Seher vakti, namazlarını kılar kılmaz, rızıklarını aramak için bahçeye koşuşanlar...
Domatesin, biberin, patlıcanın, patatesin, lahananın...çayın, fındığın, pamuğun, kayısının, zeytinin, limonun, portakalın...dibini eşeleyip, gübresini koyup, ilâçlayıp, aşısını yapanlar, dalını-çıtırını budayanlar..
Çalı-çırpı toplayanlar, gazel süpürenler,...Çöp kutularında ekmek kırıntısı, yırtık bir çift ayakkabı, bir tomar kâğıt arayanlar..
İneklerine, keçilerine, koyunlarına, mandalarına ot biçmek için oraklarını, tırpanlarını eline alanlar...Baltalarını bileyenler..
Yakıcı güneşin altında buram buram ter dökenler...Kuru soğuğun altında büzüm büzüm büzüşenler..
Seher vakti...yerin bilmem kaç metre altında, kömür karasını alınlarının ak'ı yapanlar... Bir an önce, makinelerini çalıştırmak için sokakları dolduranlar..Sınıflarında ilim irfan öğretmek ve öğrenmek için alınlarını çatlatan çocuklar, gençler ve öğretmenler... nefes tüketenler ..
Tulumlarını giymiş, kürekleriyle, malalarıyla inşaâtta işbaşı yapmak için canhıraş kendilerini ortaya koyanlar..
Gecenin ayazında balık ağlarını toplayanlar...Kanalizasyonlarda, alın teriyle, helâlinden kazanmak için kazma-kürek sallayanlar..
Direksiyon başında " Ömür biter, yol bitmez!" diyenler...Tayyare uçuranlar...Gemi yüzdürenler...
Gündoğumlarına kadar can güvenliğini, emniyeti ve asayişi sağlamaya çalışanlar...Hastasının başucunda dört dönen hemşireler, doktorlar...
Şu dağbaşı senin, bu dağbaşı benim demeden, teröristlere göz açtırmayan şanlı Türk askerleri ve onların önünde yürüyen gözüpek komutanlar...
.....
Ve yatlarında, katlarında, sımsıcak yataklarında, el bebek-gül bebek büyüyen/büyütülenler, dünyanın en şatafatlı ömrünü sürenler...
....
Hepiniz ve hepimiz biliyoruz ki, 'vatan müşterek bir yuvadır' ve bu yuvanın selâmeti için canımız pahasına da mücâdele ederiz!..Değil mi?
Bu, bizim/hepimizin vazifesidir, değil mi? Hak etmediğimiz bir şeye elimizi uzatmanın, o, elin kırılası olmasını gerektirdiğinde de mutabıkız, değil mi?
Yâni;
Millete âit olan her türlü maddî ve mânevî kıymetin şükrünü edâ edip, onu korumakla, çar-çur etmemekle mükellefiz, değil mi?
Buna riâyet etmeyen, "Kul hakkı yemiştir", hükmündedir, değil mi?
Peki;
Millete âit olan her türlü maddî ve mânevî değeri "Har vurup harman savurmanın" bir imtiyaz olmadığında da mutabakız, değil mi?
Sâdece kendine âit olanı değil, millete âit olanı da saçıp savurmak hakkı kimseye tanınmamış ve tanınmamalıdır, değil mi?
Düşünün ki, bir oğul, babasından kalan mîrâsı satıp lüks bir araba alıyor. İlk bakışta, bu, onun hakkıdır diyoruz, değil mi? Tabiî ki, 'bir' lâfın gelişidir!..Alıyor işte!..Almak hakkıdır, değil mi?
Peki, israfın haram olduğunu, bizim mukaddes kitâbımız , bize söylemiyor mu? (A'raf, 31)
Biz, yine, ' bir araba' diyelim!..Oğul; arabayı, bir oraya çarpıyor, bir buraya...Bir bu zatla, bir şu kişiyle, bir o fertle, bir filân şahısla dâvâlı duruma düşüyor..Ammâ...bir türlü tınmıyor!..
Bir Devlet de, neredeyse, elindeki değerli mallarını birer birer satar ve ondan kazandıklarını, yeni üretimlere seferber etmez/edemez ise, tıpkı, bu "oğul" gibi olmaz mı, ne dersiniz?
Türkiye'mizin onca limanı satılmıştır...Türk Telekom, Tüpraş, Petkim, Telsim, Erdemir... gibi sanayi kuruluşları, tam veya ortaklık hâlinde satılmıştır...
