüz, Millî Mücâdele devam etmektedir. Sakarya Savaşı (23 Ağustos 1921-13 Eylül 1921) öncesidir ve savaş hazırlıkları yapılmaktadır.
23 Nisan 1920’de TBMM açılmış ve hemen ardından, 6 Mayıs 1920’de Maarif Bakanlığı kurulmuş ve 25 Kasım 1920’de de, öğretmen ve öğrencilerin askerlik yükümlülükleri TBMM tarafından tehir edilmiştir.
Tam yüz yıl önceyi ve onun şartlarını tahayyül ediniz!..Öğretmenliğe verilen değeri düşününüz!..
Son söz olarak; Mustafa Kemal Paşa’nın 15 Temmuz 1921 târihinde, Maarif Kongresi’ni açış konuşmasından bir bölüm nakletmeyi uygun görüyorum:
“Harb-i umûmî memleketimize bir mağlûbiyet tevcîh etti. Düşmanlarımız bunu vesile kılarak, milletimizi tamamen imhâ etmek istediler. Buna karşı vukûa gelen galeyân-ı milliyye, Ankara, muazzam bir sahne oldu. Bizi yaşatmamak isteyenlere karşı yaşamak hakkımızı müdafaa etmek üzere toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, burada, Ankara’da toplandı. Bugün, Ankara, millî Türkiye’nin “millî maarifini” kuracak olan Türkiye Muallime ve Muallimler Kongresi’nin toplantısına sahne olmakla da iftihar etmektedir.
Asırların yüklü olduğu derin bir ihmal-i idarinin bünye-i devlette vücuda getirdiği yaraları tedavi için harcanacak himmetlerin en büyüğünü hiç şüphesiz irfan yolunda hazırlamamız lâzımdır.
(...) Lâ-ale’t-tayîn bir ecnebi kültürü, şimdiye kadar takip olunan yabancı kültürlerin yıkıcı neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür (Harâset-i Fikriye) zeminle mütenasiptir. O zemin, milletin seciyesidir.
Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa mevcudiyeti ile, hakkı ile, birliği ile taarruz eden bi’l-ûmum yabancı unsurlarla mücâdele lüzûmu ve efkâr-ı milliyeyi kemali istiğrak ile her mukâbil fikre karşı şiddetle ve fedakârane müdafaa zarûreti telkîn edilmelidir.
(...) Teferruâtını tamamen erbâb-ı ihtisasına bırakmak istediğim bu mesele hakkındaki umûmî nokta-i nazarımı ikmalen ifade için yeni neslin techiz olunacağı evsaf-ı maneviyye meyânında kuvvetli bir aşk-ı fazilet ve kuvvetli bir fikr-i intizam ve inzibattan da bahsetmek zaruretindeyim.
(...) Huzurunuzda ve huzur-ı millette millî maârifimiz hakkındaki nokta-i nazarımı ifadeye imkân veren bu vesileden istifade ederek geleceğimizin kurtuluşunun aziz öncüleri olan Türkiye muallime ve muallimleri hakkındaki hürmet dolu hislerimi zikretmek isterim.
(...) Hükümet-i milliyemizin, kemal-i ciddiyet ve samimiyetle arzu ettiği derecede Türkiye muallime ve muallimlerinin hayat ve refâhını henüz temîn edememekte olduğunu bilirim. Fakat milletimizi yetiştirmek gibi mukaddes bir vazifeyi yerine getiren yüce heyetinizin bugünün vaziyetini nazar-ı itibâra alacağından ve her zorluğa göğüs germe ile bu yolda gâyet metânetle yürüyeceğinden şüphem yoktur.
Vazifeniz pek mühim ve hayatîdir. Bunda muvaffak olmanızı Cenâb-ı Hakk’tan temenni ederim.”
O hâlde;
- Öğretmen Fakültesi/Eğitim Fakültesi/Yüksek Öğretmen Okulu, adı ne olursa olsun, buna temel teşkil edecek ve mezun olduklarında sâdece bu fakülteye girmesi mümkün olan, yine adı ne olursa olsun, Öğretmen Lisesi/Öğretmen Okulu/Öğretmen Mektebi, ihtiyaç hesap edilerek, en yüksek puanlı öğrenciler arasından seçilerek, açılmalıdır.
