Bâzen diyorum ki, bakmasam, görmesem, duymasam, sezmesem, tahâyyül etmesem, düşünmesem, okumasam, yazmasam...daha mı iyi ederim, bilemiyorum...
Hayat, her gün değil, her saniye, bize güzellikler sunmak yerine, acaiplikler, çirkinlikler mi yaşatıyor, onu da bilemiyorum. Elbette ki, yaşamanın da bir kaidesi, bir usûlü, bir tertibi vardır!..Bir de şu var ki; hayat, yaşatan değil; yaşanan/ yaşatılandır!.. Onu, başka hâllere sokan tamamen biziz!..
Hayat, bizim yapıp-ettiklerimizden mürekkep bir varlık değil mi?..
Demem o ki; cemiyet olarak, belki de dünya olarak, zaptedilmez ihtiraslar furyasını yaşıyoruz. Öylesine zaptedilmez ki, muvazenemizi murakabeden âciz bir hâlde yalpalamaktan çok, hani denilir ya, 'gözükara'lıkla, 'gözükapalı' olarak kırıp dökmeyi yaşıyoruz.
"Ben dedim oldu!" ile, "ben yaptım oldu!" nun, çözülmezliğini, îzah edilmezliğini ve küflü idrâkini yaşıyoruz. Niye mi?
Târih: 01 Aralık 2016... 28 yaşındaki üniversiteli genç, okul harçlığını çıkarmak için çalıştığı inşaat çatısından düşerek öldü...
Fakat, hayat devam ediyor!..Çalışmasa mıydı? Ne yapsaydı bu genç? Okumasa mıydı?
Târih: 02 Şubat 2017. Yine, bu defa 22 yaşında bir başka genç... O da üniversite öğrencisi... Kamu Yönetimi okuyor.. Aslında, okuduğu fakülte, hiç mi hiç önemli değil!...Yarıyıl tâtilinde, o da okul harçlığı için inşaatta çalışıyor ve vinç tarafından kaldırılan beton blok, halatın kopmasıyla, gencin üzerine düşüyor ve genç vefât ediyor...
Fakat, hayat devam ediyor!...Çalışmasa mıydı? Ne yapsaydı bu genç? Okumasa mıydı?
T. C. Anayasası'nın 2. Maddesi'nde: "Türkiye Cumhuriyeti...demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir." deniliyor.
Ne mi demek istiyorum? Çok açık!.. Başka ne diyeyim?
Kaldı ki; yakınen biliyorum ki, câmilerimizde toplanan yardım paralarının hiçbirinde, "Arkadaş, şu fen lisesinde, şu meslek lisesinde, şu edebiyat fakültesinde, şu tıp fakültesinde, şu eczâcılık fakültesinde de... fakîr öğrenciler de bulunabilir...İnsanlık adına, lise müdürlüklerine, fakülte dekanlıklarına duyurup da, orada okuyan fakîr öğrenciler için bir defacık olsun yardım toplayalım!.." diyene hiç rastlamadım.
Halbuki, kendimi bildim bileli, neredeyse hemen hemen her cuma, bir naylon leğen ile, para toplanılır!..Fakat, bu saydığım yerlerin hiçbirine istihkak düşmez...Niçin?!!!
Bunu kim sağlayacak? Ben mi?
Bu sıkıntıları başımıza musallat eden kim? Amerika mı, Rusya mı, Avrupalılar mı yoksa İsrail mi? Koskocaman bir vaaaahhhh! çekiyorum!..
Başka?
Hangisinden söz edelim!..Adamın elinde bıçak... 19 yaşındaki eşinin yolunu kesiyor; eşini ve 39 yaşındaki kayınvâlidesini bıçak darbeleriyle ikiz bebeklerinin ve herkesin gözü önünde katlediyor.
Tabiî ki, kendisi hâlâ sağ...yâni yaşıyor!..Hayat, kimin için hayattır?!!
Bunun tedbirini kim alacak? Ben mi?
Bir başka haber: Târih: 03 Şubat 2017. Boşanmak isteyen biri, 3 çocuk annesi olan 35 yaşındaki eşini, sokakta pusu kurup 15 bıçak darbesiyle öldürüyor.
Bunları başımıza musallat eden kim? Amerika mı, Rusya mı, Avrupalılar mı yoksa İsrail mi? Buna da, koskocaman bir vaaaahhhh! çekiyorum!..
Tabiî ki, bu zâtın kendisi hâlâ sağ...yâni yaşıyor!..
Bu arada, meydanlar, salonlar, câmi avluları gümbür gümbür...Bangır bangır...
- İdâm isteriz!..İdâm isteriz!...İdâm...İdâm!..
Tiyatro!!! Tam gaz!..
En salâhiyetli kişi olarak Cumhurbaşkanı cevap veriyor onlara:
Târih: 17. 07 2016..."Bunun için bir yerlerden izin almaya gerek yok fakat..."
Başka? Târih: 21. 01. 2017... "İdam talebi de eminim Meclis'e gelecektir. Meclis'ten geçip önüme gelirse de daha önce söylediğim gibi onaylayacağım."
Bunca kişiyi öldürenler hâlâ dipdiri ise, bu teklifi Meclis'e ben mi getireceğim? Ben, kaçıncı derecede salâhiyetli ve kaçıncı derecede mes'ûlüm?!! Salâhiyetli değilim ammâ... Mes'ûlüm!..Mes'ûl!..
Tabiî ki, her şey, insanın kendisinde, kendisini mes'ûl hissetmesinde biter!..
Doğrusunu isterseniz, sâdece ürpermiyorum, aynı zamanda, oldukça da tiksiniyor ve iğreniyorum...Elimde değil!..Nihayet his bu!..
