Yazar : Rüstem FIRAT
Yazı dizisine başlarken beş bölümlük bir harita çizmiştim kendime. Fakat kongre süreci ilerledikçe ve yazılan çizilenleri okudukça fikrimi değiştirdim.
Bir yanda partide milletvekili olmuş, bakanlık yapmış, genel sekreterlik vazifesi ifa etmiş bir isme hayasızca saldırı, diğer yanda tüm ahlak kurallarını hiçe sayarak Devlet Bahçeli ve destekçilerine söven yazarlar var önümüzde.
Kalemlerden bilgi değil pislik damlıyor.
Diyelim ki Koray Aydın kazandı? Siz bu kadar iffetsiz satırlarla Devlet Bahçeli’yi ve destek verenleri karalarken nasıl kongreden sonra bir birliktelikten söz edebilirsiniz? Ülküdaşınızın, öz kardeşinizin farklı düşünmesine tahammül edemeyen sizlerin milleti kucaklayabilmesi mümkün mü?
Farz edelim ki Devlet Bahçeli kazandı? Hala milletvekiliniz olan bir Ülküdaşınızı nasıl akçeli işlere bulaşmakla itham edersiniz? Yarın rakip siyasi partiler,sayın Bahçeli’yi hırsızları milletvekili yapmakla suçlamayacak mı? Delil olarak kendi gazetemizi göstermeyecek mi?
Ya da hadi Koray Aydın kazandı. MHP’yi ne duruma düşüreceğinizin farkında mısınız?
Bu nasıl bir vurdumduymazlık, bu nasıl bir ego, bu nasıl bir kör döğüşüdür?
Uzatırım bu satırları da asıl anlatmak istediklerime yer kalması için kısa kesiyorum.
Aslında yazı dizisinin devamında Devlet Bahçeli’nin 1997’den 2012’ye kadar olan sefahatini anlatacaktım.
Apo’nun asılamama meselesi vardı. Türban meselesinde İspanya’dan açıklama yapan başbakana Devlet Bahçeli’nin yaklaşımı ve sonrasını irdeliyordum.
Mecburi din derslerini süzgeçten geçirip, cumhurbaşkanı seçimlerinde partinin ortaya koyduğu tavrı, referandumdaki duruşudeğerlendiriliyordum.
Fakat gördüm ki bunları yazmak beyhude. Zaman kaybı.
Zira muhalif olanların kudretlileri neden muhalif olduklarını çok iyi biliyorlar. Bu bilinç sahiplerine değinmeyeceğim. Değinmeyeceğim çünkü bu bilince ulaşmış olanların büyük çoğunluğu haklı yada haksız nedenlerle durumu şahsileştirdikleri için, hakkı teslim edecekleri konumun çok uzağındalar.
Bugün yanıt bulunması gereken soru şu.
Parti tabanında neden hoşnutsuzluk, neden huzursuzluk var?
Bir avuç muhalifin şahsi hesapları ile başlattıkları bu yürüyüş neden partinin dörtte birinin desteği ile bir güç haline geldi?
Sanırım bu sorunun teorik cevabı, fikrimiz ile kurumsallaşan partimizin tarihinde gizli.
12 Eylül öncesinde kendisini özgürlükçü olarak betimleyen solun bile ÜTOPYA suçlamasıyla karaladığı bir fikir sistemine inanıyoruz.
Ütopya?
Sol entelektüellerindizlerini titreten, özgür ve özgün bir dünya.
Solun üç adımlık ufkunu tarumar eden, yılların ötesinde müthiş gerçeklik.
Ve beraberinde siyaset.
Belirli kalıpları ve ritüelleri olan, kurallar ve kaidelere riayet edilmesi gereken kurumsal yapı.
Ütopya olarak suçlanan milliyetçi dünya görüşü ve iktidar olabilmek gayesi ile mücadele edilmesi gereken sığ siyasi alan.
Milliyetçi fikir sisteminin uçsuz bucaksız meydanlarıyla, siyasetin dar kalıpları arasında sıkışıp kalan Ülkücülerin anlamlandıramadığı buhranın sebebi bu olsa gerek.
Tabanda kendisini bu kadar özgür bir fikir sistemi içerisinde var etmiş Ülkücülerin, siyasi parti çalışmalarında bu kadar yetersiz ve hoşnutsuz olmasını da anlayışla karşılamak gerekiyor.
Zira parti fiziksel olarak ideolojinin temel taşlarından bir unsur olarak varlığını devam ettirse de, fikrin özgür dünyasını yaşatmaktan fersah-fersah uzakta.
Hem iktidar olmayı arzulayan, hem de ideolojiden ödün vermeden ilerlemeyi destekleyen taban, kendi iç dünyasında büyük bir çatışma yaşıyor.
Hepimiz iktidar olabilmemiz için merkez sağ seçmenin oyunu almamız gerektiğini biliyoruz. Merkez sağı Ülkücü yapamayacağımızı da görüyoruz. O halde iktidar olabilmek için merkez sağ seçmeni cezbedecek siyaset üretmeliyiz.
