1991 yılı Ocak ayında Japonya’da Tokyo Olimpiyat stadında Japonya Liseler Arası futbol 30 bir seyircili final maçını canlı yayında seyretmiştim. NHK kanalıydı galiba. Japonya’da futbol o kadar popüler değildi. Emekleme dönemindeydi. Profesyonel birinci lig takımları Türkiye ikinci lig seviyesindeydi. Ama o seyrettiğim maçta şaşırdım; liseli gençler Türkiye ikinci ligi ayarındaydı. Kıyasıya mücadele ediyorlardı. En çok şaşırdığım ise lise final maçının olimpiyat stadından verilmesiydi. İncik boncuk stadlarda değil. Japonya sonradan dünya kupalarına katılacak derecede gelişti ve ilk ona istikrarlı bir şekilde yerleşti. Alt yapı kurulmuş ve yerleşmişti. Hepsi buydu. Destekleniyordu.Cukkalama yoktu.
Ülkemizde her şey var. Kapalı spor salonları, belediyelere ait tesisler, stadyumlar. Bu kadarını başarmak bile büyük bir adımdır. Yapan hükümeti tebrik etmeliyiz. Ama bir de gerçek var onu da söylemeliyiz. Gerçek şu: 2009-10 yıllarında Kartal Kapalı Spor salonunda halka açık ücretsiz spor yüzme vesaire etkinlikkleri yapılıyor diye nette ve gazetelerde okudum. Arada bir giderim, bir Japon hanım arkadaş var ona da dedim. O da Göztepe civarında ücretli jimnastik salonlarına gidiyordu. Ücretsiz gitsin diye de ona da tavsiye ettim. Bağlantı kuramıyorum deyince ben Kartala haftada bir gün Cuma günü iş gereği uğradığımda doğrudan salon gittim. Yetkili bir kişi bulamadım. Kapıda bir adam duruyordu. Büyük bezlere halka açık ücretsiz salon vesaire yazıyordu. Türkiye çağ atladı diye seviniyordum. Adama sordum nedir bu işin aslı ne yapalım? Abi dedi dolu kadro. Şansın yok. Neden? Buraya gelenlerin hepsi ya partinin adamı. Ya da burada çalışanların akrabaları.
Şimdi soruyu şöyle soralım?
Türkiye’de hangi kulüp idaresi Avrupa’da ceza ödemedi? Suçları ise en başta kendi taraftarını alenen soymak. Veya şöyle soralım; Türkiye’de hangi kulüp idaresi “futbol için futbol” spor için spor” yapar? Siyaset ve kendi ikbali için ticaret yapmaz.
Sorun yetenek meselesi değil. Düşünce meselesi. Bakın düşünce nasıl?
Galatasaray Avrupa birincisi olduğu yıl iki futbolcusunu Avrupa’dan istediler: Emre ve Okan. Kulüp izin vermedi. Futbolcular ise gitmek istedi. Gidersin gitmezsin derken futbolcular karar verdi; Avrupa’ya gittiler. Kulüp başkanı “ruh, hainler” benzeri ifadelerle gençleri aşağıladı. İkisi birden ekranın karşısına geçip şöyle cevap verdi: “Bugüne kadar Galatasaray’dan bir sözleşme karşılığı herhangi bir ücret almadık” dediler. Artık şimdi para kazanmak istiyorlardı ve en doğal haklarıydı. Avrupa birincisi bir takımda “köle” idiler. Avrupa’da “adam” olacaklardı. Devam edelim zihniyete aynı Avrupa birincisi olan Galatasaray takımı idaresine UEFA ceza verdi milyonlarca frank. Konu UEFA’nın verdiği biletleri el altından karaborsa mafyasına veriyor, 50 liraya satılması gereken biletler 5 bin liraya kadar çıkıyor ve yasa dışı belgesiz paralar futbol baronlarının ceplerine giriyordu. Kulüp kesesinden UEFA’ya cezalar ödeniyor, yasadışı paralar da okunup üfleniyordu. O günlerde Ali Sami Alkış bu konuları yazdı ve gazetesinden kovuldu sanırım.
Marka olmuş Avrupa birincisi olmuş bir takım Türkiye’ye hizmet verecek konuma gelmişti. Ama o marka ağaların ceplerine para olarak girmiş o güzelim tarihi kulüp ise ismi şanı duyulmamış kişiler tarafından adeta ipotek altına alınmıştı. Bu kafayı yıkmak gerekir.
Kısacası zihniyet; kölelerde ruh arıyor; bizden daha fazla vatanı seven ağalarda ise cukkalama yollarını geliştiriyordu. Hiçbir kulüp başkanı yokturki spor için spor yapsın. Ya siyaset ya da ticaret için bunu yapar. Kente mal olmuş bir takım tasarlamazlar. Gerçek budur.
Ama şu anda Altınordu için aynı şeyleri söyleyemeyeceğiz. Sosyal medyadan takip ettiğimiz kadarıyla Altınordu kulübü ideal ilkeleri oluşturmuş ve yoluna Türk gençleriyle devam ediyor. Yüreğimiz Altınordu ile beraber atıyor. Başarısı Türk insanının başarısı olcaktır. Bir pislik kuyusu içinde tertemiz mücevher gibi parıldıyor.
Bir yerde adil ve hakça paylaşım varsa orada insan ve yetenek vardır.