- Aynı şekilde; subay yetiştiren Kara, Hava ve Deniz Harp Okulları’na temel teşkil edecek olan Askerî Liseler açılmalı ve öğrencileri, fizikî yeterlilik de göz önüne alınarak, yine en yüksek puanlı öğrenciler arasından tercih edilmelidir.
- İlâhiyat Fakültesi/İslâmî İlimler Fakültesi’ne temel teşkil edecek olan İmam-Hatip Liseleri, ihtiyaca göre tespit edilerek, yine en yüksek puanlı öğrenciler arasından alınmalıdır.
- K(ı)lâsik liseler; fenle ilgili fakültelere temel teşkil edecek olan Matematik ve Fen Bilgileri; Edebiyat Fakültesi’ne temel teşkil edecek ve henüz mevcut olmayan Edebiyat Liseleri’nin yerini tutacak olan Türk Dili ve Edebiyatı Bilgileri; Hukuk Fakültesi gibi fakültelere temel teşkil edecek Toplum Bilimleri ile, San’at Eğitimi ve Öğretimi Bölümleri olmak üzere dört şube, kendi sahalarında yeterlilik kazanmış öğrenciler arasından seçilerek, açılmalıdır.
- Meslek Liseleri, sâdece ara eleman yetiştirilmesi için, kendi dallarında ihtisaslaştırılmalı, dîğer ders yükleri kaldırılarak sâdece bir temel bilgi olarak verilmelidir. Böylece; bu değerli okulları bitiren gençler, belli bir tecrübe ve bilgi kazanarak doğrudan doğruya iş hayatına atılabilmelidir. Mevcut yapı içersinde, kültür derslerinde de, meslekî derslerde de istenen başarı sağlanamamakta ve öğrencilerin eline birer diploma ile, hiçbir işe yaramayan “İşyeri Açma Belgesi” verilmektedir.
- Her seviyeli okulumuzdaki ders sayısı mutlaka azaltılmalı; konular, anlaşılır ve sâde bir Türkçe’yle ifade edilmelidir.
- İlkokul ikinci sınıftan başlatılan “İngilizce” dersi âcilen kaldırılmalıdır. Çocuklarımıza “anadil” yâni “Türkçe şuûru” ver(e)meden, mecbûrî bir yabancı dilin okutulması çok tehlikelidir. Yabancı dil dersi, ortaokuldan îtibâren başlatılabilir.
- Türkiye’de, yabancı dil öğrenimi, baştan beri yanlıştır. Burada iki nokta vardır: 1. Okuması gerekenlere yâni belli bir zekâya sâhip yâni bir hedefi olabilecek olan çocuklara mecbûrî olmalıdır; 2. Başarı durumu düşük, verim alınamayacak durumda olan öğrencilere ise, demokratik/hukukî bir hak olarak, istekleri hâlinde okutulmalıdır.
- Yabancı dil mes’elesinde, iki husus daha vardır: Birincisi; yabancı dille değil, bütün merhalelerdeki öğretim Türkçe yapılmalıdır. İkincisi ise; şu anda uygulandığı gibi, durmadan F(ı)ransızca veya Almanca bölümü açmanın da bir faydası yoktur. Ünversitelerde, ihtiyaca göre yabancı dil bölümü açılmalı; ortaöğretimde ise, İngilizce, F(ı)ransızca, Almanca’dan başka, öğrenci arzusuna göre, Rusça, Çince, Japonca, Arapça, İspanyolca gibi yabancı dil dersleri de konulmalıdır. İhtiyaç hangi yabancı dile ise, ona önem verilmelidir. Zâten, yukarıda ifade ettiğim gibi, öğrencilerin büyük bir bölümü, yabancı dilden ‘muaf’ olacaktır. Dîğerlerine de iyi bir yabancı dil öğrenimi sağlanmalıdır. Şu ana kadar, “Ben, üniversiteyi bitirdim ve bir yabancı dil öğrendim” diyebilen bir kişiye rastlayamazsınız. Çünkü; maksat ve hedef yoktur!..