Aklıma, seneler önce yayınlanan "Şehir-2" başlıklı şiirim geliyor; onunla teselli bularak bir nebze olsun haykırıp rahatlamak (!) istiyorum:
"Beyinler zonklar da deler tavanı;
Hangi birimizde bir sâkin kafa!
Takvimler ne zaman böldü zamanı?
Huzurlu bir ömür kalmış insâfa!
* * *
(...)Bodrum katlarından solgun çehreler,
Boyun uzatırlar, yokluk-sefâlet...
Bir avaz yükselir ölümden beter:
"- Asıyor saçımdan beni hayâlet!
* * *
Sâhiller, duraklar, meydanlar dolu;
Koskoca kâinat niçin böyle dar?
Şeytân mı kılavuz kine tapulu,
Kahvede, otelde sarhoş naralar!.. "
Rabb'im, sıkılmaktan, sıkboğaz edilmekten ve bütün felâketlerden cümlemizi muhafaza etsin!..Âmîn!..
Bitmedi...
Diyânet İşleri Başkanlığı, 03 Şubat 2017 târihinde, câmilerimizde,Türkiye Genelinde Cuma Hutbesi'nde "AHİT, AKİT VE MİSAK OLARAK NİKÂH" konusunu işleyen bir hutbe okuttu.
Ne diyebilirim ki!..Huşu ile dinledik, ibâdetimizi icrâ ettik!..Rabb'im kabûl etsin!..
Bu güzel Hutbe'deki güzel cümlelerden meydana gelen bir bölümü (Türkçe yanlışlarını mahfûz tutarak) arzediyorum:
"Kardeşlerim!
Aile kurumunun günümüzde nice tehlikelere maruz kaldığı bir gerçektir. Özellikle bazı yayınlarda aile mahremiyetinin çiğnenmesi ve nikâhsız birlikteliklerin adeta özendirilmesi, aile anlayışı ve yaşantımızda büyük tahriplere yol açmaktadır. Evlendirme adı altında yapılan kimi programlarda ise aileye yönelik değerlerin istismar edilmesi ve ayaklar altına alınmasıyla aile müessesesi itibarsızlaştırılmaktadır. Diğer yandan ihanet, aldatma, şiddet gibi sebeplerden dolayı işlenen cinayetlerin, kararan hayatların, dağılan yuvaların, tükenen umutların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. En üzücü olanı ise bu olumsuzlukların neden olduğu mağduriyetten en fazla masum çocukların ve kadınların etkilenmesidir. Örneğin 2015 yılında ülkemizde 602.982 çift evlenirken, 131.830 çift boşanmıştır. Bu boşanmalar neticesinde 109.978 çocuk, anne şefkatinden, baba merhametinden mahrum bırakılmıştır."
Hiçbir îtirazım yok!.. Fakat...
26 Eylül 2004'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'de kabûl edilen ve 12 Ekim 2004 târihinde Resmî Gazete'de yayınlanan "zînâyı suç olmaktan çıkaran yasa" hakkında, o günden bugüne, Diyânet'imiz hangi İslâmî değerlendirmeyi yaparak ilgilere teklif sunmuştur.
Kaldı ki, bu kanun çıktıktan sonraki iki Diyânet İşleri Başkanı da "profesör" ünvanına sâhiptir.
"Mes'eleye, belki siyâsî ve idârî müdahâle imkânları olamazdı" denilebilir ammâ, ilmî olarak kendilerinde hiç mi söz hakkı bulamazlardı?
"Nikahsız birlikteliklerin adeta özendirilmesi"ni, câmi cemaatleri mi yaptı veya çözümü, onlar mı bulacak ve sağlayacaktır?
Yazıma kaynak olarak aldığım cümlelerin herbiri hakkında Diyânet teşkilâtı, câmi cemaati hâricindeki kişi ve kuruluşlara hangi uyarılarda bulunmuştu(r)? Meselâ; başta siyâsîler olmak üzere, emniyet teşkilâtına, maarif teşkilatına, kültür teşkilâtlarına ...ne gibi teklif ve tavsiyelerde bulunuldu?
Câmiye gelmeyenler bu nasihatlerden istifade etmemeli midir? Buna, ne çâre düşünülmüştür?
"Evlendirme adı altında yapılan...programlarda..." ifadesine de şaşırmadım.
Devlet'in, RTÜK diye bir müessesesi ve Diyânet teşkilâtının doğrudan bağlı bulunduğu Başbakanlık vardır. "Evlendirme adı altında yapılan...programlarda", şâyet uygunsuz bir şey var ise,-ki, var olduğu söyleniyor- bu, ilk önce, doğrudan doğruya ilgililerine yapılmalıdır, değil mi?
Diyebildiler mi ki: "Efendim, bu zînâ, başta dînimiz İslâm'ın her zerresine aykırıdır. Aman ha, böyle bir kanunun çıkmasıyla, âile düzenimiz altüst olur; gençliğimiz mahvolur?"
Diyebildiler mi ki: "Efendim, bu evlenme programları, âile düzenimizi altüst ediyor. Çocuklarımızın ve gençlerimizin p(i)sikolojilerini tahrip ediyor?"
Hislerine/beyinlerine/gönüllerine nüfûz ederek diyebildiler mi ki: "Ey kahvehâne köşelerindekiler, ey sokaktakiler, ey parklarda avare avare dolaşanlar, ey deniz sâhillerinde yatlarda-katlarda keyif sürenler...bu işin netîcesi, şöyle şöyledir?"
Ben duymadım; duyan varsa lütfen söylesin, ben de, sözlerimi geri alayım!..