Devlet bankalarının pek çoğu aynı akıbete uğramıştır.
Çalışır hâlde bulunan birçok fabrika satılmıştır...
Ya toprak/arazi/arsalar?! Ne hâldedirler düşündünüz mü? Düşündük mü?
Basından öğrendiğimize göre; 1923-2003 târihleri arasında geçen seksen yılda 425 yabancıya onbir milyon metrekare "toprak/arazi/arsa satılmasına rağmen, 2003-2013 tarihleri arasında geçen on yılda ülkemizde tapu sahibi olan yabancı sayısı yüzon iki bine ve satılan toprak miktarı ise yüzotuzaltı milyon metrekareye ulaşmıştır.
Bu satılan topraklar, şanlı ecdâdın, bedelini, kanıyla ödediği mekânlardır. Yâni; vatan'dır!..
Dostluklarından ve düşmanlıklarından emin olmadığımız "zengin dış güçler", elimizdeki değerli arazileri - sinsi veya âşikâr- kapış kapış almaktadır.
Ne yazık ki, bunda, Devlet de öncü rolü oynamaktadır. Zâten, sıkıntı da buradadır!..
Peki; bu satılan, tesislerden, arazilerden ve kuruluşlardan kazanılan paralarla ne ve hangi 'üretim artırıcı" müesseseler inşâ edilmiştir?
Şu var ki, yollar, köprüler, havaalanları, resmî dâireler ve bilhassa futbol sahaları yapılıp faaliyete geçirilmiştir. Bu, doğrudur!..
Yollar ve köprüler zarûrîdir. Havaalanlarının birçoğunun kapasiteyi dolduramadığı görülmektedir.
En şatafatlı s(ı)tadyumların ve resmî dâirelerin yapılması ise, sâdece gösterişten ibârettir. Yapılan s(ı)tadyumlar şu gerçeği ortaya koymuştur ki, bunların yapılmasıyla s(ı)porumuzun gelişmesi arasında hiçbir bağ yoktur. S(ı)porumuz her dalda gerilemiştir.
Bu tesisler yapılmasın mı, denilebilir... Kim diyor yapılmasın, diye? Elbette yapılsın!..Bütün şehirlerimiz buna lâyıktırlar, fakat sistem nerede ve gençlerimiz/her seviyeli öğrencilerimiz bundan ne kadar istifade edebiliyor, düşünmek gerekir.
Meselâ; Samsun'da, 12.5 metre yüksekliğinde, Türk kültürüyle hiçbir ilgisi bulunmayan bir Amazon heykeli yapıldı ki, ne işe yaradığını hâlâ bilen yoktur!..
Yine, aynı şehirde, Vâlide Sultan Câmisi olarak da adlandırılan Büyük Câmi'nin aslına uygun olmayan tâmiratı da buna bir numûnedir.
Buyurunuz, İstanbul s(ı)tadyumlarına bakınız...
Türk Millî Futbol takımı, 2002 yılında, Şenol Güneş'in teknik direktörlüğünü yaptığı dönemde, FİFA Dünya Kupası'nda 3. lük kazanmasından sonra hangi başarıya imza atmıştır.
Kendimizi kandırmayalım; sistemsizlik, hâlâ devam etmesine rağmen, paralar da su gibi akıyor/akıtılıyor!
1967 yılında, Süleyman Demirel zamanında, bir çimento fabrikasına kavuşan T(ı)rabzon şehrinde hâlâ ikinci bir fabrika yoktur. T(ı)rabzonlu, niçin hâlâ gurbetçidir?
Büyük bir gösterişle açılan yeni s(ı)tadyum, T(ı)rabzons(ı)por'a bir şey kazandırmış olsaydı, kendi oyuncusunu yetiştirirdi ve en azından, bulunduğu ligde ön sıralarda olurdu.
Bu s(ı)tadyum, T(ı)rabzon gençliğine hangi iş imkânını sağlamıştır/sağlayacaktır?
Ya, değişik şehirlerimizde, dünyanın parası harcanarak "restorasyon" adı altında -tabiî ki, doğrusu, tâmirat veya onarım'dır- tahrip edilen târihî eserlerimizin feci hâli!..
Sözün özü: şu andaki harcamalarımız, tıpkı, sözünü ettiğim oğul'un harcaması gibidir!..
Rabb'im, sonumuzu hayır eylesin!..Âmîn!..