İlim; benim tâbirimle cihânşümûl / âlemşümûl, F(ı)ransızca'sıyla universel (üniversel) ve uydurukçasıyla da evrensel'dir ammâ ilim sâhibi / insanı / adamı / kadını, bundan, mensûbiyet duyduğu 'milleti adına' da tevâzû ve hürmetle iftihar ediyorsa, "millî'dir.
Nobel Ödülü; 27 Kasım 1895 târihli vasiyetnâmesinin, 10 Aralık 1896 târihinde vefâtı münâsebetiyle, 30 Aralık 1896 târihinde Stockholm'de açıklanmasıyla, Alfred Bernhard Nobel'in kurduğu Nobel Vakfı tarafından, 1901 yılından îtibâren, insanlığa hizmet edenlere verilen bir ödüldür.
Bu ödüle lâyık görülenler arasında, ilk defa 2015 yılında, kendisine, gurur ve iftiharla Türk'üm diyebilen bir ilim adamımız sâhip olabilmiştir. Geçen, bir asrı aşan zamana baktığımızda görürüz ki, bu ödülü en çok - iki yüzün üzerinde- ABD kazanmıştır. Bunun ardından, Batılı devletlerin hemen herbirinin, başta İngiltere ve Almanya olmak üzere, beşer onar Nobel Ödülü bulunmaktadır.
Eski Sovyetler Birliği de başı çekenlerdendir.
Bizden önce, Güney Afrika Cumhuriyeti, Mısır, İsrail, Avustralya ve Hindistan'dan Japonya'ya birçok ülke de bu ödüle lâyık görülmüştür.
Denilebilir ki, "Bu, çok mu önemlidir?"
Ödülün kazanılma biçimi, takdîm şekli ve sâhiplenilmesine göre, elbette önemlidir. Bu ödülü, Jean Paul Sartre (Fransız- 1964), Gerhard Domag (Alman - 1939), Richard Kuhn (Avusturya - 1938) ve Adolf F. J. Butenandt (Alman- 1939) gibi, reddedenler bile olmuştur.
Yazımızın başlığını 'Nobel'de İlk Türk İlim Adamı' koyuşumuza şaşırılmamalı; "Bizim, bir de 'edebiyatçımız' vardı" diyerek, bu ödül sâhibinin zaferine gölge düşürülmemelidir.
Kim ne düşünürse düşünsün ve ne derse desin, birincisi "şâibeli"dir. Erciyes Dergisi'nin Mayıs 2007 tarihli sayısının 7, 8 ve 9. sayfalarında, Şâir - Yazar Ali Kayıkçı'nın, benimle yaptığı bir mülâkatım yayınlandı. Orada şunu söylemişim:
"Türk Edebiyâtı'nın şâibeli ödüllere ihtiyacı yoktur. Hangi sahada olursa olsun, şâibeli her ödül, Türk milletinin şanlı geçmişini zedeler...Mukayese etmiyorum ammâ Hazret-i Mevlâna, eserlerini Farsça yazmış. Hem de ne eserler!..Peki, ne buyuruyorlar:"Aslem Türkest eğerçi hindu gûyem". Yâni: "Farsça söylüyorsam da aslım Türk'tür. Cihânşümûl mesajlı o eserlerini Farsça yazdı ammâ, özünden kopmadı. Hepimizin, herkesin baş tâcı oldu."
Bu sebeple; "Türkler bir milyon Ermeni'yi, 30 bin Kürt'ü öldürdü!" diyerek Nobel Ödülü almanın hiçbir câzibesi yoktur. Bu, sâdece başkalarını sevindirmiştir. Batılıların Türk düşmanlığına şirin görünmekle alınan ödül, Türk'e / bize bir şey kazandırmaz / kazandırmamıştır.
Prof. Dr. Aziz Sancar ise, İngiliz yayın kuruluşu olan BBC muhabirinin telefonuna cevabını şöyle anlatıyor: " BBC muhabiri telefon etti. İlk sorduğu soru: 'Bana Arap mısınız, kısmen mi Türk'sünüz" diye sorarak saygısızlık yaptılar. BBC'ye söyledim, 'Arapça konuşmuyorum, Kürtçe konuşmuyorum, ben Türküm' dedim. Ben Türk'üm, o kadar! Mardin'de doğmuşsam Cizre'de de doğmuşsam, Kars'ta da doğmuşsam Türk'üm'dedim."
Türkiye'de doğmuş, büyümüş birine, bir İngiliz kuruluşunun, hiç tereddüt etmeden: "Arap mısınız, kısmen mi Türksünüz?" diye sormasının ardındaki maksat nedir? Sonra, ne demektir, "kısmen Türk" olmak?
Bir defa, böyle birine sorulacak ilk soru 'ilim' hakkında olmalıdır. Belki, O'na sorulacak en son soru, onun ırkî / millî hüviyeti olmalıydı. Demek ki, niyet tamamen başka!..
BBC muhabirinin sorusu, beni, yıllar öncesine götürerek bir hâtıramı tâzeledi. 1972-1973 yıllarında Diyarbakır Eğitim Enstitüsü F(ı)ransızca Bölümü'nde hocaydım. Bölüm Şefi (Başkanı)'ydim. Bölüm yeni açılmış, ben de, bir kitap dahi bulunmayan bölümün 'tek' öğretim elemanıydım. Ankara'dan, F(ı)ransız Elçiliği'nden, durum hakkında bilgi sahibi olmak için bir F(ı)ransız yetkili geldi.