- Ne yazık ki, Türkçe öğrenimimiz de asla başarılı değildir. Düşününüz, Üniversitelerde bile, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü dışında, meselâ, Tıp, Hukuk, Ziraat, Mühendislik, Matematik, Diş Hekimliği, İktisat...aklınıza hangi fakülte gelirse orada Türkçe Dersi okutulmaktadır. Sebebi/gerekçesi ise, Türkçe’nin, ilk ve ortaöğretimde yeterli bir şekilde öğretilememesidir. Tabiî ki, aynı düşünceyle okutulan, bir de inkılâp târihi dersi vardır. Bu durum; ne yazık ki, YÖK’ün kuruluşundan beri devam etmektedir. Dünyâda böyle bir uygulama görülmemiştir!..
- Çok önemli gördüğüm ve zaman zaman da makalelerimde ilk sıralarda yer verdiğim “köy okulları”, âcilen açılmalı, “taşımalı” denilen sisteme son verilmelidir.
- Ders kitaplarıdaki fecaat apayrı bir mevzûdur. Eski yazılarımda da bahsetmiştim. Bir defa, bu kitapların hepsinde, her şeyden önce, Türkçe’nin yanlış kullanılması birinci mes’elemizdir. Çocuklarımıza, anadiimiz Türkçe yanlış sunulmaktadır. Türkçe’de karşılığı varken, ya uydurukçası veya yabancı dilden geçen bir karşılığı verilmektedir. Meselâ; hür, hürriyet kelimeleri İstiklâl Marşı’mızda bütün güzelliğiyle yaşarken, bunlar, bütün kitaplarda, uydurma ve köksüz “özgür ve özgürlük” kelimeleriyle karşılanmaktadır. Meselâ; 1300 sene önce, Orhun Kitâbeleri’nde ve 800 sene önce de Yûnus Emre’nin şiirlerinde “kişi” gibi pırlanta bir kelime kullanılacak ve bunun yanında, “şahıs, fert ve zat” kelimelerimiz de olmasına rağmen, okul kitaplarımız “birey” denen uydurma ve ucûbe bir kelimeyle donatılmıştır. Olur şey değildir!..Onlarcasını sayabilirim.
- Bilinmesi gerekir ki, Türkçe, binlerce yıllık bir dildir. Milyonlarca kilometre karelik sahada/coğrafyada, milyonlarca kişi tarafından kullanılan, zengin, güzel, berrak ve muhteşem bir dildir. Ona hürmet göstermek herkesin birinci vazifesidir.
- Her seviyeli öğrenci seçimlerinde; (Bulucu-keşfedici-icatçı) ilmî zekâ- (cihânşümûl) kaabiliyet-meslekî zevk (istek-arzu) hususlarına dikkat edilmelidir. Şu anda, iş arayan üniversite mezunu gençlerimiz, “Ne iş olursa yaparım” demektedir. Bu; dehşet vericidir. Ürkütücüdür. Korkunçtur. Mühendis genç, kargoda çalışıyor.
- Akademik çalışmalarda, yabancı dil engeli/barajı kaldırılmalıdır. Akademik sahada ilerlemeyi düşünen birinin, zâten, kendiliğinden, bunun idrâkinde bulunarak, en az bir yabancı dile bilme zarûreti vardır. Mecbûriyet, anabilim dalı çalışmalarına büyük sekte vurmaktadır ki, bu da, bugüne kadarki yabancı dil öğrenimizin yanlışlığını göstermektedir.
- Kılık-kıyafete çekidüzün verilmelidir. Millî ve mânevî değerlerimiz titiz bir şekilde korunmalıdır. Samimî bir şekilde, sevgi, saygı ve hoşgörü ölçüleri tahakkuk ettirilmelidir.
- Çocuklarımıza ve gençlerimize mübârek dînimiz, târihimiz ve edebiyatımız, sevdirilerek, sâde fakat tesirli bir lisânla anlatılmalı, öğretilmelidir.
Temennilerim, elbette ki, sâdece bunlardan ibâret değildir. Zaman içersinde, mevzû açıldıkça, Allah nasip ederse, yine aklım erdiğince sözüm olacaktır...
Önü açıldığı takdirde, Türk gençliğinin yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Bunun da yegâne yolunun ilmî esaslara bağlı bir Millî Eğitim’le mümkün olacağı âşikârdır. İnşâ-Allah, bu yol açılır!..