Bu gün bu alanda rakibimiz AKP. Fakat AKP ile mücadele edecek siyasi çıkışlar tabanı rahatsız ediyor. Sadece iç çatışmalar ile açıklanabilecek bir olay da değil bu. Rakip siyasi partilerin propagandaları da tabanı etkiliyor.
Merkez sağ seçmene yöneldiğimizde ulusalcılar kaşıyor. Merkez sol seçmene mesaj verdiğimizde AKP karalamaya çalışıyor. Merkez sol karalıyor, zira kendisinden gidecek bireylere bakın MHP hala bildiğiniz MHP demeye çalışıyor. AKP suçluyor, zira sola karşı antipati duyan sağ seçmene MHP’nin manevi değerlerden uzaklaştığını ispata çalışıyor.
Bu eleştiriler aslında MHP’nin önümüzdeki süreçte iki büyük seçmen kitlesinden de oy alabileceği emarelerini gösteriyor. Bu kaygıdan dolayı sağ da, sol da, siyasi çıkışlarımızı eleştirerek elde edebileceğimiz alanları kaptırmamaya gayret gösteriyorlar.
AKP’nin de, CHP’nin de rakibi bugün MHP’dir. Ne AKP-CHP’den, ne CHP-AKP’den oy alamaz. Buna rağmen siyasi kudretlerini devam ettirebilmek için iki partili siyasi yapı işlerine geliyor. İktidarın da muhalefetin de tek hasmı bugün MHP’dir. MHP’yi de geçen yıllar içerisinde hem sağdan hem soldan oy alabilecek bu konuma taşıyan kişi elbette Devlet Bahçeli’dir.
Dikkat edilmesi gereken husus, Devlet Bahçeli’nin ortaya koyduğu devlet adamlığı çizgisi ile millet nezdindesiyasi bir figürün ötesine geçmiş olduğudur. İşte bu yüzden iktidar da, ana muhalefet de, Devlet Bahçeli’yi ve MHP’yi tehdit olarak algılamakta ve hırpalamaya çalışmaktadırlar.
Bu hırpalamalar Ülkücü Hareketin özgür ideolojik alanı ile siyasi parti kuralları arasında bocalayan kendi tabanımızda karşılık buluyor.
Yaşanan içsel çatışmalarımız, rakip siyasi unsurların kaşıması ile alevlenirken, partide aktif görev alan yetkililerce öteleniyor. Lidere sadakat ile fikrin diğer tüm uçları törpülenerek dışarıya karşı değil, içe yönelik gudubet bir siyasi çalışma sergileniyor.
Devlet Bahçeli’nin politikalarını anlamakta ve anlatmakta yetersiz kalan teşkilat mensupları, lidere sadakat göstereceğiz derken, fikir ve parti çatışması arasında kalan ve rakip siyasi propaganda ile kaşınan tabanı görmezden geliyor.
Neticesinde bu hata ile siyasete devam eden teşkilat mensupları, haklı yada haksız gerekçelerle görevlerinden uzaklaştıklarında, baskıladıkları ve öteledikleribu içsel çatışmayı gün yüzüne çıkartarak veşahsi hikayelerini de duruma boca ederek muhalefet denilen bu garip yapıyı oluşturuyorlar.
Bir gün iktidarın kudretli beyleri olarak gördüğümüz isimleri ertesi gün muhalefetin öncüleri olarak görmemizin sebebi de büyük ölçüde bu süreçlerde şekilleniyor.
İnanın tabanda yaşananbu buhran muhalefette olmamızla da alakalı değil. İktidar olduğumuz gün bu çatışmanın sonucunda çok daha büyük huzursuzluklarbekliyor bizi.
Tüm bu sebeplerden ötürükonjenktürden kaynaklanan bir bilinmezlikten ziyade, Devlet Bahçeli’nin olgunlaşmış deneyimlerini önemsemeliyiz.
Eskiden yeni olamayacağı gibi, parti içinde muhalefete özgürlük alanları tanıyarak aslında değişimin temsilcisi durumunda olan Devlet Bahçeli ile yürünmesi gerektiğini yineliyorum.
Yoksa bir gün gaza gelip iktidar istemek, ertesi gün ters yanından kalkıp ideolojik sapmalardan yakınmak elbette mümkün.
Evinden işine, işinden evine gidip-gelen seçmen gözünde parti dün olduğu konumdan daha iyi bir pozisyona sahip. Bu durumun oluşmasında en büyük etken Devlet Bahçeli. Kahvede gelip sokaklarda neden yoksunuz diyerek çığırtkanlık yapanların karakolda, hapiste, cenazede yanımızda olacaklarını mı sanıyorsunuz?
Parti, merkez sağ ve merkez sol seçmenlere ulaşmak yolunda büyük mesafe kat etti. Bu mesafe alınırken ideolojik yansımalarla muhalif çizgide yer alan Ülküdaşlarımız haklı olduğu kadar, bilinçsiz de.
Ve bu saf bilinçsizliğin iktidarın eşiğinde olan partiye zarar vermeyeceğini umut ediyorum.
Fazla kalmadı. Bir hafta sonra yüz yüze bakacağımızı da unutmadan, yarınların Ülkücü Hareketin gölgesinde doğmasını CENAB-I HAK’dan niyaz ediyor, esenlikler diliyorum.