Benim de, Diyarbakır'da ortaöğretimde F(ı)ransızca Öğretmeni olan, Harbiye'de beraber okuduğumuz bir arkadaşım vardı. Kendisini aradım ve durumu anlatarak, kendisinin de bizimle beraber olmasını ricâ ettim.
Arkadaşım geldi. O'nu, F(ı)ransız'la tanıştırdım. F(ı)ransız'ın, O'na, ilk sorusu şu oldu:
- Nerelisiniz?
- Karslı!..
- Kürt müsünüz?
- Hayır! Türk'üm!..
Düşününüz ki, bu zat, bana; nereli olduğumu da sormadı, hangi milletten olduğumu da!.. Niçin mi? Çünkü; o zat, beni ezberleyerek oraya gelmişti / gönderilmişti.
Bir diğer husus da, farazâ, arkadaşım, Kürt olmuş olsaydı, F(ı)ransız'ı ne alâkadar ederdi!..Benim ve benim gibilerin hiç, Kürt, Çerkez, Gürcü, Arap...arkadaşı yok mudur / olmamış mıdır, olmamalı mıdır? Nasıl olmaz?..
Bu, nasıl bir mantık ve nasıl bir şerefsiz anlayıştır? Bunların hangisini benden daha çok sevebilirsiniz? Hattâ benim sevdiğimin milyonda biri kadar? Ve; bu sevgiden, F(ı)ransız'a, İngiliz'e, Alman'a...ne?..
İşte; F(ı)ransız ve İngiliz budur!..Batılı da budur!..
Akıllarınca, ayrıştırma noktaları arıyorlar. Senelerdir aynı yatakhânede yattığımız, soğuk kış gecelerinde üzerlerimizi i örttüğümüz, aynı ülkülere yürüdüğümüz, Türk yurdunu geliştirmek ve şanlı Türk bayrağımızı ebediyen dalgalandırmak için omuz omuza güç birliği yaptığımız o arkadaşım ve ben, güyâ, bir kelime oyunuyla, bu gafil F(ı)ransız'ın sözüne kanarak, birbirimize düşecektik!..
Batılı; maalesef her zaman, 'ırkçı' bir zihniyetle, millî bünyeleri ayrıştırma ve ardından da çökertme p(i)lanındadır. Târih, bize, bunu böyle söylemiş, öğretmiş ve ezberletmiştir.
Prof. Dr. Aziz Sancar da, ilmî başarısından önce, böyle bir çatışmayla karşı karşıya kalmış fakat ilim adamına yakışan bir üslûp ve Türk milletinin evlâdına
yakışan bir vakarla, hiç kimseyi incitmeden, bu sinsi niyetli muhabiri "Ben Türk'üm, o kadar" diyerek defetmesini bilmiştir.
Bir ân için düşünelim: Meselâ; bir Türk veya herhangibir muhabir, yine Nobel Ödülü almış bir İngiliz'e: "Sen, İrlandalı mısın yoksa kısmen mi İngiliz'sin?" dese veya aynı durumdaki bir F(ı)ransız'a: " Sen, Breton musun yoksa kısmen F(ı)ransız mısın?" diye hitap etse, bırakınız ödülü alan zat(lar)ı, İngiltere veya F(ı)ransa ayağa kalkar ve: "Bu, nasıl bir sorudur?" diye, belki de Devlet nezdinde nota verir(ler)di.
Prof. Dr. Aziz Sancar'ın başarısı, bütün Türk gençliği için bir numûne olarak rehber bilinmeli; ölçü alınmalı, hedef gösterilmelidir.
Porf. Dr. Aziz Sancar'ın başarısı; sâdece Türkiye için değil, Türk Dünyâsı için de büyük bir fırsattır.
Bu ödül; bir günlük heyecan ve sevinçle değil, istikbâlimizi ışıklandıracak hamlelerle, cesâret ve ümit verici hâle getirilmelidir: Başladığı noktada dondurulmamalıdır.
Sâdece bir şehrimizin bir kütüphânesine, bir fakültesine değil, büyük şehirlerimizden bir üniversitenin adına "Prof. Dr. Aziz Sancar Üniversitesi" adı verilmelidir.
Böylece; bu ödül sâhibi ilim adamı, iftihar edilecek bir örnek olarak dâimâ canlı tutulmalıdır.
Son sözü, Müthiş Türk (merhûm) Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu'na bırakıyorum:
"Ortaçağ sonunda bu Avrupa'ya, bu karacâhil, yobaz, temizlikten haberleri olmayan, vebadan kırılan perîşan Avrupa'ya bilimleri öğreten Türklerdir. Matematiğin birçok dalını icat eden Türk matematikçileridir. Birçok, bir tane değil. Uluğ Bey'i bilirsiniz, "logaritma", "algoritma" lâf ve kavramlarının "El Harezmî" yâni "Harzemli"den geldiğini bilir misiniz? Batının kitapları yazıyor, ama bir türlü "Türk" diyemiyor; dili varmaz. "Arap matematikçisi El Harezmi" diyor da, sonra ekliyor, "Özbekistanlı"dır, yâni Türkistanlı. İnsaf artık. Biz, bu Batı'dan mı medet umuyoruz.
Batı'ya cebiri de, kimyayı da, gökbilimi de, ruhbilimi de biz öğrettik. Kendimizi, tarihimizden, atalarımızdan aldığımız mânevî güçle, ileriye bakarak
toparladığımız zaman, Batı'ya, dünyaya, gene çok şey öğretiriz. " (Bknz: Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, Hedef Türkiye, Otopsi Yayınları, 6. Basım, Sf. 43)